22 Ağustos 2018 Çarşamba

IMF’Lİ Mİ, IMF’SİZ Mİ



IMF’Lİ Mİ, IMF’SİZ Mİ

Geçtiğimiz günlere, hükümetin, dövizdeki hareketliği önlemek, bankacılık sistemini rahatlatmak ve reel sektörü desteklemek için aldığı tedbirler damga vurdu.
Merkez Bankası bankaların elini rahatlatmak için, TL ve yabancı para cinsinden mevduat ve bazı yükümlülüklerde zorunlu karşılık oranlarını düşürdü.
BDDK, dövize olan talebi sınırlandırmak için bankaların Türk Lirası alım işlemlerine yüzde 25 sınırlama getirirken, yeniden yapılandırılan krediler için ayrılacak kaynak miktarını azalttı.
İktidarın 400 projeyi içeren 100 günlük eylem planı kamuoyuna açıklandı. Programda bütçe ve kamu maliyesiyle ilgili atılacak adımlar da bulunuyor.
Hazine ve Maliye Bakanı, yabancı yatırımcılara, birinci önceliklerinin enflasyonu düşürmek, gelecek dönem ekonomi politikalarının, mali disiplin eşliğinde enflasyon ve cari açığın düşürülerek sürdürülebilir büyüme ortamına ulaşmak olarak yürütüleceğini ve Ağustos ayı sonunda ekonominin yol haritasını içeren Orta Vadeli Program (OVP)’nın tamamlanacağını açıkladı.
Kamuda tasarruf için genel bütçe kapsamındaki kamu idareleriyle, bazı fonlar ve bunların döner sermayelerinin mali kaynakları, Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yönetilen Tek Hazine Kurumlar Hesabı kapsamına alındı.
Reel sektöre destek için,finansman kuruluşları ile kredi ilişkisinde bulunan borçluların geri ödeme yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlamak amacıyla yeniden yapılandırma imkanı getirildi.
Bu arada, enflasyonun tekrar canlandığına ilişkin işaretler belirginleşti. Temmuz ayında tüketici fiyatları yüzde 0,55 oranında arttı ve yıllık enflasyon yüzde 15,85 oldu. Merkez Bankası yaptığı değerlendirmede, enflasyonun ana eğiliminin yüksek seviyesini koruduğu ve tüketici fiyatları üzerindeki üretici fiyatları kaynaklı maliyet baskılarının güçlü seyrini koruduğunu belirtti.
Tüketici Güven Endeksi, Ağustos ayında bir önceki aya göre %6,5 oranında azaldı. Temmuz ayında 73,1 olan endeks Ağustos ayında 68,3 oldu.
Kredi derecelendirme kuruluşları S&P ve Moody's, Türkiye'nin kredi notunda art arda indirime gittiler. S&P kredi görünümünü 'durağan'da bırakırken, Moody's 'negatif'e çekti. S&P'den yapılan açıklamada, Türkiye ekonomisinin 2019 yılında daralmasının beklendiği belirtildi. Açıklamada, "Durağan görünüm Türkiye'nin kredi notlarına yönelik gelecek 12 aydaki risk dengesini yansıtıyor. Türk Lirası'ndaki oynaklık ve ödemeler dengesinde keskin ayarlama Türkiye ekonomisini baltalar." denildi. Açıklamada ayrıca, "Türk hükümetinin açıkladığı yeni ekonomik model spesifik ekonomik önerilerden yoksun." ifadeleri yer aldı.
Öte yandan, Amerika’nın Türkiye’den yapılacak çelik, alüminyum gibi bazı mallara ek vergi getirmesine karşılık misilleme olarak, aralarında pirinç, alkollü içecekler, yaprak tütün, binek otomobil, güzellik veya makyaj malzemelerinin de olduğu ABD menşeli bazı ürünlerin ithalatında uygulanan ek vergi oranları iki kat artırıldı.
Bu arada ABD, 7 Ağustos 2018 ve sonrasında, İran hükümetinin ABD doları ve değerli madenleri satın almasına ve temin etmesine yardım eden, sponsorluk yapan, finansal, maddi veya teknolojik destek sağlayanların ABD'nin yaptırımlarına tabi tutulacağını açıkladı. Yaptırımların ABD doları, altın, değerli maden, çelik, kömür ve otomobil endüstrisini hedef aldığı bildirildi.
Bundan sonra ne olacak
Son 5-6 yıldır, her yeri geldiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmekte olan ülkeler içinde en kırılgan ekonomilerden biri olduğu dillendiriliyordu.
Türkiye 2013 yılından beri Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika ile birlikte “kırılgan beşli” olarak adlandırılan grupta yer almaktadır. Bu ülkelere kırılgan beşli denmesinin en önemli nedeni cari açık riski taşımalarıdır.   
FED’in sıkı para politikası uygulayacağını ilan etmesinden bu yana gözler kırılgan beşli olarak adlandırılan gruba çevrildi. Arjantin’i saymazsak, yeni dönemden en çok etkilenen ülke Türkiye oldu.
Bunda, ekonomik faktörler kadar, siyasi faktörlerin de rol oynadığı çok açık. Türkiye’nin jeopolitik konumu, bölgedeki lider ülke kimliği, Ortadoğu coğrafyasında söz sahibi olmak istemesi, bu bağlamda Rusya ve İran ile ilişkiler, Çin’e yaklaşım gibi alışılmışın dışında bağımsız bir dış politika yürütülmesi, Amerikan yönetiminin dış politikaları ile çelişti.
Dışarıda izlenen bu politikaların bir bedeli olacağı kesindi. Bu bedele toplum olarak katlanabilmek ve ayakta durabilmek için siyasi ve ekonomik yapının olabildiğince güçlü olması gerekiyordu.
16 yıla uzanan ve doğal olarak yıpranmayı da beraberinde  getiren uzun iktidar süreci, yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi ile tekrar soluklanma ve yoluna devam etme imkanı buldu. Yeni sistemin güçlü bir yürütme erkini mümkün kılması nedeniyle kısa vadede, siyasi olarak güçlü bir görüntü verilmesine rağmen, ekonomi için aynı şeyi söylemenin mümkün olmadığı bir gerçek idi.
Bir ekonomide çarkların dönebilmesi, üretim veya tüketim için gerekli mal ve hizmetin temin edilmesine bağlıdır. Bunların bir kısmı dışarıdan temin edilmekte ve ödemelerde dünya ekonomik sisteminde geçerli olan para birimi kullanılmaktadır. Yani döviz ve ağırlıklı olarak Amerikan Doları.
 Diğer bir deyişle, dışarıdan aldıklarınız kadar dışarıya mal ve hizmet satabilmeniz gerekir ki ekonominin çarkları dönsün.
Eğer bu denge cari açık vererek sağlanıyorsa, cari açığın da makul bir sınırı vardır. Bu da GSYH’nın % 5’i olarak kabul edilir.
Dışarıdan borçlanmanın güç olduğu, yani Amerikan ve Avrupa Merkez Bankalarının daraltıcı para politikaları uyguladığı dönemlerde, kırılganlık su yüzüne çıkar ve ekonominin çarkları durma noktasına gelebilir.
Bu dönemde, paranın yönü gelişmiş ülkelere doğru çevrilir. Nitekim Merkez Bankası verilerine göre yabancılar Türkiye’de, geçen hafta net 151 milyon dolarlık menkul kıymet satmış, yurt dışındaki yerleşiklerin net tahvil yatırımı 197 milyon dolar azalmıştır.
Yurtdışından borçlanmanın zorlaştığı ve maliyetinin çok arttığı dönemlere en bilinen örnek, 1970’li yıllarda, “40 cent’e muhtaç olduk” mottosuyla anılan dönemdir.
Bu dönemlerde, ekonomiye kaynak bulmanın en kestirme yolu IMF’dir. IMF hükümetlerle bir niyet mektubu imzalayarak, alacağını garanti altına alacak koşulları hükümetlere kabul ettirir.
Gerek Cumhurbaşkanı gerek Hazine ve Maliye Bakanlarının açıklamalarından, IMF ile böyle bir anlaşmanın söz konusu olmadığını anlıyoruz.
İktidarın niyeti, dövizde yaşanan bu hareketliliği önce önlemek, sonra, döviz kurunu bir dengeye oturtarak, sıkı para ve maliye politikaları ile cari açığı makul bir seviyeyeye getirmek, yanı sıra enflasyonu da tek haneli rakamlara çekmektir.
Bunun anlamı büyümenin yavaşlaması ve ekonominin küçülmesidir. Sorun bu sürecin IMF’li mi yoksa IMF’siz mi olacağı sorunudur.














1 yorum: