I.
GEÇEN
HAFTANIN GELİŞMELERİ:
- Çiftçi
Kayıt Sistemine Dahil Olan Çiftçilere Mazot, Kimyevi Gübre ve Toprak
Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına İlişkin Tebliğ:
8
Mayıs 2009 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2009/41 sayılı Tebliğde 2010 yılı içinde ödenecek olan 2009 yılı
mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi desteği uygulamaları açıklanmıştır.
Tebliğe
göre çiftçilere, yılı içerisinde işledikleri ÇKS’de kayıtlı tarım arazisi
büyüklüğü dikkate alınarak mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme
ödemesi yapılır. Müracaat ettikleri toplam
arazi miktarı 1 (bir) dekarın altında olan çiftçilere mazot, kimyevi gübre
ve toprak analizi destekleme ödemesi yapılmaz.
Toprak
analizi desteği dekar başına 2,5 TL’dir. Dekar başına yapılacak mazot ve
kimyevi gübre destekleme ödemesi miktarı Tarımsal Destekleme ve Yönlendirme
Kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.
Mazot
ve kimyevi gübre destekleme ödemeleri ürün gruplarına göre farklı miktarda
olmak üzere üç ana ürün grubuna göre alan bazlı olarak yapılır. Birinci ürün
grubunda; süs bitkileri, özel çayır mera ve orman emvali alanlar, ikinci ürün
grubunda; hububat, yem bitkileri, baklagiller, yumru bitkiler, sebze ve meyve
alanları, üçüncü ürün grubunda yağlı tohumlu bitkiler ile endüstri bitkiler
yetiştirilen alanlar yer almaktadır.
- Mayıs Ayının
Sonuna Kadar Vergi Levhalarını Tasdik Ettirmek Gerekiyor:
Vergi levhaları bağlı bulunulan vergi dairesince
tasdik edilir. Ayrıca, yeminli mali müşavirler, serbest muhasebeci mali
müşavirler de tasdike yetkilidirler.
Birden fazla işyeri veya aynı işyerinin muhtelif kat
ve reyonlarına vergi levhası asmak zorunda olanlar, bunların hepsini tasdik
ettirmeleri gerekir.
Vergi levhası zamanında tasdik ettirilmediğinde,160
TL özel usulsüzlük cezası kesilir.
Yıl içinde mükellefiyet tesis ettirenler,
mükellefiyetin tesisinden itibaren bir ay içinde vergi levhasını tasdik
ettirip asarlar.
Mükellefin iş nevi, işyeri adresi ve bağlı olduğu
vergi dairesinin değişmesi halinde bu değişikliklerin meydana geldiği tarihten
itibaren bir ay içinde yeni vergi levhasının tasdik ettirilmesi ve gerekli
yerlere asılması zorunludur.
İşyerinde birden fazla kat veya reyon olması halinde
her kat ve reyon için vergi levhası asılacaktır.
Vergi levhasını tasdik eden YMM ve SMMM’ler her
yılın mayıs ayı sonuna kadar levhasını tasdik ettikleri kişilerin ad ve
soyadları (tüzel kişilerde unvanları) ile vergi kimlik numaralarına ilişkin
bilgileri Haziran ayının 25'ine kadar bağlı oldukları vergi dairelerine bir
yazı ekinde bildirirler
I.
VERGİDE TARTIŞILAN RİSKLER VE
FIRSATLAR:
- 2009
Yılına Devreden Yatırım İndirimi Bulunan Mükellefler Ne Yapmalı:
Bilindiği
üzere vergi mevzuatımızda yıllardan beri yer alan yatırım indirimi müessesesi
5479 sayılı Kanunla 01.01.2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere
yürürlükten kaldırılmıştır.
Aynı
kanunla mükelleflerin henüz yararlanamadığı yatırım indirimi istisnası
tutarları ve devam eden yatırım harcamaları ile ilgili olarak GVK’na Geçici 69.
madde ilave edilmiştir. Bu maddede bu durumdaki mükellefler için yatırım
indirimi istisnasından yararlanma hakkı 2006, 2007 ve 2008 yılları
kazançlarıyla sınırlandırmıştır.
Bu
yıllarda beyan edilen kazançlardan indirilemeyen yatırım indirimi istisnası
tutarı daha sonraki yıllarda indirilemeyecektir.
Gelir
Vergisi Kanunu’nun geçici 69. maddesi ile yapılan bu sınırlandırmanın,
kazanılmış hakların korunması ve hukuki güvenlik ilkeleri açısından Anayasa’ya
aykırılık teşkil ettiği iddiası ile ana muhalefet
partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak, mahkemeden geçici 69.
maddenin birinci fıkrasının sonunda yer alan “…..sadece 2006, 2007 ve 2008
yıllarına ait…” ibaresinin iptali talep edilmiştir.
Hukuk
sistemimize göre, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği bir iptal kararından ancak yargıya
başvuran mükellefler yararlanabilecektir.
Bu
nedenle mükelleflerin, 2009 yılında beyannamelerini ihtirazi kayıtla beyan
etmeleri ve tahakkuku takip eden yasal süre içerisinde yargı yoluna başvurmaları
gerekmektedir.
Mayıs ayında verilecek ilk geçici vergi beyanı
ihtirazi kayıtla yapılıp, tahakkuktan itibaren de 30 gün içinde dava
açılabilir. Ancak 2009 takvim yılına ilişkin geçici vergi beyanları için
ihtirazi kayıtla beyanda bulunulup dava açılmasa bile 2009 yıllık beyanı için
dava açmak yeterlidir.
Anayasa Mahkemesi'ndeki dava Nisan 2010'a kadar
olumlu sonuçlanırsa yıllık beyana ihtirazi kayıt koyup dava açmaya gerek
kalmadan yatırım indirimi istisnası uygulanabiliecektir.
Ancak bir konuyu hatırlatmakta fayda var, o da
davanın kazanılması halinde, yatırım indirimi istisnası uygulandıktan sonra
kalan matraha eski kurumlar vergisi oranı olan % 30 uygulanması gerektiği için
daha önce % 20 olarak tahakkuk ettirilen kurumlar vergisinin düzeltilmesi
gerekir. Bu nedenle dava açmadan önce bu husus göz önünde bulundurulmalıdır.
Ayrıca yatırım indirimi istisnasının stopajsız veya % 19,8 oranında stopajlı
olup olmadığına da dikkat edilmelidir.
II.
GEÇEN HAFTANIN EKONOMİ YORUMLARINDAN
ALINTILAR:
Uğur
Gürses (Radikal 04.05)
“Bu çerçeve içinde, 2007 Seçimleri öncesinde Hazine’den sorumlu bakan olan
Ali Babacan’ın, tekrar ekonomiye daha güçlü biçimde dönüşü anlamlı ve önemli.
Cumhurbaşkanı’nın ‘ekonomi penceresine’ Babacan sayesinde daha yakınlaştığı
düşünülebilir. Bunun anlamı, işin içine Gül’ün ekonomiye olan ilgi ve
bilgisiyle biraz daha sağduyunun girmesi olasılığı artıyor demektir. Buna ilave
olarak, bugünkü olumsuz hava içinde iktidarın ‘eski güzel günler’ özlemiyle, o
günlerde bakanlık yapan, deneyimli Babacan’ı tekrar düşünmesi sürpriz de değil.
Ayrıca, 2002 sonrasında ilk kez hem Hazine, hem de bankalar ile Merkez Bankası,
SPK ile BDDK gibi ilgili kuruluşlar tek bir bakana bağlanmış oldular. Güçlü bir
ekonomi bakanlığı yapısı görünümü veriyor.
Dikkat çeken bir başka nokta, Hazine’den sorumlu bakan Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanlığı’na kaydırılması oldu. Böyle bir kararın ise geleceğe dönük olarak zorunluluğu ortaya çıkan reformlarla ilgisi olmalı. Bu, IMF ile bugünlerde müzakereleri yürütülen ve de gelecekte üzerinde daha fazla mesai harcanacak olan vergi idaresi reformu ile kayıt dışının azaltılması konularındaki yol haritasıdır.
Nitekim görevi Kemal Unakıtan’dan devralırken yaptığı açıklamada “Gelir Vergisi reformu, vergi sisteminin sadeleştirilmesi, kayıt dışılıkla mücadele, vergi tahsilatının daha da etkinleştirilmesi , mali kuralın hayata geçirilmesi, kamu mali hesaplarının şeffaflık ve uluslararası standartlara uyumunun artırılması, mali yönetim, iç kontrol ve denetim alanlarının teknik ve idari kapasitelerinin yükseltilmesi ve mahalli idarelerin mali yapısının ve yönetiminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması, önümüzdeki dönemde yoğunlaşacağımız alanların b aşında gelmektedir” demesi, bu görüşümüz için yeterli bir çerçeve oluşturmaktadır. Şimşek’in ilginç bir biçimde, IMF ile müzakereleri sürdürmesi de olasıdır. Çünkü IMF ile konuşulacak konuların, üzerinde anlaşma sağlanacak maddelerin neredeyse tamamı Maliye idaresini ilgilendirmektedir.
Tabii bir de, G20 toplantılarındaki temsilin Maliye Bakanları tarafından yapıldığını anımsatalım.
Bizce Bakan Şimşek, Hazine bakanlığına göre artık daha güçlenmiş bir konumdadır.
Bugüne kadar Başbakan yardımcısına bağlı yönetilen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), GAP
ve DAP gibi projeler, bir Devlet Bakan ına bağlandı. Bakanlığa da Bingöl Milletvekili Cevdet Yılmaz getirildi. Böylece DPT’nin işlevinin daha çok bölge kalkınmasına kaydırıldığı anlaşılıyor.
Ekonomi ile ilgili diğer bakanlıklara yapılan atama ve görev kaydırmalarına bakılırsa; bu bakanlıkların ‘destek işlevine’ sahip olacakları, ekonomin temel makro ve bütçe politikasının ise iki bakanlık tarafından şekillendirileceği bir sürecin başladığını düşündürüyor.
Sonuç olarak, kabinedeki 1 Mayıs 2009 revizyonuyla; ekonomi politikasının temel çekirdeği, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ikilisine teslim edilmiştir.”
Dikkat çeken bir başka nokta, Hazine’den sorumlu bakan Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanlığı’na kaydırılması oldu. Böyle bir kararın ise geleceğe dönük olarak zorunluluğu ortaya çıkan reformlarla ilgisi olmalı. Bu, IMF ile bugünlerde müzakereleri yürütülen ve de gelecekte üzerinde daha fazla mesai harcanacak olan vergi idaresi reformu ile kayıt dışının azaltılması konularındaki yol haritasıdır.
Nitekim görevi Kemal Unakıtan’dan devralırken yaptığı açıklamada “Gelir Vergisi reformu, vergi sisteminin sadeleştirilmesi, kayıt dışılıkla mücadele, vergi tahsilatının daha da etkinleştirilmesi , mali kuralın hayata geçirilmesi, kamu mali hesaplarının şeffaflık ve uluslararası standartlara uyumunun artırılması, mali yönetim, iç kontrol ve denetim alanlarının teknik ve idari kapasitelerinin yükseltilmesi ve mahalli idarelerin mali yapısının ve yönetiminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması, önümüzdeki dönemde yoğunlaşacağımız alanların b aşında gelmektedir” demesi, bu görüşümüz için yeterli bir çerçeve oluşturmaktadır. Şimşek’in ilginç bir biçimde, IMF ile müzakereleri sürdürmesi de olasıdır. Çünkü IMF ile konuşulacak konuların, üzerinde anlaşma sağlanacak maddelerin neredeyse tamamı Maliye idaresini ilgilendirmektedir.
Tabii bir de, G20 toplantılarındaki temsilin Maliye Bakanları tarafından yapıldığını anımsatalım.
Bizce Bakan Şimşek, Hazine bakanlığına göre artık daha güçlenmiş bir konumdadır.
Bugüne kadar Başbakan yardımcısına bağlı yönetilen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), GAP
ve DAP gibi projeler, bir Devlet Bakan ına bağlandı. Bakanlığa da Bingöl Milletvekili Cevdet Yılmaz getirildi. Böylece DPT’nin işlevinin daha çok bölge kalkınmasına kaydırıldığı anlaşılıyor.
Ekonomi ile ilgili diğer bakanlıklara yapılan atama ve görev kaydırmalarına bakılırsa; bu bakanlıkların ‘destek işlevine’ sahip olacakları, ekonomin temel makro ve bütçe politikasının ise iki bakanlık tarafından şekillendirileceği bir sürecin başladığını düşündürüyor.
Sonuç olarak, kabinedeki 1 Mayıs 2009 revizyonuyla; ekonomi politikasının temel çekirdeği, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ikilisine teslim edilmiştir.”
Güven Sak
(Referans 05.05)
IMF,
artık garip-gurebanın yanındadır
“Öyle anlaşılıyor ki, finansal piyasaların eskisi gibi şirketler kesimini
özel kanallardan fonlayabilmesi için bir süre daha bekleyeceğiz. Bunun birkaç
nedeni var. Bunlardan ilki bankacılık sistemindeki bilanço hasarının açıklıkla
ortaya konmaması ve bilançolardaki hasarın onarılmaması. ABD'de bu işlem daha
tamamlanamadı. Geçen yıl severek yazdığımız gibi, "şişman kadın sahneye
çıktı" ama bir türlü şarkısına başlayamadı. Ve elbette biz son derece
sıkıldık. Burada daha önce yaptığımız tespit, hâlâ geçerliliğini koruyor: Banka
bilançolarının hasar tespiti ve onarımının ne kadar siyasi bir mesele olduğunu
ve de güçlü bir iktidar gerektirdiğini yaşayarak öğrendik. Bankalara borçlu
şirketler listesine bakıp, hangi şirkete ne olacağına karar vermek kolay değil.
Herkesin ayrı lobicisi ve de siyasi desteği var. Bu çerçevede, Chrysler'in
iflası haberi kötü değil, iyidir. Ancak bu durum, ortadaki işin uzamasının
birinci nedenidir.
İşi bugünden sonra uzatacak, ikinci neden ise doğrudan Amerikan finansal
sisteminin işleyişinden kaynaklanıyor. Orada bankacılık kadar ve hatta ondan
daha önemli olarak, sermaye piyasası enstrümanları vasıtasıyla şirketler kesimi
finanse ediliyor. Hisse senedi ve tahvil piyasaları son derece önemli. Kararı
doğrudan bireysel ve kurumsal yatırımcılar veriyor, hangi projeleri nasıl
destekleyeceklerini belirliyorlar. Küresel finansal kriz ve sonrasında, kaynak
dağıtım kararlarında, New York yerine Washington'ın ön plana çıkması, sermaye
piyasası yatırımcılarını oldukça rahatsız etmiş gibi duruyor. Bank of America
(BofA) genel kurulu etrafında yürüyen tartışmalarda, ABD Merkez Bankası Başkanı
Bernanke ile Hazine Bakanı Paulson'ın adlarının, BofA'nın kendi kaynak dağılım
kararlarına doğrudan müdahale çerçevesinde, gündeme gelmesi, önümüzdeki dönemde
hisse senedi yatırımcılarının devreye girmesini geciktirecek bir hadise olarak
görülmelidir. Şimdi kendinizi hisse senedi yatırımcısının yerine bir koyun
bakalım: Projeleri değerlendirip, bir hisse senedinde karar kılıyorsunuz. Sonra
Washington'dan biri telefon edip, sizin kaynaklarınızı, hiç düşünmediğiniz ve
size açıklanmayan bir biçimde, çarçur ettirecek bir kararı alması için şirket
CEO'sunu zorluyor. Böyle yönetim mi olur? Bu durumda siz ortalık tamamen
durulup, işler eskisi gibi yürümeden yeniden hisse senedi alır mısınız? Zor
alırsınız. Biz bu ortamda sermaye piyasası yatırımcılarının kolaylıkla devreye
giremeyeceklerini düşünüyoruz. Bu iki.
Gelelim üçüncüsüne.. Türkiye gibi ülkelere fon aktaran kanalların ise
ancak baştaki bu iki kanal onarıldıktan sonra gündeme yeniden gelebileceğini
düşünüyoruz. Demek ki neymiş? Kendi haline kalırsa, en az üç-dört yıl daha
bizim buralara normal yollardan kaynak aktarımı olamazmış.
Peki, bu durumda ne olur? Gelelim genellemeye. Olacak olan şudur: Her
hükümet kendi piyasasında yatırımcılardan kaynakları toplayıp, şirketler
kesimine kendisi aktaracaktır. Türkiye daha bu noktaya gelememiş az sayıda
ülkeden biridir. Uluslararası düzeyde ise IMF hepimiz adına yatırımcılardan
kaynak toplayıp, Türkiye gibi ülkelere aktaracaktır. Dünyamızın acil gündemi
esasen budur. Herkes bu nedenle bir araya gelip durmaktadır. "IMF'nin bu
rolü nereden çıktı?" diye merak edenleri IMF İcra Direktörü'nün 23 Nisanda
Washington'da yaptığı sunuma bir kez daha bakmaya davet ederiz. Yine aynı
konuşmadan çıkan bir sonuç da şudur: Bu fon aktarımının hikmeti yoksulların
daha da yoksullaşmasını önlemektir. IMF'nin halen -altı boş bile olsa- fon
aktarımı için bir "sosyal şart"tan bahsediyor olması dikkate
alınmalıdır.
Demek ki neymiş? IMF ile bir an önce anlaşmanın önemi özel kanallardan
Türkiye'ye fon aktaracak olanlar gözünde kredibilite filan kazanmak değilmiş.
Neden değilmiş? Çünkü o yolla fon aktaracaklar zaten az olacakmış. Önemli olan
neymiş? Yabancı tasarrufların kısa vadede memlekete akabilmesinin bir başka
yolu olmadığı için, fon akımını IMF vasıtasıyla gelecek "devletten
devlete" fonlarla ikame edebilmek için bir an önce IMF ile anlaşmak
gerekirmiş. Bakın bu, bu döneme özgü, bir yeniliktir: IMF, artık garip-
gurebanın, fakir-fukaranın yanındadır. Yeni görevi budur.
İlgililere saygıyla duyurulur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder