20 Mayıs 2009 Çarşamba

MALİ GÜNDEM (20.05.2009)


I.                   MEVZUATTA GEÇEN HAFTA:

1.    Gelir İdaresi Vadeli Çeklerin Reeskonta Tabi Tutulmasına İzin Vermemiştir:
5838 sayılı Kanunla 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna eklenen geçici 2. Maddede, “31.12.2009 tarihine kadar, üzerinde yazılı keşide tarihinden önce çekin ödenmek için muhatap bankaya ibrazı geçersizdir.” Hükmü bulunmaktadır.    
Gelir İdaresi, 12 Mayıs 2009 tarihli 41 nolu Vergi Usul Kanunu Sirkülerinde, geçici bir süre için vade getirilmiş olan ileri tarihli çeklerin artık senet olarak kabul edilerek Vergi Usul Kanunundaki reeskont uygulamasına tabi tutulup tutulamayacağına açıklık getirmiştir.
Sirkülerde çekin, keşidecinin mevduatının bulunduğu bankaya, bu mevduattan belirli bir meblağı kendisinin öngördüğü kişilere ödemesi için vermiş olduğu yetkiyi ortaya koyan bir kambiyo senedi olduğu belirtilerek, çeki, diğer kambiyo senetlerinden ayıran en önemli özelliğin, onun bir ödeme aracı olması ve poliçe ve bono gibi kredi fonksiyonuna sahip olmaması gösterilmiştir.
Türk Ticaret Kanununda sayılan diğer kıymetlerden farklı olarak çekte vadenin bulunmadığı belirtilmiştir. TTK’nun 707 inci maddesinin 1 inci fıkrasında çekin görüldüğünde ödeneceğine, buna aykırı herhangi bir kaydın yazılmamış hükmünde olacağına ilişkin hüküm bulunmaktadır. 
Uygulamada çekin senet gibi kullanılıyor olmasının ona hukuken senet niteliği kazandırmayacağı belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen 5838 sayılı Kanunla getirilen değişikliğin gerekçesinde, belirli bir süreyle çekin, üzerinde yazılı keşide tarihinden önce ödenmek için muhatap bankaya ibrazı geçersiz sayılarak, ekonomik sıkıntılarla çeklerin zamanında ödenememesi sonucunda ticari hayatta karşılaşılan sorunlara ve mağduriyetlere çözüm üretilmesi amacıyla yapıldığı ifade edilmiştir.
Getirilen yeni düzenlemedeki amaç, çeke vade konulması ya da ileri tarihli çek düzenlemesinin sağlanması olmayıp, madde hükmü ile belirlenen tarihe kadarki süreç zarfında, çeklerin kullanılmasıyla ilgili olarak ticari hayatta karşılaşılan sorunların ve bu sebeple yaşanan mağduriyetlerin giderilmesidir.
Zira, Türk Ticaret Kanununun hükümleri gereğince çeke vade konulması kabul edilmemiş, hatta çekte vade belirtilmiş olsa bile konulmamış sayıldığına hükmolunmuştur.
Dolayısıyla, bir ödeme aracı olarak kullanılan çeklerin vadeli olarak düzenlenmiş olması halinde dahi, Vergi Usul Kanununda yer alan reeskonta tabi tutulması mümkün sayılmamıştır.


2.   Yabancı Sermayeli Kuruluşların Mayıs Ayında Bilgi Verme Zorunluluğu:
4875 Sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu kapsamında bulunan yabancı sermayeli şirketler ve diğer kurum ve kuruluşlar tarafından her yıl mayıs ayı sonuna kadar bildirimde bulunulması zorunluluğu bulunmaktadır.
20.08.2003 tarihli Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu Uygulama Yönetmeliğine göre;
Kanun kapsamındaki şirket ve şubeler;
-Sermayelerine ve faaliyetlerine ilişkin bilgileri Mayıs ayı sonuna kadar,
-Sermaye hesabına yapılan ödemelere ilişkin bilgileri ödemeyi takip eden 1 ay içinde,
-Mevcut yerli veya yabancı ortakların kendi aralarındaki veya şirket dışındaki herhangi bir yerli veya yabancı yatırımcıya yaptıkları hisse devirlerine ilişkin bilgileri hisse devrinin gerçekleşmesini müteakip en geç 1 ay içinde, Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel bildirmek  zorundadırlar.
Kanun kapsamında bulunmayan yerli şirketler;
-Şirkete yabancı bir ortağın girmesi veya
-Şirketin yaptığı sermaye artışına yabancı yatırımcının iştirak etmesi
durumunda şirketin kanun kapsamına girmesi nedeniyle hisse devirlerine ilişkin bilgileri hisse devrinin gerçekleşmesini müteakip en geç 1 ay içinde Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü'ne bildirmek durumundadırlar.
4875 sayılı kanunda, yurt dışında ikamet eden Türk vatandaşları da "yabancı yatırımcı" sayıldığı için, bunların ortak oldukları şirketlerde de yukarıda sayılan bildirimlerin yapılması gerekmektedir.

II.               VERGİDE TARTIŞILAN RİSKLER VE FIRSATLAR:

  1. Danıştay Kararında Limited Şirketin Vergi Borcu İçin Kanuni Temsilci Durumunda Bulunan Limited Şirket Müdürü Hakkında Takibat yapılmadan Önce, Zamanaşımı Süresi İçerisinde Borcun Asıl Borçlu Tüzel Kişiden Tahsil Olanağı Kalmadığının İdarece Tespit Edilmiş Olmasının Şart Olduğuna Hükmedilmiştir:
Yargıya intikal eden olayda, bir limited şirketin ödenmeyen 1996 yılı kurumlar vergisi üçüncü taksidi 16.5.1998 tarihinde şirkete tebliğ edilen ödeme emriyle istenilmiş, ve bu suretle tahsil zamanaşımı 1.1.1999 tarihinden itibaren başlamıştır. 31.12.2003 tarihinde dolacak tahsil zamanaşımı içerisinde, 16.12.2003 tarihinde, şirketin ilgili dönemde kanuni temsilcisi olan şahsın taşınmazına haciz uygulanmıştır. 14.9.2004 tarihinde kanuni temsilci adına ödeme emri düzenlenerek 29.11.2004 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Danıştay Üçüncü Dairesi 2006/3902 esas ve 2009/51 sayılı kararında, ödeme emrinin şirkete tebliği ile zamanaşımının 1.1.1999 tarihinden itibaren işlemeye başladığı, bu ödeme emrinden başka borçlu limited şirket hakkında zamanaşımını kesecek herhangi bir işlem yapılmaması nedeniyle zamanaşımının 31.12.2003 tarihinde dolduğunu, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunun 102'nci maddesinde; amme alacağının vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrayacağını, 103'üncü maddesinde de; zamanaşımını kesen nedenlerin; ödeme, haciz, cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat, ödeme emri tebliği, mal bildirimi, haciz tatbiki gibi nedenler olduğunu, kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımının yeniden işlemeye başlayacağını belirtmiştir.
Danıştay kararında, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10'uncu maddesinin 2'nci fıkrası hükmü uyarınca, tüzel kişilerin vadesinde ödenmeyen vergi borçlarından kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabilmesi için, zamanaşımına uğramadığının ve tüzel kişiden tahsil olanağı kalmadığının idarece tespiti gerektiğini belirtmiştir.
Danıştay, asıl borçlu şirket hakkında zamanaşımını kesecek nitelikte herhangi bir işlem yapılmaması nedeniyle 31.12.2003 tarihinde zamanaşımına uğradığı anlaşılan vergi borcunun 29.12.2004 tarihli ödeme emriyle kanuni temsilci sıfatıyla şirket müdüründen istenilmesini mümkün bulmamaktadır. Kanuni temsilcinin araçlarına ve evine uygulanan haczin davalı idarece zamanaşımını kestiği öne sürülmekte ancak, bu durum asıl borçlu adına yapılan bir işlem olmaması nedeniyle, beş yıl içinde tahsil edilemeyen vergi borcunun zamanaşımına uğradığı açık olduğundan kanuni temsilciden aranmasında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Karardan da anlaşılacağı üzere; Danıştay kanuni temsilciler hakkında takibat yapılmadan önce, zamanaşımı süresi içerisinde asıl borçlu tüzel kişiden tahsil olanağı kalmadığının İdarece tespit edilmiş olmasının şart olduğuna hükmetmiştir.
        
  1. Danıştay’ın 5 nolu KDV Sirküleri ile 106 nolu KDV Genel Tebliğinin “İnşaat Ruhsatının Münhasıran Konut Yapı Kooperatifi Adına Düzenlenmiş Olması” ve “İnşaatın Yapıldığı Arsanın Tapu Sicilinde İnşaat Taahhüt Hizmetini Alan Kooperatif Tüzel Kişiliği Adına Tescil Edilmiş Olması” Şartlarını İptal Etmesinden Sonra, Konut Yapı Kooperatiflerine Verilen İnşaat Taahhüt İşlerinin İstisna veya İndirimli Orandan Yararlanabilmesi İçin Kooperatifin Konut Yapı Kooperatifi Olması, İşin Konut Yapı Kooperatifine Yapılması, Yapılan İşin İnşaat İşi Olması ve Taahhüde Dayanması Koşulları Yeterli Olacakmıdır:
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun, geçici 15. maddesi ile 29.07.1998 tarihinden önce inşaat ruhsatı alınmış inşaatlara ilişkin olarak, konut yapı kooperatiflerine yapılan inşaat taahhüt işleri katma değer vergisinden istisna tutulmuştur. Bu tarihten sonra ruhsat alınmış işlere ilişkin katma değer vergisi oranı, 1 Ocak 1998 tarihinden geçerli olmak üzere %1 olarak tespit edilmiştir.
49 ve 66 Seri No.lu KDV Genel Tebliğlerinde, konut yapı kooperatiflerine verilen inşaat taahhüt işlerinin istisna veya indirimli orandan yararlanabilmesi için;
- Kooperatifin konut yapı kooperatifi olması,
- İşin konut yapı kooperatifine yapılması,
- Yapılan işin inşaat işi olması ve taahhüde dayanması gerektiği belirtilmiştir.
21.11.2003 tarihli 2003/5 sayılı KDV Sirküleri ile 29.07.1998 tarihinden önce inşaat ruhsatı alınmış inşaatlara ilişkin olarak konut yapı kooperatiflerine yapılan inşaat taahhüt işlerinin katma değer vergisinden istisna olabilmesi için 49 ve 66 Seri No.lu KDV Genel Tebliğlerinde yapılan açıklamalara ek olarak “inşaat ruhsatının münhasıran konut yapı kooperatifi adına düzenlenmiş olması” şartı da aranmıştır.
Danıştay 2006 yılında vermiş olduğu Kararla, 21.11.2003 tarih ve 2003/5 sayılı KDV Sirküleri ile getirilen “inşaat ruhsatının münhasıran konut yapı kooperatifi adına düzenlenmiş” olması şartını iptal etmiştir. 
Danıştay’ın vermiş olduğu iptal kararının ardından çıkartılan 106 no.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’nde konuyla ilgili; “…..Bu Tebliğ’in yayımlandığı tarihten itibaren sözleşmesi imzalanacak inşaat taahhüt işlerinde istisna veya indirimli oranda KDV uygulamasından yararlanılabilmesi için, yukarıda belirtilen düzenlemelerde aranılan şartların yanı sıra, inşaatın yapıldığı arsanın tapu sicilinde inşaat taahhüt hizmetini alan kooperatif tüzel kişiliği adına tescil edilmiş olması da gerekmektedir.” açıklamalarına yer verilmiştir.
106 nolu KDV Tebliğinin iptali için açılan davada Danıştay yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir. Danıştay Kararı’nda; Tebliğ ile inşaatın yapıldığı arsanın tapu sicilinde inşaat taahhüt hizmetini alan kooperatif tüzel kişiliği adına tescil olmasının da gerektiği şeklindeki düzenleme ile açıklama özelliği aşılarak, söz konusu düzenlemelerde öngörülmeyen ve vergilerin kanuniliği ilkesine aykırı bir şekilde, istisna veya indirimli orandan yararlanma hakkını kısıtlar nitelikte yeni bir şart ve yaptırım getirilmiş bulunmaktadır.” Denilmiştir.
Mahkeme kararında, anılan avantajın mücerret olarak kötüye kullanımının engellenmesi amacıyla, nakit yerine daire karşılığında arsa satın alarak konut yaptıran iyi niyetli kooperatifleri de kapsayacak şekilde sınırlayıcı şartlar getirilmesini hukuka uygun bulmamıştır.

  1. Konut Yapı Kooperatiflerinin Taşınmaz Satışı KDV’den İstisna mıdır Değil midir?
Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 4. maddesinin birinci fıkrasının (k) bendi ile tüketim ve taşımacılık kooperatifleri dışında kalan kooperatifler belirli şartlarla kurumlar vergisinden muaftır.
Bilindiği üzere, kurumların aktifinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler KDV’den istisnadır. Ancak gayrimenkul ticareti yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz teslimleri istisna kapsamında değildir.
Bu hüküm konut yapı kooperatiflerinin istisnadan faydalanıp faydalanamayacağı hususunda tereddütlere yol açmaktadır. Gelir İdaresi verdiği özelgelerde bu konuda farklı görüşler belirtmiştir. (Mümin TÜYSÜZOĞLU-Gürman MANCOĞLU Yaklaşım Mayıs 2009) 
Konut yapı kooperatiflerinin istisna hükmünden faydalanamayacağına ilişkin verilen  özelgelerde, konut yapı kooperatiflerinin konut yapımına ilişkin faaliyetlerinin bulunması ve ortaklara veya üçüncü şahıslara taşınmaz satışları, taşınmazlara ilişkin ticari faaliyet olarak kabul edilmiştir.
Kanun’da, istisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretini yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz ve iştirak hisselerinin teslimleri istisna kapsamı dışında bırakılmıştır. Ticari amaç dışındaki nedenlerle alınmış olan taşınmazların satışının, istisnaya tabi olması gerekir. Örneğin gayrimenkul ticareti yapan kurumun büro olarak kullanmak üzere aldığı gayrimenkulü iki yıl sonra satması halinde KDV’den istisna olacaktır.
Öte yandan Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yer alan benzer istisna hükmünün kooperatifler açısından uygulanmasına ilişkin olarak yapılan açıklamalarda, kooperatiflerin amaçlarını gerçekleştirdikten sonra kalan fazla arsa veya konutu elden çıkarmaları halinde de doğan kazancın istisnaya tabi olacağı belirtilmiştir.
Ancak konut yapı kooperatiflerinin gayrimenkul satışlarında söz konusu istisnayı uygularken bu konuda İdarenin görüşünün net olmadığını dikkate almalıdırlar.

  1. Alınan Faturanın VUK da Öngörülen Zorunlu Bilgileri Taşımaması Halinde Özel Usulsüzlük Cezası Kesilebileceği Gibi Ödenen KDV’nin de İndirilememesi Söz Konusudur:
VUK’un 227. maddesinde “Bu Kanun’a göre kullanılan veya bu Kanun’un Maliye Bakanlığı’na verdiği yetkiye dayanılarak, kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları yönünden hiç düzenlenmemiş sayılır.” Hükmü yer almaktadır. r.
VUK’un 231. maddesinin 5 numaralı bendine göre; “Malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi (7) gün içerisinde düzenlenmeyen faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır.”
206 Sıra No.lu VUK Genel Tebliği’ne göre; “En az üç nüsha düzenlenmeyen sevk irsaliyeleri hiç düzenlenmemiş sayılır.”
Vergi İdaresine göre, taşıması zorunlu bilgileri taşımaması nedeniyle hiç düzenlenmemiş sayılan belgeler hakkında VUK’un 353. maddesine göre özel usulsüzlük cezası kesilmesi gerekmektedir.
Öte yandan KDV mevzuatımızda KDV indiriminin dayanağını ise VUK’da düzenlenen fatura ve benzeri belgeler oluşturmaktadır. İdareye göre bir fatura ve benzeri belgenin KDV indirimine konu edilebilmesi için fatura ve benzeri belgenin VUK’da yer alan şekilde düzenlenmiş olması gerekir. Taşıması zorunlu bilgileri taşımayarak VUK’a göre hiç düzenlenmemiş sayılan fatura ve benzeri belge KDVK açısından da KDV indirimine dayanak olarak kullanılamaz.
Konuya ilişkin mükellef aleyhine bazı yargı kararları da mevcuttur.  

  1. İş Seyahatlerinde Yeme, İçme vb Harcamaların Perakende Satış Fişi İle Belgelendirilemeyeceği Mutlaka Fatura Alınması Gerektiği:
Vergi İdaresi, personelin iş seyahatlerinde yaptıkları yeme içme gibi harcamalarının gider olarak dikkate alınabilmesi için bedel ne olursa olsun fatura ile belgelendirilmesi gerektiği ve bu harcamalar için alınan perakende satış fişlerinin gider belgesi olarak kabul edilmeyeceği görüşündedir.
Konu ile ilgili olarak verilen bir Özelge’de, “Firmanın pazarlama ve satış departmanlarında çalışan elemanlarının şehir içi ve dışındaki seyahatlerinde yeme içme gibi harcamalarının kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınabilmesi için fatura ile tevsiki zorunludur.” şeklinde idari görüş bildirilmiştir. (Durmuş Yener ÖZEL Yaklaşım Mayıs 2009)  
Gelir İdaresine göre, fatura ile belgelendirilmesi zorunlu bulunan mal ve hizmet alımlarının perakende satış fişi veya yazar kasa fişi ile belgelendirilmesi halinde,  bu belgeler gider belgesi olarak kabul edilmeyecek ve yapılan mal ve hizmet alımlarına ilişkin giderler,  iş ve işletme ile ilgili olsa dahi ticari kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınamayacak ve bu belgelerde gösterilen KDV’ler indirim konusu yapılamayacaktır.


III.            GEÇEN HAFTANIN EKONOMİ YORUMLARINDAN ALINTILAR:

Yiğit Bulut (Vatan 11.05)
Sayın Başbakanım,

Daha değişik bir ifadeyle: TBMM’de en büyük gruba sahip olan ve istediğiniz her kanunu çıkarma yetisine haiz olan Sayın Erdoğan,

Bir ülke düşünün bankacılık sektörü ile vatandaş arasındaki “bütün düzenlemeler” vatandaşın aleyhine yapılmış!

Bir ülke düşünün “dünyada eşi benzeri olmayan” bir uygulama yapılıyor. Konut kredisi alıyorsunuz, adına dünya ile uyumlu şekilde “mortgage” diyorlar ama yaptıkları dünya yüzeyinde eşi benzeri olmayan detaylar içeriyor. Konuta karşılık verilmesi gereken kredi için “bütün mal varlığınız hatta ailenizin bütün varlıkları” tehdit altına alınıyor!

Bir ülke düşünün “bankadan gelen öde emrine” itiraz etmeniz için “önce ödemeniz” gerekiyor, sonra “yargı makamına” gitme hakkınız var! Bir ülke düşünün “düşük kredi faizi” diyerek reklam yapılıyor, işlem yaptığınızda “peşin komisyon, dosya parası, kur farkı” gibi “abuk subuk” kalemler ile “kredi faizi” inanılmaz noktalara geliyor...

Bir ülke düşünün “aylık kredi kartı gecikme faizi” ABD ve AB’deki “yıllık faizden” daha yüksek!

Bir ülke düşünün, o ülkede bir Ticaret Kanunu düşünün “bütün detaylar” vatandaşın “aleyhine” çalışıyor ve “size gönderilen” ödeme emrine itiraz etmeniz için en az “o ödeme kadar” paranız olması gerekiyor!

Bir ülke düşünün bankaları “katrilyonlarca” kâr açıklarken, reel sektör “yok oluyor” !

Sayın Başbakanım, var mı böyle “kârlı, ballı” bir ticaret, vatandaşını bankalara bu kadar ezdiren başka bir “mekan”! Eleştirmekte haklısınız ama soruyorum size: Var mı böyle bir “kara parçası” daha! Söylediklerinizin haklılığına “kanımım son damlasına” kadar inanıyorum! Ama bir gerçek var: Şikayet makamında değildiniz ve burada “ilk çiviyi” çakacak olan da yine sizsiniz! Sayın Başbakanım, size bir vatandaş olarak çağrıda bulunmak istiyorum; “mortgage” düzenlemesinden başlamak üzere, Türk Ticaret Kanunu dahil “her satırı” vatandaşımızı koruyacak şekilde, ABD ve AB düzeyine getirelim! Ve Türk Halkının sırtındakileri indirelim! Şimdi sıra sizde “getirin bu düzenlemeleri” TBMM çatısı altına “destek vermeyenleri” hepimiz görelim...

Güngör URAS (Milliyet 12.05)
Sanayi üretiminde kıpırdama başladı
Öncü göstergeler sanayi üretiminde kıpırdamanın başladığını ortaya koyuyor. Sanayi üretiminde kıpırdamanın başlaması krizin sona erdiği anlamına gelmez. Ama çok önemlidir. Çünkü işverenler sanayide daralmanın sona erdiğini görürlerse işçi çıkarmaya son verirler. Sanayide üretimin artmaya başlamasıyla işletmeler tekrar işçi alabilir.
1) Şubattan sonra sanayide kapasite kullanımı azar azar artıyor
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 4936 işyerinde aylık kapasite kullanım oranlarını izliyor.
Sanayide kapasite bir işyerinin tüm (teknik + sermaye + emek) gücüyle yapacağı üretimin ölçüsünü gösterir. Kapasite kullanım oranı ise, bütünü 100 olan kapasitenin (değişik nedenlerle) ne kadarının kullanıldığını ortaya koyar.
Bizim sanayimizde kapasite kullanım oranı genelde 80-85 dolayındadır. 2008 Temmuz ayında 80 idi. Kasımda 72, aralıkta 64 oldu. 2009 yılı ocak ve şubat aylarında 63‘e kadar indi. Derken mart ayında 64 oldu. Acaba kıpırdama devam edecek mi diye beklerken sevinerek gördük ki kıpırdama devam ediyor. Kapasite kullanımı nisan ayında 66 olmuş.
Bu, nisan ayındaki kapasite kullanımı geçen yılın nisan ayındaki 81 olan kapasite kullanım oranına göre yüzde 18.2 gerilemeyi işaret ediyor. Geriye dönük bu duruma üzülelim ama, sevinilecek, ileriye dönük bir gelişme var. Kapasite kullanımındaki gerileme sona ermiş, kapasite kullanımında artış başlamış gibi.
2) Aylık sanayi üretim endeksi canlanmayı işaret ediyor
TÜİK her ay değişik sanayi kuruluşlarındaki üretimi izliyor. 2005 yılı üretim değerleri 100 olmak üzere aylık olarak (1) Toplam sanayi üretim endeksini (2) İmalat sanayii üretim endeksini (3) Her sektördeki üretim endeksini açıklıyor.
Toplam sanayi üretim endeksi yıllık ortalaması 2007 yılında 115.3 idi. 2008 yılında kasımda 110, aralıkta 93 olduktan sonra 2009 yılı ocak ayında 88’e, şubat ayında 84’e düşmüştü. Şimdi sevinerek görüyoruz ki mart ayında 95 olmuş.
2008 Mart ayında endeks 121 iken, 2009 Mart ayı endeks rakamı 95 olarak belirlendiğine göre, yıllık olarak yüzde 20.9 gerileme (sanayi üretiminde azalma) var. Buna üzülelim ama, şimdi geriye değil, ileriye bakmakta yarar var. Sanayi üretim endeksi bir ay önceye göre yüzde 13.4 oranında artmış. Demek ki sanayi üretiminde gerileme durmuş gibi.
Kriz bitti, artık güzel günler bizi bekliyor demeye imkân yok ama bunlar sevinilecek, moralleri düzeltecek göstergeler.

Güngör Uras (Milliyet 14.05)
Bütçe açığı üretime gidecek, paraları yutacak

2009 yılı 4 aylık bütçe açığı 20 milyar TL olarak açıklandı. Geçen yılın aynı döneminde açık 5.4 milyar TL idi. Geçen yılın aynı dönemine göre bütçe harcamaları yüzde 24 artarken, vergi gelirlerinde yüzde 4 azalma görüldü.
Bütçe açığının küçülmesi için (1) Ya vergi gelirleri artırılmalıdır. Ki, buna imkân yok. (2) Ya da harcamalar kısılmalıdır. Ki buna da imkân yok. Bütçe açığı önümüzdeki günlerde büyüyecek demektir.
Bütçe açığını devlet borçlanarak kapatmaya mecburdur. Devlet önümüzdeki günlerde daha fazla bono ve tahvil satarak borçlanacaktır. Devletin satacağı bono ve tahvilin ana müşterisi bankalardır.

Harcama artıyor
Biz ne bekliyoruz? Bankalar reel sektörü kredilendirsin. Tüketiciye, üreticiye, yatırımcıya kredi versin, ekonomi canlansın istiyoruz... Ama görülüyor ki, bu mümkün olamayacak. Tersine, bankalar tüketiciden, üreticiden, yatırımcıdan parayı keserek devlete verecek.
İyi de devlet bu parayı ne yapacak? İlk 4 aylık harcama kalemleri devletin borçlanarak bulacağı paraları nereye harcadığını ve harcayacağını gösteriyor.
-  Bütçe harcamalarının yüzde 24’ünü faiz ödemeleri oluşturuyor. Yılın 4 ayında bu harcamalarda 3.2 milyar TL artış görüldü. Faizi kısmaya imkân yok.
-  Bütçenin yüzde 24’ü memurlara ödemelere gidiyor. Bu harcamalarda da yılın 4 ayında geçen yıla göre 2.9 milyar TL artış oldu. Memuru isten çıkaramazsınız, maaşını kesemezsiniz. Ödeme devam edecek.
-  Mal ve hizmet alımlarına, yatırımlara ve diğer harcamalara giden para toplam harcamaların yüzde 14’ü kadar. Topu topu 12.9 milyar TL. Bu harcamalarda da 3.2 milyar TL artış var. Bunlar azaldığı kadar azalmış. Daha fazla azaltılamaz.

Sosyal güvenlik yükü 
-  Geriye kalıyor en büyük kalem: Cari transferler. Harcamaların yüzde 37’sini bu kalem oluşturuyor. Geçen yılın aynı dönemine göre 7.9 milyar TL (yüzde 38) artmış. Nedir cari transferler?
-  Sağlık ve sosyal yardım harcamaları, sosyal güvenlik kuruluşları açıkları ilk 4 ayda 5.3 milyar TL artmış ve 17.7 milyar TL’ye ulaşmış. En önemli harcama kalemi.
-  4 ayda tarım desteğine 2.7 milyar TL, vergi payı olarak mahalli idarelere 5 milyar TL verilmiş.
-  Hane halkına yapılan transferler, burslar, giyecek ve eşya yardımlarına harcanan paralar ve benzer harcamalar o kadar önemsiz rakamlarda ki kısmaya imkân yok.
Harcamaları daha fazla kısmak, vergileri kısa sürede daha fazla artırmak imkânsız. Sonunda açığı kapatmak için borçlanmadan başka yapacak iş kalmıyor. Borç alınacak en önemli kaynak ise bankalar.




Asaf Savaş Akat
İktisat bilmecesi çözüyoruz
ABD devlet tahlilleri 1917’den bu yana hiç kesintisiz AAA (en çok güvenilik) notuna sahipti. Şu sıralarda not kırılması ihtimalini seslendirenler belirdi. Ne demişler? Ateş olmayan yerde duman çıkmaz!

Küresel borsalardaki son toparlanma kalıcı mı? Şu sıralar 1933 yılı ile paralellik kuranlar çoğaldı. Biraz abartılı duruyor. Bir ipucu verelim. 1929’dan 1932’ye, DowJones 380’den 40’a düşmüştü. Neredeyse onda biri demek. Bu kez düşüş çok daha hafif oldu.

Merkez Bankası’nın çok yararlı bir çalışması var. İlk çeyrek Banka Kredileri Eğilim Anketi’ne göz atmanızı öneririm. Yatırım kredisi talebinde sert düşüş sürüyor. Diğer kredilerde düşüş yavaşlamış. Konut kredisi talebinde artış bile var.

TÜİK Mart ayı dış ticaret miktar endekslerini yayınladı. Geçen yıla kıyasla ihracatta yüzde 7 ama ithalatta yüzde 22 küçülme var. Ancak mevsim etkilerini temizleyince Şubat’tan Mart’a ithalatta bir kıpırdanma görülüyor. Acaba dibin görüldüğüne işaret mi?

Rus turistin parası

İnternette dolaşan bir iktisat bilmecesi belki size de ulaşmıştır. En yakınımdan başlayıp yağmur gibi mesaj geldi. Öğretici tarafı olabileceğini görünce toplu cevaplamayı tercih ettim. Mevsim yaz, aylardan austos... Fransız Riviera’sında küçük bir kasabada turizm sezonu fakat yağmur yağıyor. Neticede kasaba bomboş. Yani işler iyi değil. Herkesin borcu var ve kredi ile yaşıyorlar.

Şans eseri bir otele zengin bir Rus geliyor. Resepsiyona 100 dolar bırakıp, odaya bakmaya çıkıyor. Otel sahibi parayı alıp hemen komşu kasaba borcunu ödüyor. Kasap 100 doları kaparak, toptancıya borcunu vermeye gidiyor. Toptancı büyük bir sevinçle parayı alıp, kriz nedeniyle kendisine kredili hizmet veren fahişeye götürüyor. Fahişe parayı alıyor ve aynı otele giderek borcunu ödüyor. Tam o anda Rus müşteri geri dönüyor. Odayı beğenmedim deyip 100 dolarını alıyor ve gidiyor.

Rus müşterinin bu ziyaretinde kasabaya fiilen hiç para girmiyor. Buna karşılık tüm kasaba halkı borçlarından kurtuluyor ve geleceğe ümitle bakmaya başlıyor!

Püf noktası bilançoda

Püf noktası bilançolarda gizlidir. Her biri için aktifte 100 dolar alacak, pasifte 100 dolar borç var. Çok önemli: Herkesin borcu alacağına eşit, yani hiçbiri net borçlu değil. Rus turist geçici bir ödeme rahatlığı getirince bilançoların net değeri sabitken brüt borç sıfırlanıyor. Bu da brüt borca bakanları şaşırtıyor.

Bir başka senaryo yazalım. Dörtlü toplanıyor. Otelci “farzedin bende 100 dolar var; bununla kasaba borcumu ödüyorum” diyerek üzerine 100 dolar yazdığı bir kâğıdı uzatıyor. Kâğıt elden ele dolaşıp kendine dönünce yırtıp atıyor. Merkez bankalarının mali kriz ve resesyonla mücadele için para basmaları benzer bir mantığı yansıtıyor. Dikkat: şeytan ayrıntıda gizlidir. Gerçek yaşamda alacağı az, borcu çok oyuncular var. Sistemi net değeri eksi bilanço sahipleri bozuyor. Böyle işte...

Selim Türsen (Referans 15.05)
Suyunun suyunu satma bitiyor
Yüzyılın başından beri defalarca köpürüp sonra da büyük bir gürültüyle patlayan ABD ekonomisine Obama yönetimi yeni temeller atmaya kararlı görünüyor. Yeni ABD ekonomisinin temellerini ise daha iyi okullar, alternatif enerji kaynakları, etkin bir sağlık sistemi ve sıkı bir şekilde denetlenen Wall Street oluşturacak.
Son dönemlerde çok sık gündeme gelen "ABD ekonomisinde finans sektörü küçülecek" tartışmalarına Başkan Obama "Ekonominin atardamarı bankacılık sistemini korumaya devam edeceğiz. İşyerlerini finanse etmek, tüketicilerin otomobil, ev alabilmeleri için ihtiyaçları olan krediyi kolayca bulabilmelerini sağlayan sistem sürecek. Bunların hiçbiri değişmeyecek. Ama sağlıklı bir bankacılık sistemimiz olacak. Değişecek olan ise kredilerimizin yarısını elinde tutan banka dışı sektör olacak" diyor.

Yuppiler hoşlanmayacak
Ama Obama, milyon dolarlık bonuslar alıp bir tabak bifteğe gözünü kırpmadan 100 dolar ödeyen 25 yaşındaki yuppilerin bu durumdan hoşlanmayacağını da sözlerine ekliyor. ABD Başkanı, aslında son 10-15 yılda Wall Street'te olup bitenlerin, Silikon Vadisi'nde bir dönem inanılmaz paralar kazanan genç beyinlerin bu durumlarını devam ettiremeyip, ünlü dot.com çöküşünden çok farklı olmadığına da dikkat çekiyor. Bugün Silikon Vadisi'nin yine güçlü olduğunu söyleyen Obama, Wall Street'in de yine güçlü olacağını ama bugünkü gibi büyüklüğünün ekonominin yarısını oluşturmayacağını, 70'li, 80'li yıllardaki düzeyinde olacağını belirtiyor. Bunun da ekonomideki kaynakların başka sektörlere de aktarılacağı anlamına geleceğine dikkat çekiyor.
Ve Obama, ülkemiz için de geçerli olan şu çok önemli saptamayı yaparak "Biz matematikte başarılı her üniversite öğrencisinin türev piyasalarında ticaret yapan biri olmasını istemiyoruz. Biz onların bazılarının mühendislik eğitimi almasını, bazılarının da bilgisayar program tasarımına gitmesini istiyoruz" diyor.
Başkan'ın kısa bir süre önce kendisiyle yapılan özel bir röportajda dile getirdiği bu niyetlerin hayata geçmeye başladığı da görülüyor. Amerikan basını çarşamba günü, Obama yönetiminin türev piyasalarını gözetim altına alacak yeni bir kurum, yeni bir otorite oluşturacak yasal düzenlemeler için Kongre'nin hızla harekete geçmesini istediğini duyurdu.
Türev piyasaları ABD'deki krizin en büyük sorumlusu olarak görülüyor ve onlarca yıldır doğru dürüst denetime tabi tutulmuyor. Yeni yapılacak düzenlemeye borsalarda işlem gören türev türleri, takas bankların da dahil edilmesi isteniyor. Böylece türev piyasalarına ürün sokmak ve bunların alım satımı pahalı hale getirilmeye çalışılıyor. Krizin en önemli nedenlerinden birinin de türev piyasalarındaki denetim eksikliği olduğunu düşünen ABD yönetimi yeni konacak kurallarla hem bu piyasaların şeffaflaşacağını hem de şirketlerin türev ürün satımına ve ellerinde tutacakları türev kâğıt miktarına sınır getirmeyi amaçlıyor.

800 trilyon dolarlık piyasa
Türev piyasaları ilk geliştiği yıllarda hayli küçüktü. Sistem en genel hatlarıyla örneğin ev kredisi veren bir bankanın, alımı için kredi verdiği eve koyduğu ipotek karşılığı tahvil, bono vb bir ürün çıkarıp bunu uzman hedge fonlara satması, onların da bu gelirlere dayanarak uluslararası piyasalarda başka fonlara yatırım yapması, onların da Japon ev kadınlarına yüksek faizli bonolar satması gibi yöntemlerle işliyor.
Ancak geçen sürede kaldıraç işlevi gören bu ürünlerin piyasaları öylesine bir patlama yaptı ki, İsviçre'deki Bank of International Settlements'ın hesaplarına göre, geçen yıl dünyada türev piyasalarında işlem gören kontratların değeri 800 trilyon doları aştı. ABD borsa ve finans piyasalarının kalbi Wall Street'in motoru son yıllarda türev piyasaları oldu. Ancak türev piyasalarındaki ürünlerin gerçek değerini bilmek mümkün değil. Yatırımcılardan, analistlerden ve denetçilerden bunlar gizleniyor. Halka açık borsalarda, işlem gören kuruluşların yaptıkları her işin en küçük detaylarına kadar hesabını vermek zorunda oldukları yerlerde türev ürünler açık bir şekilde işlem görmüyor.

Yeni bir düzen kurulacak
Aslında düzgün bir şekilde işlese türev piyasalarda gelecekteki risklerden korunmak için son derece yararlı ürünler var. Örneğin ihracatçısınız. Mayıs ayında sattığınız ürünün bedelini ağustosta alacaksınız. Ama doların üç ay sonraki değerini bilemediğiniz için fiyat vermekte zorlanıyorsunuz. İşte burada future piyasalarından yararlanabiliyorsunuz. Hesabınızı yapıp üç ay sonra gelecek dolarınızı X liradan bozduğunuzda kârlı olacağınızı gördüğünüzde malınıza fiyat koyabiliyorsunuz. Sonra da türev piyasasına çıkıp ağustos vadede dolarınızı o fiyattan satmayı taahhüt ediyorsunuz.
Bir de ithalatçı düşünelim. Üç ay sonra yapacağı ödeme için doların ne olacağını bilemiyor. O da hasabını yapıp üç ay sonra belli bir fiyattan alım garantisini arıyor. Türkiye'de Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası bu işleri yapıyor. VOB'un piyasasında alıcı ve satıcı buluşturuluyor. Artık hemen her banka ve aracı kuruluş VOB işlemleri yapıyor. Böylece gelecekte dolar ne olacak diye uykularınız kaçmadan işinize gücünüze bakmanız mümkün oluyor.
O nedenle ihracatçılar, sigorta şirketleri ya da hava yolu şirketleri gelecekteki riskten korunmak ya da zararlarını minimuma indirmek için türev piyasalarından yoğun bir şekilde yararlanıyor.
Ama dünyada türev piyasaları suyunun suyunu satmaya döndüğü için tarihin en büyük krizlerinden birine yol açtı.
Şimdi bu piyasaların yeni kurallara bağlanması için ilk adım Amerika'da atılıyor. Sanırız bütün dünyada benzeri bir eğilim olacak ve türev piyasalarında da yeni bir düzen kurulacak.


11 Mayıs 2009 Pazartesi

MALİ GÜNDEM (11.05.2009)


I.                   GEÇEN HAFTANIN GELİŞMELERİ:

  1. Çiftçi Kayıt Sistemine Dahil Olan Çiftçilere Mazot, Kimyevi Gübre ve Toprak Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına İlişkin Tebliğ:
8 Mayıs 2009 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2009/41 sayılı Tebliğde 2010 yılı içinde ödenecek olan 2009 yılı mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi desteği uygulamaları açıklanmıştır.
Tebliğe göre çiftçilere, yılı içerisinde işledikleri ÇKS’de kayıtlı tarım arazisi büyüklüğü dikkate alınarak mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesi yapılır. Müracaat ettikleri toplam arazi miktarı 1 (bir) dekarın altında olan çiftçilere mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesi yapılmaz.
Toprak analizi desteği dekar başına 2,5 TL’dir. Dekar başına yapılacak mazot ve kimyevi gübre destekleme ödemesi miktarı Tarımsal Destekleme ve Yönlendirme Kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.
Mazot ve kimyevi gübre destekleme ödemeleri ürün gruplarına göre farklı miktarda olmak üzere üç ana ürün grubuna göre alan bazlı olarak yapılır. Birinci ürün grubunda; süs bitkileri, özel çayır mera ve orman emvali alanlar, ikinci ürün grubunda; hububat, yem bitkileri, baklagiller, yumru bitkiler, sebze ve meyve alanları, üçüncü ürün grubunda yağlı tohumlu bitkiler ile endüstri bitkiler yetiştirilen alanlar yer almaktadır.
  1. Mayıs Ayının Sonuna Kadar Vergi Levhalarını Tasdik Ettirmek Gerekiyor:
Vergi levhaları bağlı bulunulan vergi dairesince tasdik edilir. Ayrıca, yeminli mali müşavirler, serbest muhasebeci mali müşavirler de tasdike yetkilidirler.
Birden fazla işyeri veya aynı işyerinin muhtelif kat ve reyonlarına vergi levhası asmak zorunda olanlar, bunların hepsini tasdik ettirmeleri gerekir.
Vergi levhası zamanında tasdik ettirilmediğinde,160 TL özel usulsüzlük cezası kesilir.
Yıl içinde mükellefiyet tesis ettirenler, mükellefiyetin tesisinden itibaren bir ay içinde vergi levhasını  tasdik ettirip asarlar.
Mükellefin iş nevi, işyeri adresi ve bağlı olduğu vergi dairesinin değişmesi halinde bu değişikliklerin meydana geldiği tarihten itibaren bir ay içinde yeni vergi levhasının tasdik ettirilmesi ve gerekli yerlere asılması zorunludur.
İşyerinde birden fazla kat veya reyon olması halinde her kat ve reyon için vergi levhası asılacaktır.
Vergi levhasını tasdik eden YMM ve SMMM’ler her yılın mayıs ayı sonuna kadar levhasını tasdik ettikleri kişilerin ad ve soyadları (tüzel kişilerde unvanları) ile vergi kimlik numaralarına ilişkin bilgileri Haziran ayının 25'ine kadar bağlı oldukları vergi dairelerine bir yazı ekinde bildirirler
I.                   VERGİDE TARTIŞILAN RİSKLER VE FIRSATLAR:

  1. 2009 Yılına Devreden Yatırım İndirimi Bulunan Mükellefler Ne Yapmalı:
Bilindiği üzere vergi mevzuatımızda yıllardan beri yer alan yatırım indirimi müessesesi 5479 sayılı Kanunla 01.01.2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlükten kaldırılmıştır.
Aynı kanunla mükelleflerin henüz yararlanamadığı yatırım indirimi istisnası tutarları ve devam eden yatırım harcamaları ile ilgili olarak GVK’na Geçici 69. madde ilave edilmiştir. Bu maddede bu durumdaki mükellefler için yatırım indirimi istisnasından yararlanma hakkı 2006, 2007 ve 2008 yılları kazançlarıyla sınırlandırmıştır. 
Bu yıllarda beyan edilen kazançlardan indirilemeyen yatırım indirimi istisnası tutarı daha sonraki yıllarda indirilemeyecektir.
Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 69. maddesi ile yapılan bu sınırlandırmanın, kazanılmış hakların korunması ve hukuki güvenlik ilkeleri açısından Anayasa’ya aykırılık teşkil ettiği iddiası ile ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak, mahkemeden geçici 69. maddenin birinci fıkrasının sonunda yer alan “…..sadece 2006, 2007 ve 2008 yıllarına ait…” ibaresinin iptali talep edilmiştir.   
Hukuk sistemimize göre, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği bir iptal kararından ancak yargıya başvuran mükellefler yararlanabilecektir.
Bu nedenle mükelleflerin, 2009 yılında beyannamelerini ihtirazi kayıtla beyan etmeleri ve tahakkuku takip eden yasal süre içerisinde yargı yoluna başvurmaları gerekmektedir.
Mayıs ayında verilecek ilk geçici vergi beyanı ihtirazi kayıtla yapılıp, tahakkuktan itibaren de 30 gün içinde dava açılabilir. Ancak 2009 takvim yılına ilişkin geçici vergi beyanları için ihtirazi kayıtla beyanda bulunulup dava açılmasa bile 2009 yıllık beyanı için dava açmak yeterlidir.
Anayasa Mahkemesi'ndeki dava Nisan 2010'a kadar olumlu sonuçlanırsa yıllık beyana ihtirazi kayıt koyup dava açmaya gerek kalmadan yatırım indirimi istisnası uygulanabiliecektir.
Ancak bir konuyu hatırlatmakta fayda var, o da davanın kazanılması halinde, yatırım indirimi istisnası uygulandıktan sonra kalan matraha eski kurumlar vergisi oranı olan % 30 uygulanması gerektiği için daha önce % 20 olarak tahakkuk ettirilen kurumlar vergisinin düzeltilmesi gerekir. Bu nedenle dava açmadan önce bu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca yatırım indirimi istisnasının stopajsız veya % 19,8 oranında stopajlı olup olmadığına da dikkat edilmelidir.



II.               GEÇEN HAFTANIN EKONOMİ YORUMLARINDAN ALINTILAR:

Uğur Gürses (Radikal 04.05)

“Bu çerçeve içinde, 2007 Seçimleri öncesinde Hazine’den sorumlu bakan olan Ali Babacan’ın, tekrar ekonomiye daha güçlü biçimde dönüşü anlamlı ve önemli. Cumhurbaşkanı’nın ‘ekonomi penceresine’ Babacan sayesinde daha yakınlaştığı düşünülebilir. Bunun anlamı, işin içine Gül’ün ekonomiye olan ilgi ve bilgisiyle biraz daha sağduyunun girmesi olasılığı artıyor demektir. Buna ilave olarak, bugünkü olumsuz hava içinde iktidarın ‘eski güzel günler’ özlemiyle, o günlerde bakanlık yapan, deneyimli Babacan’ı tekrar düşünmesi sürpriz de değil. Ayrıca, 2002 sonrasında ilk kez hem Hazine, hem de bankalar ile Merkez Bankası, SPK ile BDDK gibi ilgili kuruluşlar tek bir bakana bağlanmış oldular. Güçlü bir ekonomi bakanlığı yapısı görünümü veriyor.
Dikkat çeken bir başka nokta, Hazine’den sorumlu bakan Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanlığı’na kaydırılması oldu. Böyle bir kararın ise geleceğe dönük olarak zorunluluğu ortaya çıkan reformlarla ilgisi olmalı. Bu, IMF ile bugünlerde müzakereleri yürütülen ve de gelecekte üzerinde daha fazla mesai harcanacak olan vergi idaresi reformu ile kayıt dışının azaltılması konularındaki yol haritasıdır.
Nitekim görevi Kemal Unakıtan’dan devralırken yaptığı açıklamada “Gelir Vergisi  reformu, vergi sisteminin sadeleştirilmesi, kayıt  dışılıkla mücadele, vergi tahsilatının  daha da etkinleştirilmesi , mali kuralın hayata geçirilmesi, kamu mali hesaplarının şeffaflık ve uluslararası standartlara uyumunun artırılması, mali yönetim, iç kontrol ve denetim alanlarının teknik ve idari kapasitelerinin yükseltilmesi ve mahalli idarelerin mali yapısının ve yönetiminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması, önümüzdeki dönemde yoğunlaşacağımız alanların b aşında gelmektedir”  demesi, bu görüşümüz için yeterli bir çerçeve oluşturmaktadır. Şimşek’in ilginç bir biçimde, IMF ile müzakereleri sürdürmesi de olasıdır. Çünkü IMF ile konuşulacak konuların, üzerinde anlaşma sağlanacak maddelerin neredeyse tamamı Maliye idaresini ilgilendirmektedir.
Tabii bir de, G20 toplantılarındaki temsilin Maliye Bakanları tarafından yapıldığını anımsatalım.
Bizce Bakan Şimşek, Hazine bakanlığına göre artık daha güçlenmiş bir konumdadır.
Bugüne kadar Başbakan yardımcısına bağlı yönetilen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), GAP
ve DAP  gibi projeler, bir Devlet Bakan ına bağlandı. Bakanlığa da Bingöl  Milletvekili Cevdet Yılmaz  getirildi. Böylece DPT’nin işlevinin daha çok bölge kalkınmasına kaydırıldığı anlaşılıyor.
Ekonomi ile ilgili diğer bakanlıklara yapılan atama ve görev kaydırmalarına bakılırsa; bu bakanlıkların ‘destek işlevine’ sahip olacakları, ekonomin temel makro ve bütçe politikasının ise iki bakanlık tarafından şekillendirileceği bir sürecin başladığını düşündürüyor.
Sonuç olarak, kabinedeki 1 Mayıs 2009 revizyonuyla; ekonomi politikasının temel çekirdeği, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ikilisine teslim edilmiştir.”



Güven Sak (Referans 05.05)
IMF, artık garip-gurebanın yanındadır

“Öyle anlaşılıyor ki, finansal piyasaların eskisi gibi şirketler kesimini özel kanallardan fonlayabilmesi için bir süre daha bekleyeceğiz. Bunun birkaç nedeni var. Bunlardan ilki bankacılık sistemindeki bilanço hasarının açıklıkla ortaya konmaması ve bilançolardaki hasarın onarılmaması. ABD'de bu işlem daha tamamlanamadı. Geçen yıl severek yazdığımız gibi, "şişman kadın sahneye çıktı" ama bir türlü şarkısına başlayamadı. Ve elbette biz son derece sıkıldık. Burada daha önce yaptığımız tespit, hâlâ geçerliliğini koruyor: Banka bilançolarının hasar tespiti ve onarımının ne kadar siyasi bir mesele olduğunu ve de güçlü bir iktidar gerektirdiğini yaşayarak öğrendik. Bankalara borçlu şirketler listesine bakıp, hangi şirkete ne olacağına karar vermek kolay değil. Herkesin ayrı lobicisi ve de siyasi desteği var. Bu çerçevede, Chrysler'in iflası haberi kötü değil, iyidir. Ancak bu durum, ortadaki işin uzamasının birinci nedenidir.
İşi bugünden sonra uzatacak, ikinci neden ise doğrudan Amerikan finansal sisteminin işleyişinden kaynaklanıyor. Orada bankacılık kadar ve hatta ondan daha önemli olarak, sermaye piyasası enstrümanları vasıtasıyla şirketler kesimi finanse ediliyor. Hisse senedi ve tahvil piyasaları son derece önemli. Kararı doğrudan bireysel ve kurumsal yatırımcılar veriyor, hangi projeleri nasıl destekleyeceklerini belirliyorlar. Küresel finansal kriz ve sonrasında, kaynak dağıtım kararlarında, New York yerine Washington'ın ön plana çıkması, sermaye piyasası yatırımcılarını oldukça rahatsız etmiş gibi duruyor. Bank of America (BofA) genel kurulu etrafında yürüyen tartışmalarda, ABD Merkez Bankası Başkanı Bernanke ile Hazine Bakanı Paulson'ın adlarının, BofA'nın kendi kaynak dağılım kararlarına doğrudan müdahale çerçevesinde, gündeme gelmesi, önümüzdeki dönemde hisse senedi yatırımcılarının devreye girmesini geciktirecek bir hadise olarak görülmelidir. Şimdi kendinizi hisse senedi yatırımcısının yerine bir koyun bakalım: Projeleri değerlendirip, bir hisse senedinde karar kılıyorsunuz. Sonra Washington'dan biri telefon edip, sizin kaynaklarınızı, hiç düşünmediğiniz ve size açıklanmayan bir biçimde, çarçur ettirecek bir kararı alması için şirket CEO'sunu zorluyor. Böyle yönetim mi olur? Bu durumda siz ortalık tamamen durulup, işler eskisi gibi yürümeden yeniden hisse senedi alır mısınız? Zor alırsınız. Biz bu ortamda sermaye piyasası yatırımcılarının kolaylıkla devreye giremeyeceklerini düşünüyoruz. Bu iki.
Gelelim üçüncüsüne.. Türkiye gibi ülkelere fon aktaran kanalların ise ancak baştaki bu iki kanal onarıldıktan sonra gündeme yeniden gelebileceğini düşünüyoruz. Demek ki neymiş? Kendi haline kalırsa, en az üç-dört yıl daha bizim buralara normal yollardan kaynak aktarımı olamazmış.
Peki, bu durumda ne olur? Gelelim genellemeye. Olacak olan şudur: Her hükümet kendi piyasasında yatırımcılardan kaynakları toplayıp, şirketler kesimine kendisi aktaracaktır. Türkiye daha bu noktaya gelememiş az sayıda ülkeden biridir. Uluslararası düzeyde ise IMF hepimiz adına yatırımcılardan kaynak toplayıp, Türkiye gibi ülkelere aktaracaktır. Dünyamızın acil gündemi esasen budur. Herkes bu nedenle bir araya gelip durmaktadır. "IMF'nin bu rolü nereden çıktı?" diye merak edenleri IMF İcra Direktörü'nün 23 Nisanda Washington'da yaptığı sunuma bir kez daha bakmaya davet ederiz. Yine aynı konuşmadan çıkan bir sonuç da şudur: Bu fon aktarımının hikmeti yoksulların daha da yoksullaşmasını önlemektir. IMF'nin halen -altı boş bile olsa- fon aktarımı için bir "sosyal şart"tan bahsediyor olması dikkate alınmalıdır.
Demek ki neymiş? IMF ile bir an önce anlaşmanın önemi özel kanallardan Türkiye'ye fon aktaracak olanlar gözünde kredibilite filan kazanmak değilmiş. Neden değilmiş? Çünkü o yolla fon aktaracaklar zaten az olacakmış. Önemli olan neymiş? Yabancı tasarrufların kısa vadede memlekete akabilmesinin bir başka yolu olmadığı için, fon akımını IMF vasıtasıyla gelecek "devletten devlete" fonlarla ikame edebilmek için bir an önce IMF ile anlaşmak gerekirmiş. Bakın bu, bu döneme özgü, bir yeniliktir: IMF, artık garip- gurebanın, fakir-fukaranın yanındadır. Yeni görevi budur.
İlgililere saygıyla duyurulur.”

2009 YILINA DEVREDEN YATIRIM İNDİRİMİ BULUNAN MÜKELLEFLER NE YAPMALI




Bilindiği üzere vergi mevzuatımızda yıllardan beri yer alan yatırım indirimi müessesesi 5479 sayılı Kanunla 01.01.2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlükten kaldırılmıştır.
Aynı kanunla mükelleflerin henüz yararlanamadığı yatırım indirimi istisnası tutarları ve devam eden yatırım harcamaları ile ilgili olarak GVK’na Geçici 69. madde ilave edilmiştir. Bu maddede bu durumdaki mükellefler için yatırım indirimi istisnasından yararlanma hakkı 2006, 2007 ve 2008 yılları kazançlarıyla sınırlandırmıştır. 
Bu yıllarda beyan edilen kazançlardan indirilemeyen yatırım indirimi istisnası tutarı daha sonraki yıllarda indirilemeyecektir.
Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 69. maddesi ile yapılan bu sınırlandırmanın, kazanılmış hakların korunması ve hukuki güvenlik ilkeleri açısından Anayasa’ya aykırılık teşkil ettiği iddiası ile ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak, mahkemeden geçici 69. maddenin birinci fıkrasının sonunda yer alan “…..sadece 2006, 2007 ve 2008 yıllarına ait…” ibaresinin iptali talep edilmiştir.   
Hukuk sistemimize göre, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği bir iptal kararından ancak yargıya başvuran mükellefler yararlanabilecektir.
Bu nedenle mükelleflerin, 2009 yılında beyannamelerini ihtirazi kayıtla beyan etmeleri ve tahakkuku takip eden yasal süre içerisinde yargı yoluna başvurmaları gerekmektedir.
Mayıs ayında verilecek ilk geçici vergi beyanı ihtirazi kayıtla yapılıp, tahakkuktan itibaren de 30 gün içinde dava açılabilir. Ancak 2009 takvim yılına ilişkin geçici vergi beyanları için ihtirazi kayıtla beyanda bulunulup dava açılmasa bile 2009 yıllık beyanı için dava açmak yeterlidir.
Anayasa Mahkemesi'ndeki dava Nisan 2010'a kadar olumlu sonuçlanırsa yıllık beyana ihtirazi kayıt koyup dava açmaya gerek kalmadan yatırım indirimi istisnası uygulanabiliecektir.
Ancak bir konuyu hatırlatmakta fayda var, o da davanın kazanılması halinde, yatırım indirimi istisnası uygulandıktan sonra kalan matraha eski kurumlar vergisi oranı olan % 30 uygulanması gerektiği için daha önce % 20 olarak tahakkuk ettirilen kurumlar vergisinin düzeltilmesi gerekir. Bu nedenle dava açmadan önce bu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca yatırım indirimi istisnasının stopajsız veya % 19,8 oranında stopajlı olup olmadığına da dikkat edilmelidir.



5 Mayıs 2009 Salı

MALİ GÜNDEM (05.05.2009)


I.                   GEÇEN HAFTANIN GELİŞMELERİ:

  1. İnternet Servis Sağlayıcılığı Hizmetine İlişkin Özel İletişlim Vergisi % 5’e Düşürüldü:
18.02.2009 tarihli 5838 sayılı Kanun ile 6802 sayılı Gider Vergileri kanununda değişiklik yapılarak kablolu, kablosuz ve mobil internet servis sağlayıcılığı hizmetlerinde ÖİV uygulaması değiştirilmiştir. Yapılan deşiklikle kablolu,  kablosuz ve mobil internet servis sağlayıcılığı hizmeti % 5, diğer telekomünikasyon hizmetleri % 15 oranında ÖİV’ne tabi olacaktır.
GSM operatörleri tarafından verilen her nevi mobil telekomünikasyon işletmeciliği kapsamındaki (ön ödemeli kart satışları dahil) tesis, devir, nakil ve haberleşme hizmetleri % 25 oranında ÖİV’ye tabi bulunmakta idi. Bu mükelleflerin 1.3.2009 tarihinden itibaren verdiği internet erişim hizmetlerinde  ise bu hizmetlerin ayrıştırılabilmesi şartıyla % 5 oranında ÖİV uygulanacaktır.
GSM Operatörleri tarafından ön ödemeli hat abonelerine verilen internet erişim hizmetlerinde, kullanıcıya sunulan hazır kartların internet erişim hizmeti ve diğer haberleşme hizmetleri için birlikte kullanılabilmesi halinde kart bedeli üzerinden % 25, münhasıran internet erişim hizmeti amacıyla kullanılabilir olması, başka bir ifadeyle konuşma, kısa mesaj vb. diğer hizmetler için kullanılmaya imkan vermemesi halinde kart bedeli üzerinden % 5 ÖİV hesaplanacaktır.
ÖİV oranını % 5 olarak belirleyen değişiklik 1/3/2009 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, bu tarihten sonra teslim edilen ve münhasıran internet erişimine imkan veren ön ödemeli kartlarda ÖİV oranı % 5 olarak uygulanabilecektir. 1/3/2009 tarihinden önce teslim edilmiş bulunan ön ödemeli kartlar nedeniyle herhangi bir iade işlemi yapılmayacaktır.

  1. 87.04 Tarfe Pozisyonundaki Kapalı Kasa Kamyonetlerini Kayıt ve Tescilden Önce Tadilat Yaptırarak 87.03 Tarife Pozisyonundaki Binek Otoya Çevirenler Aradaki ÖTV Farkını Ödeyecekler:
28 Nisan 2009 tarihli 6 nolu ÖTV Sirkülerinde 87.03 tarife pozisyonundaki araçlar için 1/8/2002 - 21/7/2005 tarihleri arasında 87.04 G.T.İ.P. numarasından ÖTV beyan edilmesine ilişkin açıklamalar yapılmıştır. 
ÖTV Kanunu hükümlerine göre, ÖTV mükellefi olan motorlu araç ticareti yapanlar tarafından ilk iktisap kapsamında teslim edilen araçlar için  Türk Gümrük Tarife Cetveline göre tespit edilen G.T.İ.P numarası itibariyle ÖTV beyan edilip ödenmesi gerekmektedir.
Ancak 5838 sayılı Kanunun Geçici 3 üncü maddesi ile Kanuna ekli (II) sayılı listedeki araçları ilk iktisap kapsamında teslim eden motorlu araç ticareti yapanların, ÖTV'nin yürürlüğe girdiği 1.8.2002 tarihinden 21.7.2005 tarihine kadar 87.03 tarife pozisyonunda yer alan araçları 87.04 tarife pozisyonunda beyan edip bu kapsamdaki araçlar için vergi ödemiş olmaları halinde, bu işlemle ilgili ek ÖTV tarhiyatı yapılmaması, yapılan tarhiyatların terkin edilmesi, tahsil edilen tutarların ise red ve iade edilmemesi öngörülmüştür.
Motorlu araç ticareti yapanlardan 87.04 tarife pozisyonunda ÖTV beyan edilmek suretiyle satın alınan kapalı kasa kamyonetlerin kayıt ve tescilinden önce tadilat yapılmak suretiyle 87.03 tarife pozisyonundaki bir araca dönüştürülmesi halinde, 87.03 tarife pozisyonundaki aracın iktisabı için de ÖTV beyan edilmesi ve  daha önce 87.04 tarife pozisyonundaki araç için ödenen ÖTV mahsup edilmek suretiyle aradaki farkın ödenmesi gerekmektedir. Bu şekilde tadilat yapılan araçlar için ÖTV beyanında bulunmadığı tespit edilenler hakkında Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre cezalı tarhiyat yapılacaktır..

II.               VERGİDE TARTIŞILAN RİSKLER VE FIRSATLAR:

  1. Örtülü Sermaye Üzerinden Hesaplanan KKEG Niteliğindeki Faize İlişkin KDV’nin Düzeltilmesi
Kurumlar Vergisi Kanununa göre, kurumların ortaklarından veya ortaklarla ilişkisi olan kişilerden aldıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun özsermayesinin üç katını aşan kısmı, örtülü sermaye sayılmaktadır.
Örtülü sermaye üzerinden borçlu kurumun ödediği faiz vb (kur farkı hariç) tutarlar, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştirdiği hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kâr payı veya dar mükellef için ana merkeze aktarılan tutar sayılmaktadır.
Faiz gelir ve gideri faizi alan ve ödeyen tarafından kar payı sayıldığı için işlemler buna göre düzeltilir. Bu düzeltmenin yapılması için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şarttır.
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun birinci maddesinde KDV’ye tabi tutulması öngörülen işlemler belirtilmiş olup, kâr payları KDV’ye tabi değildir.
Dolayısıyla örtülü sermaye sayılan ödemeler için hesaplanan faizler katma değer vergisine tabi olmayıp, yapılan işlemin örtülü sermaye olduğu daha sonra anlaşıldığında faizi ödeyen kurum tarafından indirim konusu yapılan KDV’ler cezalı olarak ödenecek, faizi alan kurum tarafından hesaplanan KDV olarak beyan edilenler ise  bu kuruma iade edilecektir.

  1. Kat İrtifakı Kurulmuş Ancak Henüz Kat Mülkiyetine Geçirilmemiş Gayrimenkullerin 28 Kasım 2009 Tarihine Kadar Kat Mülkiyetine Geçirilmesi Zorunluluğu:
28 Kasım 2007 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan "Kat Mülkiyeti Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 5711 sayılı Kanun”da 28.11.2007'den önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki yapılar tamamlanıp "yapı kullanma belgesi" alınmış bulunan gayrimenkullerin, 28 Kasım 2009 tarihine kadar kat mülkiyetine geçirilmesi zorunlu kılındı.
28 Kasım 2009 tarihine kadar, kat mülkiyetine geçme yükümlülüğünü yerine getirmeyenlere belediyeler tarafından her bir daire malikine 1.000'er TL "idari para cezası" kesilmesi öngörüldü. (Şükrü Kızılot-Hürriyet 29 Nisan 2009)

III.            GEÇEN HAFTANIN EKONOMİ YORUMLARINDAN ALINTILAR:

Hurşit Güneş (Milliyet 27 Nisan 2009)
IMF tahmini de iyimser; ekonomi daha fazla daralacak
2001 krizinden beter
2001 yılında mali kriz çıktığında sanayi üretimindeki daralma çok daha sınırlıydı; yıl ortalaması yüzde 10 kadardı. En kötü ay olan kasım ayında bile sanayi yüzde 14.4 daralmıştı. Oysa bu yıl son 2 aydır sanayi daralması yüzde 20’leri aşıyor. 2001 yılında Türkiye ekonomisinin yüzde 5.7 oranında daraldığı göz önüne alınırsa, bu yıl daralmanın en az yüzde 6.5 olacağı öngörülebilir.
IMF’nin dış açık ve enflasyon tahminlerini de pek gerçekçi değil. Bu tahminler birbirleriyle uyumlu olsa da bir parça iyimser kalıyor.
IMF, Türkiye ekonomisinin 2009 yılında yüzde 6.9’luk bir enflasyonla karşı karşıya olacağını öngörüyor. Oysa biz sonbaharda (başta petrol olmak üzere) küresel olarak emtia fiyatlarında bir kıpırdanma olmadıkça enflasyonun daha aşağılarda (yüzde 6’dan az) kalacağını düşünüyoruz. Çünkü ithalattan da anlaşıldığı üzere iç talep çökmüş durumda.
IMF dış açığın milli gelirin yüzde 1.2’si kadar olacağını tahmin ediyor. Yani 7-8 milyar dolar.
Hükümet ise açığın daha fazla, 11-12 milyar dolar olmasını bekliyor. Eh ne de olsa ne kadar ekonomik daralma, o kadar da dış açık büzüşmesi. Biz ise bu yıl dış açık oluşmasa şaşmayacağız. Çünkü bizim ekonomik daralma beklentimiz daha yüksek.
2010’da sadece kıpırtı var
IMF’ye göre, Türkiye ekonomisi 2010 yılında toparlanmaya başlayacak ve yüzde 1.5 büyüyecekmiş. Makul. Ancak enflasyon aynı düzeyde (yüzde 6.8) kalacakmış. Küresel olarak emtia fiyatları çok değişmezse bu da olabilir... Dış açık konusunda ise IMF 2010 yılında milli gelirin yüzde 1.6’sı kadar bir büyüklük bekliyor. Yani 10-11 milyar dolarlık bir açık. Bu da mantıklı. Özetle, IMF, 2009 için biraz iyimser görünse de 2010 için daha gerçekçi görünüyor.
Ama şurası kesin ki, ekonomide çabuk bir toparlanmayı bekleyen yok.