AĞUSTOSU
GERİDE BIRAKIRKEN
Epeydir ekonominin temel verilerini düzenli olarak takip
edip, kaydediyoruz. Ancak resesyondan çıkışın işaretleri bir türlü gelmiyor.
Bazı aylarda öncü göstergelere ilişkin bazı olumlu veriler geliyor ama, henüz
istikrarlı bir artış trendi gözlenmiyor.
Örneğin Ağustos ayında, ekonomik güven
endeksi Temmuza göre %7,9 oranında artarak 87,1 olarak ölçüldü. Ancak
izleyen aylarda bu çıkışın süreceğini söylemek mümkün değil.
Öncü göstergelerin en önemlilerinden, sanayi
üretimi, Haziran ayı itibariyle, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3,9
oranında azaldı. İmalat sanayi satın alma yöneticileri endeksi (PMI) ise Temmuz
ayı itibariyle hala 50’nin altında seyrediyor, 46,7 olarak açıklandı.
Türkiye'nin cari işlemler açığı, bir önceki yılın Haziran ayına
göre 2.5 milyar dolar azalarak 548 milyon dolar oldu. Bunun sonucunda, on iki
aylık cari işlemler hesabı 538 milyon dolar fazla verdi. Bu fazlanın asıl
nedeni ithalatın azalması, bunun da nedeni ekonominin küçülmesi.
Türkiye
genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı, Mayıs'ta geçen yılın
aynı ayına göre 1 milyon 21 bin kişi artarak 4 milyon 157 bin kişiye çıktı.
İşsizlik oranı 3,1 puan yükselerek yüzde 12,8 oldu.
Belediyeler
tarafından yapı ruhsatı verilen bina sayısı, yılın ilk yarısında geçen yılın
aynı dönemine göre yüzde 60 düştü.
Dış borcumuz, 140 milyar kamu, 298 milyar özel sektör olmak
üzere toplam 453 milyar USD, dış borcumuzun GSYH’a oranı ise % 60,6 oranında. Bu
oran 2016’da % 47 civarındaydı. Sevindirici olan bu borcu hala çevirebiliyor
olmamız. Bir süre önce ekonomistlerce dile getirilen ani duruş (sudden stop)
tehlikesi şu anda bertaraf edilmiş görünüyor. Ancak, CDS’imizin hala 420-430
civarında seyretmesi ise bu riskin tamamen bertaraf edilemediğinin bir
göstergesi.
Dünyaya bakacak olursak; Euro bölgesi ve İngiltere başta olmak
üzere, Avrupa’da daralma belirtilerinin belirginleşmesi, tüm dünya ekonomisini
etkileyecek olan Amerika Çin ticaret savaşının artarak devam etmesi, resesyondan
çıkışı geciktiren etmenler olarak karşımıza çıkıyor.
Merkez Bankasının faiz düşürme hamleleri, büyüme mi enflasyon mu
ikileminde kalan ekonomi yönetiminin,
tercihini büyümeden yana kullandığını gösterdi.
Bu tercih tabii ki teknik bir tercih olmaktan ziyade siyasi bir
tercih. Sonuçta küçülen bir ekonomide tekrar seçim kazanmanın zorluğu ortada.
Ancak ameliyattan kaçınarak sadece pansuman tedavisi uygulamak, ekonomiye orta
ve uzun vadede yarardan çok zarar verebilir.
Çözüm aslında çok zor değil, ilk yapılacak iş, içte ve dışta
güveni sağlamak. Yani tüketicinin, yatırımcının, imalatçının beklentilerini
olumluya çevirmek. Çünkü bunlar ekonominin aktörleri ve bunların davranışları
ekonominin gidişatına yön veriyor. Bu güveni sağlamak için, başta hukukun
üstünlüğü ve demokratik bir yapıyı egemen kılmak üzere köklü yapısal reformlara
start vermek gerekir.
İkincisi, taze kaynak yaratmak ve bu kaynağı mümkün olduğunca
borçlanmadan özkaynaklardan karşılamak veya çok uygun maliyetle borçlanmak.
Birinciyi başardığınızda, ikinciyi başarmak çok daha kolay
olacaktır.
Bu çözümün alternatifi olan daha kolay bir çözüm daha var o da, IMF’in
kapısını çalmak.
Bunların dışında bir çözüm göremiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder