Çevremizdeki her şeyin
sürekli değiştiğini, hiçbir şeyin aynı kalmadığını, en genel doğruların bile tepe taklak olduğunu görüyor
musunuz? Bunu anlamak için fazla uzağa
gitmek gerekmiyor; geçtiğimiz son 10-20 yıla bir göz atmak yeterli.
Peki her şey değişiyorsa
toplum olarak bazı konularda biz neden kendimizi yenileyemiyoruz? Örneğin serbest
pazar ekonomisini ille de böyle mi uygulamamız gerekiyor? Ülke gerçeklerine
uygun bir model oluşturmak veya buna çaba göstermek çok mu zor. İktisat
kitaplarına göre serbest pazar ekonomisinin kuralları içinde şirket kurtarmak kaynak israfıyla eş anlamlıdır. Oysa, bu
krizde Amerikan Merkez Bankasının milyar dolarlar dökerek banka kurtarmasına ne
demeli? Yine Amerika’dan bir örnek vermek gerekirse, Orta doğu kökenli bir sermaye
grubunun özelleştirmeden aldığı bir limanın stratejik önemi nedeniyle satışının
iptal edildiğini hatırlayın. Çin’de uygulanan ekonomik sisteme acaba ne ad
koymak gerekir? Bu sistemle Çin’in her yıl % 8-10 arasında büyüdüğünü
hatırlayın Bir zamanlar örnek olay olarak gösterilen Güney Kore’nin kalkınma
hikayesinde banka ve reel sektör işbirliğinin çok önemli olduğu bilinen bir
gerçektir. Oysa bizde bankalar güneşli havada şemsiye vermek, yağmur
başladığında şemsiyeleri geri almak gibi reel ekonominin büyümesi için elini
taşın altına sokmaktan kaçınan bir tavır içindedirler. Bankaların işlevleri ve
çalışma tarzları ille de böyle mi olmak zorundadır.
Bütün bunları ardı ardına sıralamamızın
nedeni, nihayet ülkemize de ulaşan krize tehlikeli boyutta cari açıkla
yakalanmanın verdiği çaresizlik duygusudur. Elimizden bir şey gelmiyor.
Maalesef 2001 krizinden çıkmak için uyguladığımız model yüksek cari açığa bir
çözüm bulamamış ve maliyet kaynaklı enflasyonu dizginlemek adına düşük kur
politikasından vazgeçilemediği için, modelin kaçınılmaz bir değişmezi olmuştur.
Devlet, özel sektör ve
kişiler olarak 2001 yılından beri oynadığımız bu yalancı mutluluk oyununun bir
parçası haline geldiğimizi söylemek acaba çok karamsar bir bakış açısı mı olur?
Hele yeni kullanmaya başladığımız hesaplama tekniğiyle milli gelirimizin 650
milyar Dolarlara ulaştığı bugünlerde. Bunu öğrenmek için krizin sonunu bekleyip
göreceğiz. İktisatçılar bu krizin dip noktasının yatay seyir izleyerek uzun bir
döneme yayılacağını söylüyor. Ekonomide bir daralma yaşanacağı kesin. Reel
sektörde bir hasar yaşanması da kaçınılmaz. Bu krizin finans sektörümüzü fazla
etkilememesi temenni ediliyor. Bu olumsuz tablo içinde tek olumlu unsur
kurların yükselmesi nedeniyle ihracatımızın artış göstermesi olasılığı. Tabi bu
artış en çok ihracat yaptığımız bölge olan Avrupa ülkelerinin krizdeki
performanslarına bağlı. Bu ülkelerin krizden etkilenme dereceleri ihracat
artışımızı doğrudan etkileyecek.
Tabii bu arada siyasi
ortamın belirsizliği nedeniyle krizin etkisinin normalden fazla tahribat
yapması da söz konusu. Umarız bu olmaz.
Kısacası bu krizi hepimizin
ayaklarımızı yere sağlam basarak, kendi şartlarımıza uygun tedbirleri alıp
mümkün olduğu kadar hasarsız atlatmamız lazım. Gelecek krizde ekonomimizin
savunma mekanizmaları inşallah bugünkünden daha iyi olur demekten başka çaremiz
yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder