2 Eylül 2019 Pazartesi




AĞUSTOSU GERİDE BIRAKIRKEN

Epeydir ekonominin temel verilerini düzenli olarak takip edip, kaydediyoruz. Ancak resesyondan çıkışın işaretleri bir türlü gelmiyor. Bazı aylarda öncü göstergelere ilişkin bazı olumlu veriler geliyor ama, henüz istikrarlı bir artış trendi gözlenmiyor.
Örneğin Ağustos ayında, ekonomik güven endeksi Temmuza göre %7,9 oranında artarak 87,1 olarak ölçüldü. Ancak izleyen aylarda bu çıkışın süreceğini söylemek mümkün değil.

Öncü göstergelerin en önemlilerinden, sanayi üretimi, Haziran ayı itibariyle, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3,9 oranında azaldı. İmalat sanayi satın alma yöneticileri endeksi (PMI) ise Temmuz ayı itibariyle hala 50’nin altında seyrediyor, 46,7 olarak açıklandı.

Türkiye'nin cari işlemler açığı, bir önceki yılın Haziran ayına göre 2.5 milyar dolar azalarak 548 milyon dolar oldu. Bunun sonucunda, on iki aylık cari işlemler hesabı 538 milyon dolar fazla verdi. Bu fazlanın asıl nedeni ithalatın azalması, bunun da nedeni ekonominin küçülmesi.

Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı, Mayıs'ta geçen yılın aynı ayına göre 1 milyon 21 bin kişi artarak 4 milyon 157 bin kişiye çıktı. İşsizlik oranı 3,1 puan yükselerek yüzde 12,8 oldu.

Belediyeler tarafından yapı ruhsatı verilen bina sayısı, yılın ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 60 düştü.

Dış borcumuz, 140 milyar kamu, 298 milyar özel sektör olmak üzere toplam 453 milyar USD, dış borcumuzun GSYH’a oranı ise % 60,6 oranında. Bu oran 2016’da % 47 civarındaydı. Sevindirici olan bu borcu hala çevirebiliyor olmamız. Bir süre önce ekonomistlerce dile getirilen ani duruş (sudden stop) tehlikesi şu anda bertaraf edilmiş görünüyor. Ancak, CDS’imizin hala 420-430 civarında seyretmesi ise bu riskin tamamen bertaraf edilemediğinin bir göstergesi.

Dünyaya bakacak olursak; Euro bölgesi ve İngiltere başta olmak üzere, Avrupa’da daralma belirtilerinin belirginleşmesi, tüm dünya ekonomisini etkileyecek olan Amerika Çin ticaret savaşının artarak devam etmesi, resesyondan çıkışı geciktiren etmenler olarak karşımıza çıkıyor.

Merkez Bankasının faiz düşürme hamleleri, büyüme mi enflasyon mu  ikileminde kalan ekonomi yönetiminin, tercihini büyümeden yana kullandığını gösterdi.

Bu tercih tabii ki teknik bir tercih olmaktan ziyade siyasi bir tercih. Sonuçta küçülen bir ekonomide tekrar seçim kazanmanın zorluğu ortada. Ancak ameliyattan kaçınarak sadece pansuman tedavisi uygulamak, ekonomiye orta ve uzun vadede yarardan çok zarar verebilir.

Çözüm aslında çok zor değil, ilk yapılacak iş, içte ve dışta güveni sağlamak. Yani tüketicinin, yatırımcının, imalatçının beklentilerini olumluya çevirmek. Çünkü bunlar ekonominin aktörleri ve bunların davranışları ekonominin gidişatına yön veriyor. Bu güveni sağlamak için, başta hukukun üstünlüğü ve demokratik bir yapıyı egemen kılmak üzere köklü yapısal reformlara start vermek gerekir.

İkincisi, taze kaynak yaratmak ve bu kaynağı mümkün olduğunca borçlanmadan özkaynaklardan karşılamak veya çok uygun maliyetle borçlanmak.

Birinciyi başardığınızda, ikinciyi başarmak çok daha kolay olacaktır.  

Bu çözümün alternatifi olan daha kolay bir çözüm daha var o da, IMF’in kapısını çalmak.

Bunların dışında bir çözüm göremiyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder