1 Kasım 2018 Perşembe

EKONOMİDE GÖRÜNÜM




EKONOMİDE GÖRÜNÜM
Bülent ÇAKAR
31 Ekim 2018

30 Ekim itibariyle USD 5,50 TL’nin altına düşmüş olup, bu süreç gerek ABD ve Avrupa ülkeleri ile yeniden kurulan iyi ilişkilerin etkisi, gerek dövize olan talebin azalması ile birlikte başlamıştır. Nitekim 2018 Ağustos itibarıyla 57,3 milyar USD olan cari açık, bir önceki aya göre az da olsa düşüş göstermiştir. TCMB’nın brüt döviz rezervlerinin 65 milyar USD’a gerilediği düşünülürse, cari açığın küçülmeye devam etmesi rezervlerin yeterliliği konusundaki kaygıyı ortadan kaldırması açısından pozitif etki yaratacaktır. Ancak bu küçülmenin dönemsel değil yapısal ve kalıcı olması için gerekli dönüşümlerin hayata geçirilmesi gerektiği ortadadır.

2017 Haziran sonu itibariyle 440 milyar USD olan dış borç toplamı 2018 Haziran sonu itibariyle 457 milyar USD olmuştur. Bunun 317 milyar USD’ı özel sektöre, 139 milyar USD’ı kamu sektörüne aittir. Kısa vadeli dış borç stoku ise 120 milyar USD’dır. Dış borcun GSYH’a oranı 2015, 2016’larda % 46-47 iken, 2017, 2018 de % 52-53 seviyesine ulaşmıştır.

2017 Eylül sonu itibariyle 31,6 milyar TL olan bütçe açığı, 2018 Eylül sonunda 56,7 milyar TL’na ulaşmıştır. Bu durum Devletin borçlanma ihtiyacının devam edeceğini göstermektedir.

10 gün önce, Hazine, yüzde 7.5 faizle 2 milyar dolar borç (işlemin teknik adı eurobond ihracı) almıştır. Ödenecek faiz ocak ayındaki ihalelere göre 2.3 puan yükselirken, borcun geri ödeme vadesi de 10 yıldan beş yıla düşmüştür.

Gerek bankaların, gerek Devletin borçlanma maliyetlerinin artması, doğal olarak kredi maliyetlerini yükseltmekte, bütçe üzerindeki faiz yükü nedeniyle bütçe açığının artmasına neden olmaktadır. Kredi maliyetlerinin artması, kredi kullanabilen firmaların maliyetlerinin, dolayısıyla enflasyonun artmasına, bankaların kriz ortamında kredi vermekte istekli olmaması da piyasadaki sıkışıklığın daha da artmasına neden olmaktadır.

Eylül sonu itibariyle yıllık TÜFE artışı % 24,52, ÜFE % 46,15’dir. ÜFE’deki artışın TÜFE’deki artıştan çok daha fazla olması, önümüzdeki aylarda TÜFE’deki artışın devam edeceğini göstermektedir.

Gerek bankaların sendikasyon kredileriyle kredilerini yenilemeleri, gerek Devletin eurobondlar ile borçlanabilmesi sudden stop (ani duruş/tekrar borçlanma imkanının kalmaması) tehlikesinin gündemde olmadığını göstermesi açısından olumlu bir faktör olarak göze çarparken, borçlanma maliyetlerinin artması şüphesiz olumsuzdur.

Nitekim, Ağustos ayında 550’ler düzeyinde olan CDS’in, 380’ler seviyesine kadar gerilemesi olumludur, ancak gelişmekte olan piyasalar arasında Arjantin’den sonra en yüksek seviyeye işaret etmesi de gözden kaçırılmamalıdır.

Geçen hafta TCMB politika faizinde bir değişiklik yapmamış, % 24 oranını korumuştur. Bu kararın da etkisiyle, 30 Ekim itibariyle gösterge faiz % 24,52 seviyesinde olup, bir önceki aya göre düşmüştür. TCMB bu kararı alırken, gerekçesinde, daralmanın devam ettiğini, ama aynı zamanda enflasyon baskısının da sürdüğünü belirtmiştir. Bu tespit, bilindiği üzere ekonomi literatüründe “stagflasyon” olarak adlandırılmaktadır.

Büyüme ile ilgili öncü göstergeler ve güven endeksleri çok belirgin bir düşüş göstermekte olup, YEP’da da belirtildiği gibi küçülmeye işaret etmektedir. Nitekim, 2018 Temmuz sonu itibariyle işsizlik oranı % 11 oranında gerçekleşmiş olup, daralma sürecinin istihdam alanındaki yansımasına işaret etmektedir. .

2017 Ağustos ayı itibariyle 1,9 trilyon TL olan toplam kredi hacminin, 2018 Ağustos itibariyle 2,7 trilyon TL’na çıkmış olması, kredi kullanımının KGF vb araçlar ile kolaylaştırılmak suretiyle canlanma sağlanmasının sonucu olup, daralma sürecinin kredi borçlusu birçok firmayı finansal açıdan da zorlayacağını göstermektedir.






27 Eylül 2018 Perşembe

YENİ EKONOMİ PROGRAMININ (YEP) DEĞERLENDİRİLMESİ


YENİ EKONOMİ PROGRAMININ (YEP) DEĞERLENDİRİLMESİ

Bülent ÇAKAR  24.09.2018

Geçen hafta Perşembe günü Hazine ve Maliye Bakanı Yeni Ekonomi Programı (YEP)’nı bir basın toplantısı ile kamuoyuna açıkladı.
Oldukça ayrıntılı bir metin şeklinde hazırlanan YEP, iş çevreleri, medya ve akademisyenler tarafından genellikle olumlu bulundu. Gerçekten ekonomimizin içinde bulunduğu koşullarda böyle bir metnin açıklanması zaruret halini almıştı.
YEP’in sorunları teşhis açısından doğru bir metin olduğunu söylemek gerekir.
Kurlarda yukarı yönlü oynaklık, buna bağlı olarak yüksek faiz ve yüksek enflasyon, hemen üzerine gidilmesi gereken sorunlar olarak sıralanıyor.
Bunların ortaya çıkardığı sonuçlar ise, reel sektörün kur ve faiz artışları nedeniyle, ödeme ve tahsilat problemi yaşaması, bankaların yeni kredi verme konusunda sıkılaştırma uygulaması, iflas eden ve konkordato ilan eden şirket sayısının artışı, buna bağlı olarak işsizlik oranının artışı ve büyüme oranındaki düşüş şeklinde tezahür etmesi bekleniyor..
Bu süreç yaşanırken, kurdaki artışın yol açtığı olumlu bir gelişme de, ithalatın azalması, ihracat ve turizm gelirlerinin artması nedeniyle cari açığın küçülmesi olarak not edilmiş ve bu hususun dengelenme (ekonomide daralma demek daha doğru ) sürecinin daha yumuşak yaşanmasına katkı yapacağı belirtilmiş.
YEP’te 2017’de gerçekleşen, 2018, 2019, 2020 ve 2021’de ise hedeflenen temel göstergeler şöyle sıralanmış:
USD kuru
2017: 3,65 / 2018: 4,90 / 2019: 5,60 / 2020: 6,00 / 2021: 6,20
Cari açığın milli gelire oranı
2017: 5,6 / 2018: 4,7 / 2019: 3,3 / 2020: 2,7 / 2021: 2,6
Enflasyon (TÜFE)
2017: 11,9 / 2018: 20,8 / 2019: 15,9 / 2020: 9,8 / 2021: 6,0
Bütçe açığının milli gelire oranı
2017:1,5 / 2018: 1,9 / 2019: 1,8 / 2020: 1,9 / 2021: 1,7
Faiz dışı fazla
2017: 0,3 / 2018: 0,1 / 2019: 0,8 / 2020: 1,0 / 2021: 1,3
Büyüme Oranı
2017: 7,4 / 2018: 3,8 / 2019: 2,3 / 2020: 3,5 / 2021: 5.0
İşsizlik
2017: 10,9 / 2018: 11,3 / 2019: 12,1 / 2020: 11,9 / 2021: 10,8
Bu hedeflerden anlaşılan önümüzdeki 2019 yılının ekonominin dibe vurduğu yıl olacaktır. Kamuda maliyet ve harcamaların azaltılması hedefine rağmen ekonominin daralmasına paralel olarak vergi gelirleri de, ÖTV ve KDV tahsilatı düşecektir. Bu durumda 2019 yılında hedeflenen bütçe açığının milli gelire oranı olan 1,8 hedefinin tutturulması soru işaretidir. 2019 bütçesinin açıklanması bu sorunun yanıtı olacaktır, tabi bütçe hedeflerinin tutturulması şartıyla.
Programda, USD kurunun 2019 yılı ortalaması 5,60 olarak hedeflenmiştir. Bugün itibariyle kur 6,23 TL’dır. FED’in faiz artırımlarına devam ettiği sıkılaştırma döneminde ve ABD ile aramızda başta Suriye olmak üzere sorunlu dış ilişkilerimize rağmen, hedeflenen kurun nasıl tutturulacağı da soru işaretidir. Kur hedefi tutturulamazsa, cari açık, enflasyon, büyüme ve işsizlik hedeflerinde de sapma olması muhtemeldir.
Programın en hassas yönlerinden birisi de bankacılık sisteminin krizden etkilenmeden çıkmasını sağlamak için alınacak tedbirlerdir. Sayın Bakan sunumunda, bugün itibariyle bankalarda mali bünyenin incelenmesine ve sorunlu kredilerin sistemden atılmasına ilişkin tedbirlerin değerlendirilmesine başlanacağını ifade etmiştir ki, böyle bir hızlı hareket tarzı programın uygulanmasındaki ciddiyetin algılanması açısından çok olumlu olmuştur.
Ancak bankacılık sisteminin ekonominin daralması ile birlikte artan sorunlu kredilerin sistem dışına çıkarılması, bunların zararının en azından büyük bir bölümünün Devlet tarafından karşılanması anlamına geleceğinden, programda öngörülen kamu maliyesi ile ilgili hedeflere varılmasını da güçleştirmektedir. IMF ile herhangi bir anlaşma yapılmadığını da düşünürsek, dışarıdan kaynak bulmak zorunda kalacak olan Devletin, ülkenin dışarıdaki risk algısını değiştirmeye mecbur olduğu aşikardır.

Yapılması gerekenler

Öncelikle ABD ile olan ilişkilerimizi düzeltmemiz şarttır.
Son yıllarda kötüye giden AB sürecini yeniden rayına sokmamız, sadece hukuk ve demokrasi konusundaki eksikliklerimizi gidermemize yapacağı katkı açısından değerlendirilse bile büyük önem arz etmektedir. 2002-2010 yılları arasında tecrübe edildiği üzere, AB süreci gibi bir çıpa çok önemlidir.
Son olarak, YEP’in uygulama sonuçlarının üç ayda bir kamuya açıklanması dış yatırımcılara ve topluma güven verecek ve programa olan desteği artıracaktır.

22 Ağustos 2018 Çarşamba

IMF’Lİ Mİ, IMF’SİZ Mİ



IMF’Lİ Mİ, IMF’SİZ Mİ

Geçtiğimiz günlere, hükümetin, dövizdeki hareketliği önlemek, bankacılık sistemini rahatlatmak ve reel sektörü desteklemek için aldığı tedbirler damga vurdu.
Merkez Bankası bankaların elini rahatlatmak için, TL ve yabancı para cinsinden mevduat ve bazı yükümlülüklerde zorunlu karşılık oranlarını düşürdü.
BDDK, dövize olan talebi sınırlandırmak için bankaların Türk Lirası alım işlemlerine yüzde 25 sınırlama getirirken, yeniden yapılandırılan krediler için ayrılacak kaynak miktarını azalttı.
İktidarın 400 projeyi içeren 100 günlük eylem planı kamuoyuna açıklandı. Programda bütçe ve kamu maliyesiyle ilgili atılacak adımlar da bulunuyor.
Hazine ve Maliye Bakanı, yabancı yatırımcılara, birinci önceliklerinin enflasyonu düşürmek, gelecek dönem ekonomi politikalarının, mali disiplin eşliğinde enflasyon ve cari açığın düşürülerek sürdürülebilir büyüme ortamına ulaşmak olarak yürütüleceğini ve Ağustos ayı sonunda ekonominin yol haritasını içeren Orta Vadeli Program (OVP)’nın tamamlanacağını açıkladı.
Kamuda tasarruf için genel bütçe kapsamındaki kamu idareleriyle, bazı fonlar ve bunların döner sermayelerinin mali kaynakları, Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yönetilen Tek Hazine Kurumlar Hesabı kapsamına alındı.
Reel sektöre destek için,finansman kuruluşları ile kredi ilişkisinde bulunan borçluların geri ödeme yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlamak amacıyla yeniden yapılandırma imkanı getirildi.
Bu arada, enflasyonun tekrar canlandığına ilişkin işaretler belirginleşti. Temmuz ayında tüketici fiyatları yüzde 0,55 oranında arttı ve yıllık enflasyon yüzde 15,85 oldu. Merkez Bankası yaptığı değerlendirmede, enflasyonun ana eğiliminin yüksek seviyesini koruduğu ve tüketici fiyatları üzerindeki üretici fiyatları kaynaklı maliyet baskılarının güçlü seyrini koruduğunu belirtti.
Tüketici Güven Endeksi, Ağustos ayında bir önceki aya göre %6,5 oranında azaldı. Temmuz ayında 73,1 olan endeks Ağustos ayında 68,3 oldu.
Kredi derecelendirme kuruluşları S&P ve Moody's, Türkiye'nin kredi notunda art arda indirime gittiler. S&P kredi görünümünü 'durağan'da bırakırken, Moody's 'negatif'e çekti. S&P'den yapılan açıklamada, Türkiye ekonomisinin 2019 yılında daralmasının beklendiği belirtildi. Açıklamada, "Durağan görünüm Türkiye'nin kredi notlarına yönelik gelecek 12 aydaki risk dengesini yansıtıyor. Türk Lirası'ndaki oynaklık ve ödemeler dengesinde keskin ayarlama Türkiye ekonomisini baltalar." denildi. Açıklamada ayrıca, "Türk hükümetinin açıkladığı yeni ekonomik model spesifik ekonomik önerilerden yoksun." ifadeleri yer aldı.
Öte yandan, Amerika’nın Türkiye’den yapılacak çelik, alüminyum gibi bazı mallara ek vergi getirmesine karşılık misilleme olarak, aralarında pirinç, alkollü içecekler, yaprak tütün, binek otomobil, güzellik veya makyaj malzemelerinin de olduğu ABD menşeli bazı ürünlerin ithalatında uygulanan ek vergi oranları iki kat artırıldı.
Bu arada ABD, 7 Ağustos 2018 ve sonrasında, İran hükümetinin ABD doları ve değerli madenleri satın almasına ve temin etmesine yardım eden, sponsorluk yapan, finansal, maddi veya teknolojik destek sağlayanların ABD'nin yaptırımlarına tabi tutulacağını açıkladı. Yaptırımların ABD doları, altın, değerli maden, çelik, kömür ve otomobil endüstrisini hedef aldığı bildirildi.
Bundan sonra ne olacak
Son 5-6 yıldır, her yeri geldiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmekte olan ülkeler içinde en kırılgan ekonomilerden biri olduğu dillendiriliyordu.
Türkiye 2013 yılından beri Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika ile birlikte “kırılgan beşli” olarak adlandırılan grupta yer almaktadır. Bu ülkelere kırılgan beşli denmesinin en önemli nedeni cari açık riski taşımalarıdır.   
FED’in sıkı para politikası uygulayacağını ilan etmesinden bu yana gözler kırılgan beşli olarak adlandırılan gruba çevrildi. Arjantin’i saymazsak, yeni dönemden en çok etkilenen ülke Türkiye oldu.
Bunda, ekonomik faktörler kadar, siyasi faktörlerin de rol oynadığı çok açık. Türkiye’nin jeopolitik konumu, bölgedeki lider ülke kimliği, Ortadoğu coğrafyasında söz sahibi olmak istemesi, bu bağlamda Rusya ve İran ile ilişkiler, Çin’e yaklaşım gibi alışılmışın dışında bağımsız bir dış politika yürütülmesi, Amerikan yönetiminin dış politikaları ile çelişti.
Dışarıda izlenen bu politikaların bir bedeli olacağı kesindi. Bu bedele toplum olarak katlanabilmek ve ayakta durabilmek için siyasi ve ekonomik yapının olabildiğince güçlü olması gerekiyordu.
16 yıla uzanan ve doğal olarak yıpranmayı da beraberinde  getiren uzun iktidar süreci, yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi ile tekrar soluklanma ve yoluna devam etme imkanı buldu. Yeni sistemin güçlü bir yürütme erkini mümkün kılması nedeniyle kısa vadede, siyasi olarak güçlü bir görüntü verilmesine rağmen, ekonomi için aynı şeyi söylemenin mümkün olmadığı bir gerçek idi.
Bir ekonomide çarkların dönebilmesi, üretim veya tüketim için gerekli mal ve hizmetin temin edilmesine bağlıdır. Bunların bir kısmı dışarıdan temin edilmekte ve ödemelerde dünya ekonomik sisteminde geçerli olan para birimi kullanılmaktadır. Yani döviz ve ağırlıklı olarak Amerikan Doları.
 Diğer bir deyişle, dışarıdan aldıklarınız kadar dışarıya mal ve hizmet satabilmeniz gerekir ki ekonominin çarkları dönsün.
Eğer bu denge cari açık vererek sağlanıyorsa, cari açığın da makul bir sınırı vardır. Bu da GSYH’nın % 5’i olarak kabul edilir.
Dışarıdan borçlanmanın güç olduğu, yani Amerikan ve Avrupa Merkez Bankalarının daraltıcı para politikaları uyguladığı dönemlerde, kırılganlık su yüzüne çıkar ve ekonominin çarkları durma noktasına gelebilir.
Bu dönemde, paranın yönü gelişmiş ülkelere doğru çevrilir. Nitekim Merkez Bankası verilerine göre yabancılar Türkiye’de, geçen hafta net 151 milyon dolarlık menkul kıymet satmış, yurt dışındaki yerleşiklerin net tahvil yatırımı 197 milyon dolar azalmıştır.
Yurtdışından borçlanmanın zorlaştığı ve maliyetinin çok arttığı dönemlere en bilinen örnek, 1970’li yıllarda, “40 cent’e muhtaç olduk” mottosuyla anılan dönemdir.
Bu dönemlerde, ekonomiye kaynak bulmanın en kestirme yolu IMF’dir. IMF hükümetlerle bir niyet mektubu imzalayarak, alacağını garanti altına alacak koşulları hükümetlere kabul ettirir.
Gerek Cumhurbaşkanı gerek Hazine ve Maliye Bakanlarının açıklamalarından, IMF ile böyle bir anlaşmanın söz konusu olmadığını anlıyoruz.
İktidarın niyeti, dövizde yaşanan bu hareketliliği önce önlemek, sonra, döviz kurunu bir dengeye oturtarak, sıkı para ve maliye politikaları ile cari açığı makul bir seviyeyeye getirmek, yanı sıra enflasyonu da tek haneli rakamlara çekmektir.
Bunun anlamı büyümenin yavaşlaması ve ekonominin küçülmesidir. Sorun bu sürecin IMF’li mi yoksa IMF’siz mi olacağı sorunudur.














18 Haziran 2018 Pazartesi

SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME


                                                                                                                        18.06.2018

SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME

Ekonomi ilk çeyrekte yüzde 7,4 büyüdü. Yüzde 7.4’lük büyümenin üçte ikisi tüketimden, üçte biri yatırımdan kaynaklandı.
Yatırım kalemi içinde makine teçhizat yatırımları yüzde 7 arttı, ancak makine teçhizat yatırımları, geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 15.7, son çeyreğinde ise yüzde 8.3 artmıştı. Dolayısıyla bu kalemin büyümesindeki yavaşlama büyümenin süreceğine ilişkin pek fazla umut vermedi. Nitekim, sanayi üretimindeki yavaşlama da bunu doğruladı.
Büyümenin ana etkeni olan tüketim kaleminde, bireylerin tüketimi artarken, Devletin tüketimi azaldı. İhracatın büyümeye katkısı da geçen yılın aynı dönemine göre, önemli ölçüde azaldı.
Fitch, Türkiye için yıl sonu itibarıyla büyüme beklentisini yüzde 4,5 olarak açıkladı. Bu oran, 2017 yıl sonu itibariyle gerçekleşen yüzde 7,4 oranının bir hayli altında olmakla birlikte, Türkiye için beklenen büyüme oranı civarında. Ancak, verilere bakıldığında 2019 ve 2020 yıllarında büyümedeki yavaşlama eğilimi sürebilir.
Büyümede hedef, istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme olmalıdır. Sürdürülebilir büyüme için ekonomideki kırılganlıkların ortadan kaldırılması veya en aza indirilmesi şarttır. Aksi takdirde, ekonominin, en küçük bir dış veya iç olumsuzlukta krizler ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.
Cari açık, dış borç, enflasyon gibi sürdürülebilir büyümenin önündeki engelleri ortadan kaldırmanın tek yolu, ekonominin yeniden yapılandırılması, başka bir deyişle yapısal reformlardır. Yapısal reformların esas ağırlığı ise hukuki ve idari düzenlemelerdir.
Dünyaca ünlü ekonomist Daron Acemoğlu’nun ifadesi ile, ekonominin örgütlenme modeli ne kadar kapsayıcı ve özgürlükçü ise ekonomik gelişmişlik düzeyi o kadar fazladır. Kapsayıcı kurumların varlığı veya yokluğu, ekonomilerin gelişmiş veya az gelişmiş olmasının en büyük nedenidir.

KÜRESEL EKONOMİ

Küresel ekonomi bu yıl yüzde 3,3 büyürken, son yıllarda görülen dünya ticaretindeki korumacılık eğilimi, 2017 yılında dünya genelindeki doğrudan yabancı yatırımları yüzde 23 aşağı çekmiş.(*)
BM Küresel Yatırım Raporuna göre, 2017'de dünyada doğrudan yabancı yatırımlar 1.43 trilyon dolara gerilemiş. 2007'de bu yatırımların büyüklüğü 1.91 trilyon dolar olarak gerçekleşmiş.
Gelişmekte olan ülkelere doğrudan yabancı yatırım miktarı 671 milyar dolar olarak gerçekleşirken, 712 milyar Dolar ile zengin ülkeleri saymazsak, aslan payını 476 milyar dolarla gelişmekte olan Asya ülkeleri almış
Burada dikkat çeken nokta, Asya’nın giderek yükselen bir ekonomik ve siyasi güç haline gelmesidir. Genç ve sayısal olarak büyük bir nüfusa sahip olması nedeniyle, ABD ve AB ile rekabet edecek düzeye gelen bir bölgesel güç odağı olmuştur.
Çoğu futuriste göre, bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ABD ve AB ekonomik ve siyasal olarak ikinci plana düşerken, Asya yükselişe geçecektir. 
(*)EVRİM KÜÇÜK/Dünya Gazetesi 11 Haziran 2018

11 Haziran 2018 Pazartesi



ENFLASYON VE FAİZLER

Bülent ÇAKAR                                                                                            11.06.2018

Enflasyon Artmaya, TCMB Faiz Artırmaya Devam Ediyor

Geçtiğimiz hafta Mayıs ayı enflasyon verileri açıklandı. Mayıs ayında tüketici fiyatları yüzde 1,62 oranında artmış, yıllık enflasyon yüzde 12,15 olmuştur. Bu oran, son yedi yılın en yüksek Mayıs ayı oranıdır.
Üretici fiyatları ise yüzde 3,79 oranında artmış, ÜFE’de yıllık enflasyon yüzde 20,16 olmuştur.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Mayıs Ayı Fiyat Gelişmeleri Raporunda; başta dayanıklı tüketim malları olmak üzere, temel mal gruplarında enflasyon artışının devam ettiğini, artışın nedeninin üretici fiyatlarındaki artış olduğunu, yani maliyet kaynaklı olduğunu açıklamıştır.
Dolayısıyla, bu yıl sonunda tüketici enflasyonunun yüzde 15-20 bandında gerçekleşmesini beklemek için birçok neden vardır.
Birincisi, ÜFE deki artış gecikmeli olarak tüketici fiyatlarına yansıyacaktır, ikincisi, kurların geldiği seviye maliyetleri önemli ölçüde artırmaktadır, üçüncüsü, seçimler nedeniyle kaybolan mali disiplinin sağlanması amacıyla, kamu gelirlerinde artışa yönelik düzenlemeler yapılacaktır, bu düzenlemeler talep baskısının azalmasına neden olsa bile, maliyet artışına yol açacaktır. 
Öte yandan, geçen hafta aldığı karar ile, Merkez Bankası, faizi yüzde 17.75’e çıkartmıştır. Bu oran, gelişmekte olan piyasalarda Türkiye’yi, yüzde 40’lık Arjantin Merkez Bankası faizinin ardından ikinciliğe yükseltmiştir.
TCMB, iki hafta önce, faiz oranlarında sadeleşmeye gitmiş, politika faiz oranını, fiilen kullandığı faiz oranları ile aynı seviyeye getirmiştir.
Bir hafta vadeli repo ihale faizine eşit olan politika faizine, artı-eksi 1.50 puan ile, gecelik borçlanma faiz oranı belirlenmekte, geç likidite penceresinden borç verilirken uygulanan faiz ise, gecelik borç verme faiz oranına 1.50 puan daha eklenerek bulunmaktadır.

Küresel Piyasalarda Durum Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Sıkıntılı

Son dönemde ülkeler arası ticarete ilişkin korumacılık eğiliminin artması nedeniyle belirsizlikler artarken, bu durum küresel piyasalarda risk iştahının azalmasını da beraberinde getirmiştir.
Dün ve önceki gün Kanada'da toplanan G7 Grubu Liderler Zirvesi'nde, ABD dışındaki diğer üye ülkeler, ABD'nin çelik ve alüminyum ithalatına vergi uygulamasına karşı itirazlarını devam ettirmişler ve zirve karşılıklı suçlamalar ile son bulmuştur.
Geçen hafta küresel piyasalarda risk olgusu nedeniyle hisse senetleri düşmüş, dolar yükselmiştir
Türkiye’de ise yabancılar, geçen hafta net 15 milyon dolarlık hisse senedi ve 29,4 milyon dolarlık Devlet İç Borçlanma Senedi satın almış, 22,5 milyon dolarlık Şirket Borçlanma Senedi satmıştır. Geçtiğimiz 4 haftada yabancı çıkışı toplam 1.3 milyar doları bulmuştur.
Arjantin pesosunun bu yıl dolar karşısında yüzde 25 civarında değer kaybetmesi, ülkeyi yeni bir ekonomik krizin eşiğine getirmiş, Arjantin Merkez Bankası, pesodaki değer kaybının önüne geçmek için art arda faiz artırımlarına giderek politika faizini yüzde 40'a çıkarmış, ve hükümet IMF ile 50 milyar dolar krediyi içeren 3 yıllık stand-by anlaşması yapmak üzere anlaşmıştır.
Hindistan ve Endonezya merkez bankaları faiz artırmak zorunda kalmışlardır.
Güney Afrika’da ulusal para “rand” düşmüş, tahvil faizleri güçlü bir şekilde yükselmiştir. Brezilya'da da benzer süreçler yaşanmaktadır.
Fed’in Amerika’da ekonomik verilerin olumlu gelmesi nedeniyle, faiz artışına devam etmesi beklenmektedir. ABD, Almanya, İngiltere ve İtalya’nın 10 yıl vadeli tahvillerinin faizleri düşmüştür.
Bütün bu bu gelişmeler dünya ekonomisinde parasal sıkılaşmanın arttığı, ticaretin daraldığı, dolayısıyla risk olgusunun arttığı bir süreci işaret etmektedir. Bu durum, özellikle, cari açık ve bütçe açığı sorunu olan gelişmekte olan ülkelerde büyümenin yavaşlayacağını göstermektedir.






5 Haziran 2018 Salı

SEÇİME DOĞRU EKONOMİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ



SEÇİME DOĞRU EKONOMİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ

Bülent ÇAKAR                                                                                            04.05.2018

TCMB Mayıs Ayı Finansal İstikrar Raporunda, küresel iktisadi faaliyetin 2011 yılından bu yana en güçlü büyüme oranına ulaştığı ifade edilmiştir.
2018 yılı Nisan ayından bu yana ise, küresel finansal koşullardaki sıkılaşma ve risk iştahındaki azalışa bağlı olarak, gelişmekte olan ülkelere yönelik net portföy hareketlerinde zayıflama yaşanırken, söz konusu ülkelerin risk primlerinde de artış görülmektedir.
Türkiye’de ise, yabancılar 4-25 Mayıs haftaları arasında toplam 1 milyar 43 milyon dolarlık Devlet İç Borçlanma Senedi, 103,5 milyon dolarlık hisse senedi, 120 milyon dolarlık da Şirket İç Borçlanma Senedi sattılar. Dört haftada toplam satış 1 milyar 266 milyon doları buldu.
Merkez Bankası’nın dün açıkladığı veriler, yılın ilk beş ayında yabancı yatırımcıların 914 milyon dolarlık hisse senedi sattıklarını, 290 milyon dolarlık da devlet iç borçlanma senedi aldıklarını gösteriyor. Net çıkış 624 milyon dolar olarak açıklandı.
Öte yandan, reel sektörün yabancı para açık pozisyonu uzun süredir artış eğilimi göstermekte, son olarak 221 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, yüksek miktardaki döviz borcu, döviz geliri sınırlı olan firmaların bilançosunu bozmakla kalmayıp, ülke ekonomisinin finansal istikrarı açısından da kırılganlık unsuru sayılmaktadır.
TCMB Raporuna göre bankaların yeni kredi bulmalarında şu anda herhangi bir sorun yaşanmamakla birlikte, ABD doları cinsinden dış borçlanma maliyetleri, küresel faiz oranlarındaki gelişmeler nedeniyle  artmaktadır.
2017 son çeyreğinde ithalat ve enerji fiyatlarındaki yükselişle cari açıkta bir miktar artış yaşanmış olup, cari açığın GSYİH’ye oranı yüzde 5,6 olarak gerçekleşmiştir
TCMB, geçen ay, enflasyonla mücadele amacıyla, Geç Likidite Penceresi faiz oranını yüzde 13,5’e yükseltmiştir. Mayıs ayı içerisinde ise, fiyat istikrarını desteklemek amacıyla güçlü bir parasal sıkılaştırma yapılmasına karar vermiş ve Geç Likidite Penceresi faiz oranını yüzde 16,5’e çıkarmıştır. Son olarak para politikası operasyonlarında sadeleşmeye gidilmiş, politika faizi bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı (yüzde 16,5) olarak belirlenmiştir.
Yani, ekonomi yönetimi faiz silahını çekmiş, döviz kurundaki yönü yukarı olan aşırı oynaklığı önlemek istemiştir.
Döviz kurunun istikrarsız oluşu, tek başına ekonomi için büyük bir problem teşkil etmektedir. Döviz kurunun aşırı yüksek oluşu, her ne kadar, ihracat için olumlu bir faktör olsa da, aynı zamanda, dış ticaret açığı nedeniyle, cari açığı besleyen bir etkendir.
Türkiye’de cari açık, doğrudan yatırımlar ve portföy yatırımlarından ziyade, borçlanma ile finanse edildiği için, borçlanma maliyetini ve enflasyonu artıran bir olgudur.
Öte yandan, geçen yıldan bu yana 467 bin 776 firmanın, Kredi Garanti Fonunun 227,3 milyar liralık kefalet desteği ile 255 milyar liralık kredi kullandığı bildirilmiştir.
Bankacılık sektörünün kredi hacmi, 2 trilyon 417 milyar 508 milyon liraya yükselmiş, toplam kredi hacmi, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 24,50 artmıştır..
2017 yılındaki canlılığın, işsizlik oranları ve istihdam üzerinde de olumlu etkileri olmuş, 2017 yılı başında en yüksek seviyesine ulaşan işsizlik oranı yıl boyunca önemli bir azalış kaydetmiş, 2017 yıl sonu itibarıyla yüzde 9,9 oranında gerçekleşmiştir.
Merkezi yönetim bütçe açığının GSYİH’ye oranı, 2017 yıl sonu itibarıyla yüzde 1,5 olarak gerçekleşmiştir.
Türk lirasında yaşanan değer kaybı, enerji ve gıda fiyatlarında görülen yükselişler nedeniyle, tüketici enflasyonu 2017 yılının ikinci çeyreğinden itibaren yıl sonuna kadar artış göstermiştir Aralık 2017 itibarıyla tüketici enflasyonu yıllık yüzde 11,9 olarak gerçekleşmiştir.
Yakın dönemde döviz kurlarında gerçekleşen artışlar başta temel mal ve enerji kalemleri olmak üzere enflasyon üzerinde baskı oluşturmaya devam etmektedir.
Seçim öncesi kamu harcamalarındaki artış nedeniyle, enflasyon beslenirken, mali disiplin sağlamaya yönelik önlemlerin seçimden sonra devreye gireceği anlaşılmaktadır.
Moody’s son açıklamasında Türkiye ekonomisinde büyümenin yıl sonunda yüzde 2.5 düzeyine gerileyeceğini iddia etmiştir. OECD de büyümenin yavaşlayacağını, yıl sonunda yüzde 5.3 düzeyine ineceğini açıklamıştır.
İSO Türkiye İmalat PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) mayıs ayında 46,4’e gerileyerek ikinci çeyrek ortalarında Türk imalat sektöründe zorlu faaliyet koşullarına işaret etmiştir.
TÜİK’in açıkladığı tüketici güven endeksi ve ekonomik güven endeksi de düşme eğilimindedir.
Kısacası, seçime giderken Türkiye ekonomisinde yılbaşından bu yana tüm alanlarda genel bir olumsuzluk ve güven kaybı söz konusudur.


28 Mayıs 2018 Pazartesi



CARİ AÇIĞIN FİNANSMANI VE KIRILGANLIK

Bülent ÇAKAR                                                                                            28.05.2018

Gelişmekte olan ekonomilerin, büyürken yaptıkları yatırımlar, yurt içi tasarruflarının yeterli olmaması nedeniyle, genellikle dış kaynakla finanse edilmekte, elde edilen kaynaklar doğru kullanılmadığı için, artan büyüme ile birlikte tasarruf düzeyi artmamakta ve borçlanma yoluyla temin edilmiş olan dış kaynağın faizini ödemek için yeni dış kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır
Bu durumda ekonomide cari açığın sürdürülebilirliği giderek sorun olmaya başlamakta ve ekonomi için bir tehdit unsuruna dönüşmektedir.
Yapılan araştırmalar, cari açığın tehdit unsuru olmaya başladığı seviyenin, genelde ülkenin cari açığının GSYİH’na oranının, %5 düzeyini aştığı seviye olduğunu göstermektedir.
Türkiye’de de buna benzer süreçler yaşanmış, 1994, 1999 ve 2001 ekonomik krizlerine sebep olan unsurların başında cari açığın sürdürülemeyecek seviyeye ulaşması gelmiştir.
Son 20 yılda cari işlemler dengesine göz attığımızda, cari açığın en büyük nedeni olarak karşımıza, mal dengesi, yani ithalat ihracat açığı çıkmaktadır.
Mal dengesinin en önemli alt kalemi ise, yaklaşık %70 ile ara mal (hammadde) ithalatıdır.
Bu durum, yukarda sözünü ettiğimiz, büyüme-cari açık ilişkisine işaret etmektedir.
Cari açık veren ekonomiler, bu açığı finanse edebilmek için, ya dışarıdan borçlanmakta, ya varlık satmakta ya da altın ve döviz rezervlerini kullanmaktadır.
Cari işlemler dengesindeki, finans hesabının alt kalemleri olan doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları, diğer yatırımlar ve bunlara ilaveten rezerv varlıklar cari açığın finansman kaynaklarıdır.
Diğer yatırımlar kaleminin içinde en önemli kalem dış borçlanmadır. Cari açığın dışarıdan borçlanılarak finanse edilmesi dış borç stokunu arttırır.
En sağlıklı finansman kaynakları borç doğurmayan ve uzun vadeli olanlar, en riskli finansman kaynakları ise, borç doğuran ve kısa vadeli olanlardır.
Kısa vadeli finansman kaynakları, portföy hesabı içinde yer alan hisse senetleri ve yabancıların devlet iç borçlanma senetleri alımı ile diğer yatırımlar içinde yer alan bankaların yurtdışından temin ettikleri kısa vadeli banka kredileri, yurtdışından temin edilen kısa vadeli diğer sektör kredileri ve bankalardaki yabancıların mevduat hesabı toplamından oluşur.
Uzun vadeli finansman ise, doğrudan yatırımlar, portföy hesabı içinde yer alan Hazine tahvil ihracı ve bankalar tahvil ihracı ile diğer yatırımlar içinde yer alan yurt dışından temin edilen uzun vadeli banka kredileri ve diğer sektör kredileri kalemlerini içerir.
Borç doğurmayan finansman kaynakları, doğrudan yatırımlar, portföy hesabındaki hisse senetleri ve diğer yatırımlar altındaki diğer yükümlülüklerdir. Borç doğuran finansman kaynakları ise, portföy hesabı içindeki borç senetleri, diğer yatırımlar içindeki ticari krediler, krediler, mevduatlar ve diğer yükümlülüklerdir.
Kısa vadeli dış borçlanma ve hisse senetlerine yönelik portföy yatırımları yoluyla gelen döviz, sıcak para olarak nitelendirilip cari açığın riskli finansmanını oluştururken; doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve uzun vadeli dış borçlanma şeklinde gelen döviz, cari açığın sağlıklı finansmandır.
Cari açık, finans hesabı ile finanse edilemezse, ödemeler bilançosunun net hata noksan hesabı ile finanse edilir. Net hata noksan hesabı, kayıt dışı (bilinmeyen) döviz giriş ve çıkışlarının net dengesini gösterir ve net değer pozitif olduğu sürece cari açığı finanse eder. Bu finansman kaynağı da güvenilir bir finansman kaynağı değildir.
Finans hesabı ile net hata ve noksan hesabındaki döviz girişleri cari açığın finansmanında yetersiz kalırsa, açık, rezerv varlıklardan karşılanır.
Resmi rezervler hesabı merkez bankasındaki döviz ve altın varlıkları ile IMF nezdindeki özel çekme haklarından (SDR) oluşur.
Son 10 yılda, ABD ve AB'nin genişlemeci parasal politikaları ve düşük faiz politikaları sonucu dünyada ortaya çıkan likidite bolluğu Türkiye'ye düşük maliyetli sermaye girişini kolaylaştırırken, düşük faiz ve dalgalı kur rejimini uygulamak mümkün olmuştur. Diğer bir deyişle, ekonomik büyüme, cari açık finans hesabının diğer yatırımlar alt kaleminde yer alan dış borçlanmayı artırmıştır.
2017 yılında cari açığın gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 5,5 olmuştur. 2016 yılında bu oran yüzde 3,8 idi. Bu, önemli bir artışa tekabül etmektedir ve aynı zamanda kritik olan % 5’ in üzerindedir.
Bazı durumlarda, kritik oranın üzerinde ve süreklilik arz eden cari açıkların var olduğu ekonomilerde uluslararası sermaye piyasalarına erişimin aniden sona ermesi, yani ülkenin ihtiyacı olan dış kaynağa artık ulaşmanın imkânsız hale gelmesi durumu ile karşılaşılabilmektedir. Yunanistan’da yaşanan 2009 krizi buna örnektir.
Bu durumlarda ekonomiler, dış kaynak bulabilmek için yüksek faizler ödemekte, yabancıların en verimli şirketleri satın almasını özendirmekte, gayrimenkul satışına dayanan gelir elde etme yöntemine baş vurmakta, yani ülke kaynakları ucuza elden çıkarılmış olmaktadır.
Son bir yıldır, Amerikan Merkez Bankasının bilançosunu küçültme ve faiz artırmaya yönelik politikaları, cari açık ile büyüyen ülkeler açısından dış kaynağın kıt ve daha maliyetli hale gelmesine yol açmaktadır. Bu durumda gelişen ülke paraları ABD Doları karşısında değer kaybetmeye başlamışlardır. Türkiye’de bu süreç, içerideki bazı etkenler nedeniyle daha şiddeti yaşanmaktadır.
Sonuç olarak, ülkenin ekonomik büyümede dışarıya bağımlılığı, uzun dönemde sürdürülebilir büyümeyi sıkıntıya sokmaktadır. Sorunun çözümü, öncelikli olarak ekonomide yapısal dönüşüme, yani ülkenin dış dünyayla rekabet edebilir kalitede ve fiyatlarda aramalları ve tüketim malları üretebilmesine ve zamanla iç tasarruflarını bu yatırımları finanse edecek büyüklüğe çıkarabilmesine bağlıdır.


25 Mayıs 2018 Cuma

MÜKELLEFLER İÇİN BÜYÜK İMKAN: BİLANÇODAKİ TAŞINMAZLAR YENİDEN DEĞERLENEBİLECEK


MÜKELLEFLER İÇİN BÜYÜK İMKAN: BİLANÇODAKİ TAŞINMAZLAR YENİDEN DEĞERLENEBİLECEK
25 Mayıs 2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 7144 sayılı Kanun ile, mükelleflerin bilançosunda yer alan taşınmazlarını, 30 Eylül 2018 tarihine kadar yeniden değerlemelerine imkan tanınmıştır.
Sat kirala geri al işlemine ve kira sertifikası ihracına konu edilen taşınmazlar bu imkandan yararlanamayacaklardir.
Bilançoda yer alan taşınmazların ve amortismanların değeri, yeniden değerleme oranı ile çarpılacaktır. Amortisman hehangi bir yılda ayrılmamış olsa da tam olarak ayrılmış varsayılacaktır.
Mükelleflerin enflasyon düzeltmesine tabi tuttukları en son bilançolarında (uygulamada en son 31.12.2004 tarihli bilançolar enflasyon düzeltmesine tabi tutuldu) yer alan gayrimenkuller ve amortismanları, Nisan 2018 Yİ-ÜFE/Ocak 2005 Yİ-ÜFE, şeklinde bulunacak yeniden değerleme oranı ile çarpılacaktır. Bu oran 341,88/114,83=2,97 0larak bulunmaktadır. Diğer bir deyişle taşınmazın defterdeki değeri yaklaşık 3 kat artırılacaktır.
Enflasyon düzeltmesinin yapıldığı en son bilanço tarihi olan 31.12.2004 tarihinden sonra edinilen taşınmazlar için ise, yukardaki Ocak 2005 ÜFE endeksi yerine, taşınmazın edinildiği tarihi takip eden ayın ÜFE endeksi kullanılacaktır.
Taşınmazın net bilanço aktif değerindeki artış, bilançonun pasifinde özel bir fon hesabında gösterilecektir. Bu fon hesabı sermayeye ilave edilebilecektir. İşletmeden çekilemeyecek, sermaye hesabı dışında başka bir hesaba kaydedilemeyecektir, aksi takdirde bu işlemin yapıldığı dönem kazancı olsun veya olmasın, gelir veya kurumlar vergisine tabi tutulacaktır.
Yeniden değerlemeye tabi tutulan taşınmazların amortismanları, yeniden değerlenmiş bedelleri üzerinden ayrılmaya devam edilecektir.
Pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artış tutarı üzerinden % 5 oranında vergi hesaplanıp ödenecektir. Bu vergi zamanında beyan edilmez veya ödenmez ise bu uygulamadan yararlanılamayacaktır.
Yeniden değerlemeye tabi tutulan taşınmazların satılması halinde, pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışları, kazancın tespitinde dikkate alınmayacaktır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu düzenleme, yıllar önce uygulanan yeniden değerleme uygulamasından çok daha avantajlı hükümler içeriyor.
Birincisi, bilançolar iyileşecek ve gerçek duruma daha uygun hale gelecektir. Kredi taleplerinde, kredi verenlerin önüne daha gerçekçi bilançolar ile çıkılacaktır.
İkincisi, amortismanlar yeniden değerlenmiş bedeller üzerinden ayrılacağı için, vergi avantajı sağlamış olacaktır.
Üçüncüsü, Maliye, gayrimenkulün satışında, bu uygulama ile pasife kaydedilen değer artışını, sermayeye ilave edilmemiş olsa bile, vergilemekten vazgeçmiştir. Yani, 2004 yılında edinilen bir gayrimenkul 2018 yılı içinde satıldığında, defterdeki maliyet bedeli yerine, bu bedelin yaklaşık 3 katı olan bedel dikkate alınarak satış kazancı hesaplanacaktır.

21 Mayıs 2018 Pazartesi

CARİ AÇIK NEDİR, NEDEN ÖNEMLİDİR


CARİ AÇIK NEDİR, NEDEN ÖNEMLİDİR

Basit anlatımıyla, bir ülkenin ekonomisinin büyümesi demek, o ülkede belli bir zaman diliminde üretilen mal ve hizmet miktarının artması demektir. Üretilen mal ve hizmet miktarı artmış ise, bu mal ve hizmeti üreten faktörlerin gelirleri de artmış demektir. Yani ücretli çalışanların (işçinin), sermaye sahibinin (işverenin) ve gayrimenkul sahiplerinin geliri de artacaktır.
Mal ve hizmet üretiminin artması için, yeni fabrikalar, işyerleri, yani yatırımların yapılması, yatırım için de, ürettiğiniz mal ve hizmetin tamamını tüketmeyip bir kısmını tasarruf etmiş olmanız gerekir. Eğer yeteri kadar tasarrufunuz yoksa, yeni yatırım için borçlanmanız şarttır. İşte tasarruf açığı olan ülkelerin büyümek için başvurduğu iç ve dış borçlanma, aynı zamanda cari açığın veya bütçe açığının büyümesine neden olmakta ve bunların doğru yönetilmesini gerektirmektedir. Aksi takdirde o ekonominin istikrarı tehlikeye girer.
Cari işlemler dengesi dediğimiz şey, bir ekonominin, yurtdışındaki başka ekonomiler ile yaptığı işlemlerin, başka bir anlatımla, döviz girdisi ile döviz çıktısının dengesidir.
Cari İşlemler Dengesinde üç ana kalem bulunmaktadır. Cari İşlemler Hesabı, Sermaye Hesabı, Finans Hesabı.
Cari İşlemler Hesabı ve Sermaye Hesabının toplamının her zaman Finans Hesabı kalemine eşit olması gerekmektedir. Diğer bir deyişle bu hesapların artı veya eksi bakiyesinin sonuçları  finans hesabında yer alır. Ancak, verilerin değişik kaynaklardan elde edilmesi, değerleme, ölçme ve kayıt zamanı farklılıkları nedeniyle, oluşan farklar Net Hata ve Noksan (NHN) kalemine “kalıntı” şeklinde yansımaktadır. Bu kalem, finans hesabından, cari işlemler hesabı ve sermaye hesabının çıkarılmasıyla elde edilmektedir.
Cari İşlemler Dengesinin en önemli kalemleri, Cari İşlemler Hesabı altında yer alan ihracat ve ithalat ile hizmet ihracatı ve hizmet ithalatı dengesidir.
Eğer cari işlemler açığı söz konusu ise, bu açık öncelikle sermaye ve finans hesabı fazlası ile dengelenir. Sermaye ve finans hesabı fazlasının cari işlemler açığını tam olarak finanse edememesi halinde ise, kalan kısım merkez bankasındaki resmi rezervler ile finanse edilir ve bu durumda resmi rezervlerde azalma meydana gelir.
Cari işlemler açığı olan bir ülke, gerek doğrudan yatırımlar gerek portföy yatırımları veya diğer finansal kalemleri kullanmak suretiyle yurtdışından tasarruf ithal ediyor demektir.
Sermaye hareketleri dengesi esasen, yurtiçindeki faizler ile yurtdışındaki faizlerin göreli seviyelerine göre belirlenir. Riskin aynı olduğu varsayımıyla, bir ülkedeki faizlerin dış dünyadan daha yüksek olması durumunda mali sermaye bu ülkeye yönelecek ve sermaye hareketleri dengesi fazla verecektir.
Diğer bir deyişle, aslında cari açık, sermaye hesabı dengesi veya resmi rezervler ile kapatılmaktadır.
Ödemeler dengesinin dengede olması ise, cari hesap dengesinin sermaye ve finans hesabı dengesi ile dengelenmesi ve dolayısıyla da resmi rezervler hesabı dengesinin fazla ya da açık vermemesidir.
Türkiye’de kullanılan ödemeler dengesi tablosu aşağıdaki gibidir: 

ÖDEMELER DENGESİ (Milyon USD)
2010
2011
2012
CARİ İŞLEMLER HESABI
-45.447
-75.092
-48.504
İhracat (FOB)
120.902
143.396
163.221
İthalat (FOB)
-177.315
-232.535
-228.553
Mal Dengesi
-56.413
-89.139
-65.332
Hizmetler Dengesi: Gelir
36.279
40.668
43.150
Hizmetler Dengesi: Gider
-19.621
-20.538
-20.548
Mal ve Hizmet Dengesi
-39.755
-69.009
-42.730
Gelir Dengesi: Gelir
4.477
3.952
5.034
Gelir Dengesi: Gider
-11.692
-11.793
-12.191
Mal, Hizmet ve Gelir Dengesi
-46.970
-76.850
-49.887
Cari Transferler
1.523
1.758
1.383
SERMAYE HESABI
-51
-25
-44
FİNANS HESABI
59.061
66.698
70.172
Yurtdışında Doğrudan Yatırım
-1.464
-2.349
-4.074
Yurtiçinde Doğrudan Yatırım
9.036
16.047
13.016
Portföy Hesabı (Varlıklar)
-3.524
2.688
2.657
Portföy Hesabı (Yükümlülükler)
19.617
19.298
38.132
Diğer Yatırımlar (Varlıklar)
7.012
11.136
-569
Diğer Yatırımlar (Yükümlülükler)
28.384
19.878
21.010
Cari, Sermaye, Finansal Hesaplar
13.563
-8.419
21.624
NET HATA VE NOKSAN
1.405
9.433
1.197
GENEL DENGE
14.968
1.014
22.821
REZERV VARLIKLAR
-14.968
-1.014
-22.821
   Resmi Rezervler
-12.809
1.813
-20.814
   Uluslararası Para Fonu Kredileri
-2.159
-2.827
-2.007
Bilgi için:
GSYH
731.600
774.000
786.000
Cari Açık GSYH (%)
-6,2
-9,7
-6,0
12 Aylık Bazda Cari Açık
-45.447
-75.092
-46.935
Kaynak:Mahfi Eğilmez/Kendime Yazılar
Tablodan görüleceği üzere, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında cari işlemler hesabı hep açık vermiş ve bu açık finans hesabı ile kapatılmış, resmi rezervler kullanılmamıştır. Tabloda dikkat çeken bir diğer husus, cari açığın gayri safi yurtiçi hasılaya oranının da yer alması olup, bu oran, bir ekonominin ne kadar istikrarlı veya kırılgan olduğunu gösteren önemli bir göstergedir. Gelecek yazımızda cari açığı yayınlanmış güncel rakamlar ile irdelemeye devam edeceğiz.