IMF’Lİ Mİ, IMF’SİZ Mİ
Geçtiğimiz
günlere, hükümetin, dövizdeki hareketliği önlemek, bankacılık sistemini
rahatlatmak ve reel sektörü desteklemek için aldığı tedbirler damga vurdu.
Merkez
Bankası bankaların elini rahatlatmak için, TL ve yabancı para cinsinden mevduat
ve bazı yükümlülüklerde zorunlu karşılık oranlarını düşürdü.
BDDK, dövize
olan talebi sınırlandırmak için bankaların Türk Lirası alım işlemlerine yüzde
25 sınırlama getirirken, yeniden yapılandırılan krediler için ayrılacak kaynak
miktarını azalttı.
İktidarın 400
projeyi içeren 100 günlük eylem planı kamuoyuna açıklandı. Programda bütçe ve
kamu maliyesiyle ilgili atılacak adımlar da bulunuyor.
Hazine ve
Maliye Bakanı, yabancı yatırımcılara, birinci önceliklerinin enflasyonu
düşürmek, gelecek dönem ekonomi politikalarının, mali disiplin eşliğinde
enflasyon ve cari açığın düşürülerek sürdürülebilir büyüme ortamına ulaşmak olarak
yürütüleceğini ve Ağustos ayı sonunda ekonominin yol haritasını içeren Orta
Vadeli Program (OVP)’nın tamamlanacağını açıkladı.
Kamuda tasarruf
için genel bütçe kapsamındaki kamu idareleriyle, bazı fonlar ve bunların döner
sermayelerinin mali kaynakları, Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yönetilen
Tek Hazine Kurumlar Hesabı kapsamına alındı.
Reel sektöre
destek için,finansman kuruluşları ile kredi ilişkisinde bulunan borçluların geri
ödeme yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlamak amacıyla yeniden
yapılandırma imkanı getirildi.
Bu arada, enflasyonun tekrar canlandığına ilişkin işaretler
belirginleşti. Temmuz ayında tüketici fiyatları yüzde 0,55 oranında arttı ve
yıllık enflasyon yüzde 15,85 oldu. Merkez Bankası yaptığı değerlendirmede,
enflasyonun ana eğiliminin yüksek seviyesini koruduğu ve tüketici fiyatları
üzerindeki üretici fiyatları kaynaklı maliyet baskılarının güçlü seyrini koruduğunu
belirtti.
Tüketici
Güven Endeksi, Ağustos ayında bir önceki aya göre %6,5 oranında azaldı. Temmuz
ayında 73,1 olan endeks Ağustos ayında 68,3 oldu.
Kredi
derecelendirme kuruluşları S&P ve Moody's, Türkiye'nin kredi notunda art
arda indirime gittiler. S&P kredi görünümünü 'durağan'da bırakırken,
Moody's 'negatif'e çekti. S&P'den yapılan açıklamada, Türkiye ekonomisinin
2019 yılında daralmasının beklendiği belirtildi. Açıklamada, "Durağan görünüm
Türkiye'nin kredi notlarına yönelik gelecek 12 aydaki risk dengesini
yansıtıyor. Türk Lirası'ndaki oynaklık ve ödemeler dengesinde keskin ayarlama
Türkiye ekonomisini baltalar." denildi. Açıklamada ayrıca, "Türk
hükümetinin açıkladığı yeni ekonomik model spesifik ekonomik önerilerden
yoksun." ifadeleri yer aldı.
Öte yandan, Amerika’nın
Türkiye’den yapılacak çelik, alüminyum gibi bazı mallara ek vergi getirmesine
karşılık misilleme olarak, aralarında pirinç, alkollü içecekler, yaprak tütün,
binek otomobil, güzellik veya makyaj malzemelerinin de olduğu ABD menşeli bazı
ürünlerin ithalatında uygulanan ek vergi oranları iki kat artırıldı.
Bu arada ABD,
7 Ağustos 2018 ve sonrasında, İran hükümetinin ABD doları ve değerli madenleri
satın almasına ve temin etmesine yardım eden, sponsorluk yapan, finansal, maddi
veya teknolojik destek sağlayanların ABD'nin yaptırımlarına tabi tutulacağını
açıkladı. Yaptırımların ABD doları, altın, değerli maden, çelik, kömür ve
otomobil endüstrisini hedef aldığı bildirildi.
Bundan sonra ne olacak
Son 5-6
yıldır, her yeri geldiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmekte olan ülkeler içinde
en kırılgan ekonomilerden biri olduğu dillendiriliyordu.
Türkiye
2013 yılından beri Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika ile birlikte “kırılgan
beşli” olarak adlandırılan grupta yer almaktadır. Bu ülkelere kırılgan beşli
denmesinin en önemli nedeni cari açık riski taşımalarıdır.
FED’in sıkı
para politikası uygulayacağını ilan etmesinden bu yana gözler kırılgan beşli
olarak adlandırılan gruba çevrildi. Arjantin’i saymazsak, yeni dönemden en çok
etkilenen ülke Türkiye oldu.
Bunda,
ekonomik faktörler kadar, siyasi faktörlerin de rol oynadığı çok açık. Türkiye’nin
jeopolitik konumu, bölgedeki lider ülke kimliği, Ortadoğu coğrafyasında söz
sahibi olmak istemesi, bu bağlamda Rusya ve İran ile ilişkiler, Çin’e yaklaşım
gibi alışılmışın dışında bağımsız bir dış politika yürütülmesi, Amerikan yönetiminin
dış politikaları ile çelişti.
Dışarıda izlenen
bu politikaların bir bedeli olacağı kesindi. Bu bedele toplum olarak
katlanabilmek ve ayakta durabilmek için siyasi ve ekonomik yapının
olabildiğince güçlü olması gerekiyordu.
16 yıla
uzanan ve doğal olarak yıpranmayı da beraberinde getiren uzun iktidar süreci, yeni
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile tekrar soluklanma ve yoluna devam etme imkanı
buldu. Yeni sistemin güçlü bir yürütme erkini mümkün kılması nedeniyle kısa
vadede, siyasi olarak güçlü bir görüntü verilmesine rağmen, ekonomi için aynı
şeyi söylemenin mümkün olmadığı bir gerçek idi.
Bir ekonomide
çarkların dönebilmesi, üretim veya tüketim için gerekli mal ve hizmetin temin
edilmesine bağlıdır. Bunların bir kısmı dışarıdan temin edilmekte ve ödemelerde
dünya ekonomik sisteminde geçerli olan para birimi kullanılmaktadır. Yani döviz
ve ağırlıklı olarak Amerikan Doları.
Diğer bir deyişle, dışarıdan aldıklarınız
kadar dışarıya mal ve hizmet satabilmeniz gerekir ki ekonominin çarkları
dönsün.
Eğer bu denge
cari açık vererek sağlanıyorsa, cari açığın da makul bir sınırı vardır. Bu da
GSYH’nın % 5’i olarak kabul edilir.
Dışarıdan
borçlanmanın güç olduğu, yani Amerikan ve Avrupa Merkez Bankalarının daraltıcı
para politikaları uyguladığı dönemlerde, kırılganlık su yüzüne çıkar ve
ekonominin çarkları durma noktasına gelebilir.
Bu dönemde,
paranın yönü gelişmiş ülkelere doğru çevrilir. Nitekim Merkez Bankası verilerine
göre yabancılar Türkiye’de, geçen hafta net 151 milyon dolarlık menkul kıymet
satmış, yurt dışındaki yerleşiklerin net tahvil yatırımı 197 milyon dolar
azalmıştır.
Yurtdışından
borçlanmanın zorlaştığı ve maliyetinin çok arttığı dönemlere en bilinen örnek, 1970’li
yıllarda, “40 cent’e muhtaç olduk” mottosuyla anılan dönemdir.
Bu
dönemlerde, ekonomiye kaynak bulmanın en kestirme yolu IMF’dir. IMF
hükümetlerle bir niyet mektubu imzalayarak, alacağını garanti altına alacak
koşulları hükümetlere kabul ettirir.
Gerek
Cumhurbaşkanı gerek Hazine ve Maliye Bakanlarının açıklamalarından, IMF ile
böyle bir anlaşmanın söz konusu olmadığını anlıyoruz.
İktidarın
niyeti, dövizde yaşanan bu hareketliliği önce önlemek, sonra, döviz kurunu bir
dengeye oturtarak, sıkı para ve maliye politikaları ile cari açığı makul bir
seviyeyeye getirmek, yanı sıra enflasyonu da tek haneli rakamlara çekmektir.
Bunun anlamı
büyümenin yavaşlaması ve ekonominin küçülmesidir. Sorun bu sürecin IMF’li mi yoksa
IMF’siz mi olacağı sorunudur.