11 Mayıs 2009 Pazartesi

MALİ GÜNDEM (11.05.2009)


I.                   GEÇEN HAFTANIN GELİŞMELERİ:

  1. Çiftçi Kayıt Sistemine Dahil Olan Çiftçilere Mazot, Kimyevi Gübre ve Toprak Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına İlişkin Tebliğ:
8 Mayıs 2009 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2009/41 sayılı Tebliğde 2010 yılı içinde ödenecek olan 2009 yılı mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi desteği uygulamaları açıklanmıştır.
Tebliğe göre çiftçilere, yılı içerisinde işledikleri ÇKS’de kayıtlı tarım arazisi büyüklüğü dikkate alınarak mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesi yapılır. Müracaat ettikleri toplam arazi miktarı 1 (bir) dekarın altında olan çiftçilere mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesi yapılmaz.
Toprak analizi desteği dekar başına 2,5 TL’dir. Dekar başına yapılacak mazot ve kimyevi gübre destekleme ödemesi miktarı Tarımsal Destekleme ve Yönlendirme Kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.
Mazot ve kimyevi gübre destekleme ödemeleri ürün gruplarına göre farklı miktarda olmak üzere üç ana ürün grubuna göre alan bazlı olarak yapılır. Birinci ürün grubunda; süs bitkileri, özel çayır mera ve orman emvali alanlar, ikinci ürün grubunda; hububat, yem bitkileri, baklagiller, yumru bitkiler, sebze ve meyve alanları, üçüncü ürün grubunda yağlı tohumlu bitkiler ile endüstri bitkiler yetiştirilen alanlar yer almaktadır.
  1. Mayıs Ayının Sonuna Kadar Vergi Levhalarını Tasdik Ettirmek Gerekiyor:
Vergi levhaları bağlı bulunulan vergi dairesince tasdik edilir. Ayrıca, yeminli mali müşavirler, serbest muhasebeci mali müşavirler de tasdike yetkilidirler.
Birden fazla işyeri veya aynı işyerinin muhtelif kat ve reyonlarına vergi levhası asmak zorunda olanlar, bunların hepsini tasdik ettirmeleri gerekir.
Vergi levhası zamanında tasdik ettirilmediğinde,160 TL özel usulsüzlük cezası kesilir.
Yıl içinde mükellefiyet tesis ettirenler, mükellefiyetin tesisinden itibaren bir ay içinde vergi levhasını  tasdik ettirip asarlar.
Mükellefin iş nevi, işyeri adresi ve bağlı olduğu vergi dairesinin değişmesi halinde bu değişikliklerin meydana geldiği tarihten itibaren bir ay içinde yeni vergi levhasının tasdik ettirilmesi ve gerekli yerlere asılması zorunludur.
İşyerinde birden fazla kat veya reyon olması halinde her kat ve reyon için vergi levhası asılacaktır.
Vergi levhasını tasdik eden YMM ve SMMM’ler her yılın mayıs ayı sonuna kadar levhasını tasdik ettikleri kişilerin ad ve soyadları (tüzel kişilerde unvanları) ile vergi kimlik numaralarına ilişkin bilgileri Haziran ayının 25'ine kadar bağlı oldukları vergi dairelerine bir yazı ekinde bildirirler
I.                   VERGİDE TARTIŞILAN RİSKLER VE FIRSATLAR:

  1. 2009 Yılına Devreden Yatırım İndirimi Bulunan Mükellefler Ne Yapmalı:
Bilindiği üzere vergi mevzuatımızda yıllardan beri yer alan yatırım indirimi müessesesi 5479 sayılı Kanunla 01.01.2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlükten kaldırılmıştır.
Aynı kanunla mükelleflerin henüz yararlanamadığı yatırım indirimi istisnası tutarları ve devam eden yatırım harcamaları ile ilgili olarak GVK’na Geçici 69. madde ilave edilmiştir. Bu maddede bu durumdaki mükellefler için yatırım indirimi istisnasından yararlanma hakkı 2006, 2007 ve 2008 yılları kazançlarıyla sınırlandırmıştır. 
Bu yıllarda beyan edilen kazançlardan indirilemeyen yatırım indirimi istisnası tutarı daha sonraki yıllarda indirilemeyecektir.
Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 69. maddesi ile yapılan bu sınırlandırmanın, kazanılmış hakların korunması ve hukuki güvenlik ilkeleri açısından Anayasa’ya aykırılık teşkil ettiği iddiası ile ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak, mahkemeden geçici 69. maddenin birinci fıkrasının sonunda yer alan “…..sadece 2006, 2007 ve 2008 yıllarına ait…” ibaresinin iptali talep edilmiştir.   
Hukuk sistemimize göre, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği bir iptal kararından ancak yargıya başvuran mükellefler yararlanabilecektir.
Bu nedenle mükelleflerin, 2009 yılında beyannamelerini ihtirazi kayıtla beyan etmeleri ve tahakkuku takip eden yasal süre içerisinde yargı yoluna başvurmaları gerekmektedir.
Mayıs ayında verilecek ilk geçici vergi beyanı ihtirazi kayıtla yapılıp, tahakkuktan itibaren de 30 gün içinde dava açılabilir. Ancak 2009 takvim yılına ilişkin geçici vergi beyanları için ihtirazi kayıtla beyanda bulunulup dava açılmasa bile 2009 yıllık beyanı için dava açmak yeterlidir.
Anayasa Mahkemesi'ndeki dava Nisan 2010'a kadar olumlu sonuçlanırsa yıllık beyana ihtirazi kayıt koyup dava açmaya gerek kalmadan yatırım indirimi istisnası uygulanabiliecektir.
Ancak bir konuyu hatırlatmakta fayda var, o da davanın kazanılması halinde, yatırım indirimi istisnası uygulandıktan sonra kalan matraha eski kurumlar vergisi oranı olan % 30 uygulanması gerektiği için daha önce % 20 olarak tahakkuk ettirilen kurumlar vergisinin düzeltilmesi gerekir. Bu nedenle dava açmadan önce bu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca yatırım indirimi istisnasının stopajsız veya % 19,8 oranında stopajlı olup olmadığına da dikkat edilmelidir.



II.               GEÇEN HAFTANIN EKONOMİ YORUMLARINDAN ALINTILAR:

Uğur Gürses (Radikal 04.05)

“Bu çerçeve içinde, 2007 Seçimleri öncesinde Hazine’den sorumlu bakan olan Ali Babacan’ın, tekrar ekonomiye daha güçlü biçimde dönüşü anlamlı ve önemli. Cumhurbaşkanı’nın ‘ekonomi penceresine’ Babacan sayesinde daha yakınlaştığı düşünülebilir. Bunun anlamı, işin içine Gül’ün ekonomiye olan ilgi ve bilgisiyle biraz daha sağduyunun girmesi olasılığı artıyor demektir. Buna ilave olarak, bugünkü olumsuz hava içinde iktidarın ‘eski güzel günler’ özlemiyle, o günlerde bakanlık yapan, deneyimli Babacan’ı tekrar düşünmesi sürpriz de değil. Ayrıca, 2002 sonrasında ilk kez hem Hazine, hem de bankalar ile Merkez Bankası, SPK ile BDDK gibi ilgili kuruluşlar tek bir bakana bağlanmış oldular. Güçlü bir ekonomi bakanlığı yapısı görünümü veriyor.
Dikkat çeken bir başka nokta, Hazine’den sorumlu bakan Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanlığı’na kaydırılması oldu. Böyle bir kararın ise geleceğe dönük olarak zorunluluğu ortaya çıkan reformlarla ilgisi olmalı. Bu, IMF ile bugünlerde müzakereleri yürütülen ve de gelecekte üzerinde daha fazla mesai harcanacak olan vergi idaresi reformu ile kayıt dışının azaltılması konularındaki yol haritasıdır.
Nitekim görevi Kemal Unakıtan’dan devralırken yaptığı açıklamada “Gelir Vergisi  reformu, vergi sisteminin sadeleştirilmesi, kayıt  dışılıkla mücadele, vergi tahsilatının  daha da etkinleştirilmesi , mali kuralın hayata geçirilmesi, kamu mali hesaplarının şeffaflık ve uluslararası standartlara uyumunun artırılması, mali yönetim, iç kontrol ve denetim alanlarının teknik ve idari kapasitelerinin yükseltilmesi ve mahalli idarelerin mali yapısının ve yönetiminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması, önümüzdeki dönemde yoğunlaşacağımız alanların b aşında gelmektedir”  demesi, bu görüşümüz için yeterli bir çerçeve oluşturmaktadır. Şimşek’in ilginç bir biçimde, IMF ile müzakereleri sürdürmesi de olasıdır. Çünkü IMF ile konuşulacak konuların, üzerinde anlaşma sağlanacak maddelerin neredeyse tamamı Maliye idaresini ilgilendirmektedir.
Tabii bir de, G20 toplantılarındaki temsilin Maliye Bakanları tarafından yapıldığını anımsatalım.
Bizce Bakan Şimşek, Hazine bakanlığına göre artık daha güçlenmiş bir konumdadır.
Bugüne kadar Başbakan yardımcısına bağlı yönetilen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), GAP
ve DAP  gibi projeler, bir Devlet Bakan ına bağlandı. Bakanlığa da Bingöl  Milletvekili Cevdet Yılmaz  getirildi. Böylece DPT’nin işlevinin daha çok bölge kalkınmasına kaydırıldığı anlaşılıyor.
Ekonomi ile ilgili diğer bakanlıklara yapılan atama ve görev kaydırmalarına bakılırsa; bu bakanlıkların ‘destek işlevine’ sahip olacakları, ekonomin temel makro ve bütçe politikasının ise iki bakanlık tarafından şekillendirileceği bir sürecin başladığını düşündürüyor.
Sonuç olarak, kabinedeki 1 Mayıs 2009 revizyonuyla; ekonomi politikasının temel çekirdeği, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ikilisine teslim edilmiştir.”



Güven Sak (Referans 05.05)
IMF, artık garip-gurebanın yanındadır

“Öyle anlaşılıyor ki, finansal piyasaların eskisi gibi şirketler kesimini özel kanallardan fonlayabilmesi için bir süre daha bekleyeceğiz. Bunun birkaç nedeni var. Bunlardan ilki bankacılık sistemindeki bilanço hasarının açıklıkla ortaya konmaması ve bilançolardaki hasarın onarılmaması. ABD'de bu işlem daha tamamlanamadı. Geçen yıl severek yazdığımız gibi, "şişman kadın sahneye çıktı" ama bir türlü şarkısına başlayamadı. Ve elbette biz son derece sıkıldık. Burada daha önce yaptığımız tespit, hâlâ geçerliliğini koruyor: Banka bilançolarının hasar tespiti ve onarımının ne kadar siyasi bir mesele olduğunu ve de güçlü bir iktidar gerektirdiğini yaşayarak öğrendik. Bankalara borçlu şirketler listesine bakıp, hangi şirkete ne olacağına karar vermek kolay değil. Herkesin ayrı lobicisi ve de siyasi desteği var. Bu çerçevede, Chrysler'in iflası haberi kötü değil, iyidir. Ancak bu durum, ortadaki işin uzamasının birinci nedenidir.
İşi bugünden sonra uzatacak, ikinci neden ise doğrudan Amerikan finansal sisteminin işleyişinden kaynaklanıyor. Orada bankacılık kadar ve hatta ondan daha önemli olarak, sermaye piyasası enstrümanları vasıtasıyla şirketler kesimi finanse ediliyor. Hisse senedi ve tahvil piyasaları son derece önemli. Kararı doğrudan bireysel ve kurumsal yatırımcılar veriyor, hangi projeleri nasıl destekleyeceklerini belirliyorlar. Küresel finansal kriz ve sonrasında, kaynak dağıtım kararlarında, New York yerine Washington'ın ön plana çıkması, sermaye piyasası yatırımcılarını oldukça rahatsız etmiş gibi duruyor. Bank of America (BofA) genel kurulu etrafında yürüyen tartışmalarda, ABD Merkez Bankası Başkanı Bernanke ile Hazine Bakanı Paulson'ın adlarının, BofA'nın kendi kaynak dağılım kararlarına doğrudan müdahale çerçevesinde, gündeme gelmesi, önümüzdeki dönemde hisse senedi yatırımcılarının devreye girmesini geciktirecek bir hadise olarak görülmelidir. Şimdi kendinizi hisse senedi yatırımcısının yerine bir koyun bakalım: Projeleri değerlendirip, bir hisse senedinde karar kılıyorsunuz. Sonra Washington'dan biri telefon edip, sizin kaynaklarınızı, hiç düşünmediğiniz ve size açıklanmayan bir biçimde, çarçur ettirecek bir kararı alması için şirket CEO'sunu zorluyor. Böyle yönetim mi olur? Bu durumda siz ortalık tamamen durulup, işler eskisi gibi yürümeden yeniden hisse senedi alır mısınız? Zor alırsınız. Biz bu ortamda sermaye piyasası yatırımcılarının kolaylıkla devreye giremeyeceklerini düşünüyoruz. Bu iki.
Gelelim üçüncüsüne.. Türkiye gibi ülkelere fon aktaran kanalların ise ancak baştaki bu iki kanal onarıldıktan sonra gündeme yeniden gelebileceğini düşünüyoruz. Demek ki neymiş? Kendi haline kalırsa, en az üç-dört yıl daha bizim buralara normal yollardan kaynak aktarımı olamazmış.
Peki, bu durumda ne olur? Gelelim genellemeye. Olacak olan şudur: Her hükümet kendi piyasasında yatırımcılardan kaynakları toplayıp, şirketler kesimine kendisi aktaracaktır. Türkiye daha bu noktaya gelememiş az sayıda ülkeden biridir. Uluslararası düzeyde ise IMF hepimiz adına yatırımcılardan kaynak toplayıp, Türkiye gibi ülkelere aktaracaktır. Dünyamızın acil gündemi esasen budur. Herkes bu nedenle bir araya gelip durmaktadır. "IMF'nin bu rolü nereden çıktı?" diye merak edenleri IMF İcra Direktörü'nün 23 Nisanda Washington'da yaptığı sunuma bir kez daha bakmaya davet ederiz. Yine aynı konuşmadan çıkan bir sonuç da şudur: Bu fon aktarımının hikmeti yoksulların daha da yoksullaşmasını önlemektir. IMF'nin halen -altı boş bile olsa- fon aktarımı için bir "sosyal şart"tan bahsediyor olması dikkate alınmalıdır.
Demek ki neymiş? IMF ile bir an önce anlaşmanın önemi özel kanallardan Türkiye'ye fon aktaracak olanlar gözünde kredibilite filan kazanmak değilmiş. Neden değilmiş? Çünkü o yolla fon aktaracaklar zaten az olacakmış. Önemli olan neymiş? Yabancı tasarrufların kısa vadede memlekete akabilmesinin bir başka yolu olmadığı için, fon akımını IMF vasıtasıyla gelecek "devletten devlete" fonlarla ikame edebilmek için bir an önce IMF ile anlaşmak gerekirmiş. Bakın bu, bu döneme özgü, bir yeniliktir: IMF, artık garip- gurebanın, fakir-fukaranın yanındadır. Yeni görevi budur.
İlgililere saygıyla duyurulur.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder