1 Haziran 2009 Pazartesi

MALİ GÜNDEM (01.06.2009)


MEVZUATTA GEÇEN HAFTA

  1. Büyük Mükellefler İçin Vergi Dairesinden Sonra Sosyal Güvenlik Merkezi de Kuruluyor:

SGK’nun 28.05.2009 tarih ve 2009/75 sayılı Genelgesinde; 399 adet Sosyal Güvenlik Merkezi, 39 adet Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi ve 3 adet Hukuk Sosyal Güvenlik Merkezi olmak üzere toplam 441 adet Sosyal Güvenlik Merkezi kurulmasına karar verildiği açıklanmıştır.
Ankara, İstanbul (Anadolu ve Avrupa yakasında ayrı ayrı olmak üzere) ve İzmir illerinde sosyal güvenlik merkezlerinden birer tanesinin,  50 ve üzerinde sigortalı çalıştıran işverenlerin sosyal sigorta işlemlerini yürütmek üzere   “Büyük İşverenler Sosyal Güvenlik Merkezi” olarak hizmet vermesine karar verilmiştir.


















VERGİDE TARTIŞILAN RİSKLER VE FIRSATLAR

  1. Serbest Bölgelerde Faaliyet Gösteren Tam Mükellef Şirketlerin Elde Ettikleri Kazancın Ortaklarına Dağıtımı % 15 Stopaja Tabidir:
Serbest Bölgeler Kanunu'na 5084 sayılı Kanunun 9'uncu maddesiyle eklenen ve 06/02/2004 tarihinde yürürlüğe giren  geçici 3'üncü maddesinde;
"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanuna göre kurulan serbest bölgelerde faaliyette bulunmak üzere ruhsat  almış mükelleflerin;
a) Bu bölgelerde gerçekleştirdikleri faaliyetleri dolayısıyla elde ettikleri kazançları, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih  itibarıyla faaliyet ruhsatlarında belirtilen süre ile sınırlı olmak üzere gelir veya kurumlar vergisinden müstesnadır. Bu  istisnanın 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 94'üncü maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı  bendinin (b) alt bendi kapsamında yapılacak tevkifata etkisi yoktur” hükmü yer almaktadır.
94'üncü maddenin birinci fıkrasının (6) numaralı  bendinin (b) alt bendine göre; tam mükellef kurumların; tam mükellef gerçek kişilere, gelir ve kurumlar vergisi mükellefi olmayanlara veya bu vergilerden muaf olanlara, dar mükellef gerçek kişilere, dar mükellef kurumlara (Türkiye'de bir işyeri veya daimi temsilci aracılığıyla kâr payı elde edenler hariç) ve gelir ve kurumlar vergisinden muaf olan dar mükelleflere kar payı dağıtımında, %15  tevkifat yapılacaktır. Kâr payı ödeyen şirketin tam mükellef kurum olmaması halinde tevkifat yapılmayacaktır.
Dolayısıyla serbest bölgedeki faaliyetlerden elde edilen ve kurumlar vergisinden istisna edilen kazançların, kazancı elde eden tam mükellef kurumlar tarafından Türkiye'deki gerçek kişi ortaklara ya da yurtdışındaki gerçek ve tüzel kişi ortaklara dağıtılması halinde; dağıtılan tutar üzerinden Gelir Vergisi Kanunu'nun 94'üncü maddesinin "6/b" bendinin alt bentleri uyarınca %15 oranında tevkifat yapılacaktır.
Öte yandan Gelir Vergisi Kanununun geçici 62’nci maddesi uyarınca, 31.12.2002 veya daha önceki tarihlerde sona eren hesap dönemlerinde elde edilen, kurumlar vergisinden istisna edilmiş kazançların dağıtımı halinde stopaj yapılmayacağı için serbest bölgede elde edilen 2002 ve daha önceki yıl kazançlarının dağıtımı halinde stopaj yapılmayacaktır.

  1. Enflasyon Düzeltmesi Sonucunda Oluşan Kar Hesapları İle Sermaye Olumlu Fark Hesapları Kesinlikle Dağıtılmamalı veya Gelişigüzel Yok Edilmemelidir, Tasfiye Edilen veya Sermaye Azaltımı Yapan Şirketler Ortaklara Sermayelerini Dağıtırken Sermayelerine Eklenmiş Enflasyon Farkı Hesaplarının Bulunup Bulunmadığına Dikkat Etmelidir:
Vergi Usul Kanunumuza 2003 yılında giren ve 2003 ve 2004 yılı muhasebe hesaplarında uygulaması yapılan enflasyon düzeltmesi hükümlerine göre; pasif kalemlere ait enflasyon fark hesaplarının, herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledilmesi veya işletmeden çekilmesi halinde, bu işlemlerin yapıldığı dönemlerin kazancı ile ilişkilendirilmeksizin, bu dönemde vergiye tâbi tutulacağı hüküm altına alınmış; öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farklarının ise düzeltme sonucu oluşan geçmiş yıl zararlarına mahsup edilebileceği veya kurumlar vergisi mükelleflerince sermayeye ilave edilebileceği, bu işlemlerin kâr dağıtımı sayılmayacağı hükme bağlanmıştır.
24/03/2005 tarihli Vergi Usul Kanunu Sirküleri/17'nin; "Kâr Dağıtımı" başlıklı 19'uncu maddesinde;
“Vergi Usul Kanununun geçici 25'inci maddesinin (f) bendinde, 2003 yılı hesap dönemine ait beyannamede yer alan indirilemeyen geçmiş yıl malî zararları ile carî dönem malî zararlarının matrahın tespitinde mukayyet değerleri ile dikkate alınacağı belirtilmiştir.
2003 yılı hesap dönemine ait düzeltme öncesi geçmiş yıl ve/veya carî dönem ticari kârının bulunması ve bu tutardan 01/01/2004 tarihinden sonra kâr dağıtımı yapılmış olması halinde, kâr dağıtımı adı altında gerçekleştirilen bu neviden ödemeler, işletmeden çekilen değer olarak addedilmeyecek ancak, elde edenler açısından vergiye tâbi gelir olarak dikkate alınacaktır.
2003 yılı hesap dönemine ait düzeltme öncesi geçmiş yıl ve/veya carî dönem ticari zararının bulunması ve düzeltme sonrasında geçmiş yıl kârı oluşması halinde, söz konusu geçmiş yıl kârı vergiye tâbi tutulmayacak, herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledildiği veya işletmeden çekildiği takdirde bu işlemlerin yapıldığı dönemlerin kazancı ile ilişkilendirilmeksizin bu dönemde vergiye tâbi olacaktır. Düzeltme sonucu bulunan geçmiş yıl kârının kurumlar vergisi mükelleflerince sermayeye ilave edilebilmesi mümkün olup, bu işlem kâr dağıtımı sayılmayacaktır." denilmiştir.
Buna göre, enflasyon düzeltmelerinden kaynaklanan farkların ortaklara dağıtılması durumunda, dönem kazancı ile ilişkilendirilmeksizin beyan edilerek vergilendirilmesi, ayrıca, Gelir Vergisi Kanununun 94'üncü maddesi ile Kurumlar Vergisi Kanununun 15 ve 30'uncu maddeleri uyarınca, tam mükellef kurumlar tarafından % 15 oranında vergi kesintisi yapılması gerekmektedir.
Gelir İdaresi tarafından verilen bir özelgede; daha önce sermayeye eklenmiş olan pasif kalemlere ait enflasyon fark hesaplarının, şirketin sermaye azaltımı yapması veya tasfiye edilmesi sebebiyle ortaklara dağıtılması halinde, işletmeden çekilen tutarların öncelikle kurumlar vergisine tabi tutulması, vergi sonrası dağıtılan kazancın da kar dağıtımına bağlı vergi kesintisine tabi tutulması gerektiği açıklanmıştır.






GEÇEN HAFTANIN EKONOMİ YORUMLARINDAN ALINTILAR



Hasan Ersel (Referans 25.05)
İhracata dayalı büyüme yolu daralırken Türkiye ne yapacak
Yeni kârlı alanlar
Peki ya önümüzdeki dönem? Yukarıda da belirttiğim üzere dünya ticareti hızla büyürken ve dünyada inanılmaz bir likidite fazlası varken, cari açık verebiliyorduk. Çünkü cari açığımızı finanse edebilecek gücü olan ve bize bu finansman olanağını bedeli karşılığı sağlamaktan çekinmeyen birileri vardı. Çekinememelerinin nedeni ise dünya finans çevrelerinin, artan dünya ticaretinin söz konusu olduğu koşullarda Türkiye'nin ana para ve faiz ödemesi için gerekli olanakları (başta döviz olmak üzere) bulabileceğini düşünmekte olmalarıydı. Dünya ticaret ortamı değişince, bu çevreler ellerinde finansman olanakları olsa bile aynı biçimde düşünmeye devam edecekler mi? Büyük bir olasılıkla hayır...
Bu durumda Türkiye'nin yapacağı bir şey yok mu? Bence var. Bir kere orta dönemde küresel ekonomideki ortaya çıkan ve önümüzdeki yıllarda ivme kazanacağı anlaşılan dönüşümü iyi algılamamız gerekiyor. Bu pek o kadar kolay bir şey değil. Örneğin ABD'de yürürlüğe konulan program özünde yenileşimi (innovation) özendirmeye büyük ağırlık veriyor. Başarılı olursa, pek çok yeni ürün ortaya çıkacak. Biz dahil dünyada yaygın bir biçimde üretilen pek çok malın (söz gelimi şimdiki otomobiller) üretimi ya da yaygın ticareti duracak. Peki bu hangi alanlarda olacak? Hangi yeni, kârlı alanlar, ortaya çıkacak? Dünyada yeni iş bölümünde Türkiye'ye hangi alanlar açık olacak? Bu sorulara yanıtlar ürettiğimizde sanayimizin bu yeni dünyanın koşullarında başarılı bir biçimde yaşamını sürdürebilmesi için gerekli dönüşüm yönünde hamle yapılması gündeme gelecek. Bu da, bizlere olduğu kadar, dış dünyaya da anlatılabilecek ve güven verebilecek yeni bir sanayi politikasını yürürlüğe koymak demek. Böyle bir politikanın ciddiye alınabilmesi için iç tasarruf oranımızı nasıl artırabileceğimizi de belirlememiz gerekecek. Dış tasarrufları, kendi gelişme amaçları için etkin bir biçimde kullanmış olan gelişmekte olan ekonomilerin ortak bir özelliği var: O da iç tasarruf oranlarının yüksek olması.
İç talebi yükseltmek hedefiyle bu çelişiyor mu? Hayır. İç talebin düşük olması ile iç tüketimin düşük olması aynı şey değildir. Yatırımı artırarak da iç talep yükseltilebilir. Üstelik, bazı koşularda iç talebi artırırken bir süre için kişi başına iç tüketimi düşürmek, zaman içinde toplumu orta/uzun dönemde adam başına daha yüksek tüketim düzeyine kavuşturabilir. Bunu topluma anlatmak siyasal beceri ister. Bu doğru... Ama bu yolda başarı elde edildiğinde, dış tasarruf temin etme şansı artabileceği için, gerekli iç tasarruf oranı da aşırı yükselmeyeceği de gösterilebilir.


Yıllar
Dünya ve Hizmet
Ticaretindeki
Yıllık Değişme (%)
2003
4,9
2004
10,4
2005
7,5
2006
9,2
2007
7,2
2008
3,3
2009
-11.0 (Öngörü)
2010
0,6 (Öngörü)
Kaynak: IMF World Economic Outlook, çeşitli yıllar


Vergi indirimleri işe yaradı mı?
Mahfi Eğilmez (Radikal 28.05)
Krizi hafifletmekte ve ekonomiyi canlandırmakta kredilerle ilgili düzenlemelerin bir yararı olmayacağını düşünüyorum. Çünkü kriz döneminde kimse yatırım ya da üretim yapmak için kredi almaz. Kamu harcamalarının artırılmasının da sakıncalı olduğu kanısındayım. Çünkü ileride durum değişip de enflasyonist baskılar ortaya çıkmaya başlayınca bu harcamalar eski haline getirilemez. Maaşlar bir kez artırıldığında bir daha düşürülemez, kamu yatırımlarına bir kez başlandığında durdurulamaz. Oysa vergi indirimleri talep artışı sağlar ve tüketimden başlayarak üretime ve istihdama uzanan bir dizi faaliyeti etkiler.
Üstelik ileride talep canlanıp da enflasyonist eğilimler ortaya çıkarsa bunları önlemek için kademeli olarak vergi oranları artırılır ve bu yolla enflasyonist eğilimler dizginlenebilir. 
Merkez Bankası uzmanı Ercan Türkan’ın ‘Son vergi düzenlemeleri ile ortaya çıkan fiyat indirimleri tüketiciye yansıtıldı mı?’ başlığını taşıyan çalışması son dönemde çok tartışılan bir konuya aydınlık getiriyor. Türkan’ın vurguladığı gibi krizle ilgili olarak yapılan vergi düzenlemeleri üç ana başlıkta toplanıyor: (1) Yatırım olarak sınıflandırılan gayrimenkul ve iş makinalarının alım maliyetinin düşürülmesine yönelik vergi indirimleri. (2) Hanehalkının otomobil, mobilya, beyaz eşya ve bilişim ürünleri gibi bazı dayanıklı tüketim mallarına olan talebinin canlandırılmasına yönelik vergi indirimleri ve (3) Tüketimin finansmanının ucuzlatılması için yapılan vergi indirimleri.
İnceleme sonuçlarına göre mart ve nisan ayları itibariyle vergi indirimlerinin tüketiciye yansıması oldukça yüksek oranlara ulaşmış. Vergi indirimi oranları otomobilde yüzde 80, beyaz eşya ve ev aletlerinde yüzde 100, görsel işitsel ekipmanda yüzde 30, mobilyada yüzde 112 ve bilgisayar ve bilişim araçlarında yüzde 140 oranında tüketiciye yansıtılmış. Vergi indirimleri mobilya, bilgisayar ve bilişim araçları alanlarında diğer indirim
kampanyalarıyla birleşerek vergi indiriminden daha yüksek indirimlere yol açmıştır.
İstanbul Vergi Denetmenleri’nin yaptığı bir araştırma vergi indirimlerinin otomotiv sektörüne etkisinin oldukça fazla olduğunu ortaya koyuyor. Araştırma çerçevesinde 13 otomobil markası üzerinden yapılan bir değerlendirmeye göre indirimlerin söz konusu olmadığı 1 ile 15 Mart tarihleri arasında 2846 adet taşıt satışı gerçekleştiği, buna karşılık indirimlerin yürürlükte olduğu 16 ile 31 Mart arasında 9445 adet taşıt satıldığı ortaya çıkıyor. Aynı araştırmaya göre bu taşıtlar üzerinden sağlanan toplam vergi hâsılatı da vergi indirimine karşın satış miktarı arttığı için büyük artış göstermiş görünüyor.
1 Nisan ile 16 Nisan arasındaki satışlar vergi indirimli dönemin ilk 15 gününe göre bir düşüş göstermiş görünse de (6048 adet) vergi indirimsiz döneme göre iki mislinden fazla artış sergiliyor.   
Bu araştırmaların bize gösterdiği en önemli sonuç yapılan vergi indirimlerinin tüketiciye ve dolayısıyla önemli oranda talep artışına yansıdığı konusudur. Bu iki araştırma baştan beri savunduğum konuyu doğrulamıştır. Hatırlarsanız talebin canlandırılmasının harcama artışlarıyla ya da kredilerin ucuzlatılması ve yaygınlaştırılmasıyla değil asıl olarak vergi indirimleriyle gerçekleştirilebileceğini savunmuştum. Söylediğim bir başka şey de canlandırma etkisinin yüksek olabilmesi için vergi indirimlerinin dolaylı vergilerle sınırlı tutulmakla birlikte daha yaygın bir alanı kapsamasının doğru olacağı idi. Yani eğer bütçe açığı verecek ve bunu borçlanarak finanse edeceksek açığı vergi indirimleri yoluyla yapmamızın ekonominin canlanmasına çok daha fazla katkı yapacağını anlatmaya çalışmıştım.     
Vergi indirimleri sınırlı sayıda mal için yapıldığından canlandırıcı etkisini tam olarak gösteremedi. Önümüzdeki dönemde indirimleri kademeli olarak yükseltmek, buna karşılık uygulamayı daha yaygın hale getirmek en doğru seçenek olarak görünüyor.


Piyasalardaki hareket iyileşme umudu mu
Şevket Sürek (Referans 28.05)
23 Nisan 2009 günü bu köşede yazdığım yazıda, "Kriz mi sakinleşti, yoksa biz mi alıştık" diye sorgulamış ve kriz sakinleştiyse "Ne âlâ", biz alıştıysak "Çok fena" yorumunda bulunmuştum.
Yazımın yayın tarihinden bu yana 35 gün geçti.
Piyasalardaki hareket o günlere göre daha da hallice,
istatistiki veriler biraz moral verir nitelikte.
Yüzlerde endişeyle karışık da olsa, bir gülümseme var.
19 Mayıs tarihli Referans'ta Şebnem Turhan'ın "Makro ekonomide mikro umutlar" başlıklı haberine göre işçi çıkarmalar yavaşlamış, hatta işe alınmalarda artışlar söz konusu.
Kapasite kullanımlarında büyük oranlarda olmasa da toparlanma var.
Tüketici güven endeksi 8 puan, reel kesim güven endeksi ise 11.8 puan yükselmiş.
İç satışlar, biraz kıpırdamış.
Stoklar azalmış.
Ayrıca, yine aynı günkü Referans'ta "özel sektörün dış borçları geriledi" haberi var.
Habere göre reel sektörün 2009 dış borçları yüzde 4.8 gerilemiş.
Demek ki, reel sektör borçlarını bankaların üzerine yıkmayarak kendi imkânlarıyla ödeyebilmiş.
Reel sektörün de bankaların da korktukları bu durum bankalara derin bir nefes aldırmış olabilir.
Reel sektör kredilerine tavır koyan bankalar bu olumlu gelişmeyi dikkate almalıdırlar.
Bu iyi haberlere ben de katkıda bulunayım.
Özellikle tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon sektöründe iyi şeyler oluyor.
Ayakta kalabilenlerin kapasite kullanım oranları arttı.
İhracat bağlantılarında bir hareket olmalı ki, ihracat düşme oranları gerileme eğiliminde.
Henüz artılı oranlara uzak olsalar da düşme oranlarında iyileşmeler görülüyor.
Beklentim, haziran ayı verilerinin daha iyi olacağı şeklinde.
Hareketin verdiği sinerji ile bazı hammaddeler "yok" satıyor.
Bu noktada arz-talep kuralı devreye giriyor ve düşen hammadde fiyatları tekrar yükseliyor.
Fiyatların artmasına, ödemelerin peşine dönmesine rağmen hammaddeye olan talep canlı.
Uzun süredir yatan iplik fabrikaları tam kapasiteye çıktılar.
Bazı iplik fabrikalarında yatırım çabaları var.
Eski borçları biten bazı fabrikalar yeni yatırımlar için projeler hazırlıyorlar.
Piyasa hareketleri sadece tekstil sektörü ile de sınırlı değil, birçok sektörde de benzer hareketler var.
Şimdilik, güzel hareketler bunlar...
Tabii bu gelişmelere bakıp da "Dip göründü" şeklinde ahkâm kesenler veya "Bakın 'Teğet geçecek' dedim, işte teğet geçti" şeklinde kendine pay çıkaranlar olabilir.
"Dip göründü mü" şeklinde soranlara, "Dibi görmek şart mıdır" sorusunu yöneltmek, "teğet" muhabbeti yapanların ise "teğet geçerken zarar da verecek" türündeki fizik ve geometri özürlü yorumlarına gülerim.
Ayrıca,
"Kapsamlı bir hasar tespiti yapmadan bu sorulara cevap aramayın, hasar tespiti yapıldığında yıkımın ne kadar vahim olduğunu görün, "Dip midir, teğet midir o zaman konuşun" derim.
Evet, piyasalarda yukarıda yazdığım şekilde gözle görülür bir hareket vardır.
Vardır ama öncesindeki yıkım da "vahim" dozundadır.
O zaman tekrar soralım:
Geometrik teğet geçişin fiziken yıktıkları nasıl ayağa kaldırılacaktır?
Piyasalarda hissedilen bu hareket geçici midir?
Devamlı mıdır?
Devamlı değil de geçici ise bu hareketi devamlı kılacak formülleri nelerdir?
Öyle ya!
"Dibe vurduk yükseliyoruz, teğet geçtik yola devam" diyenler...
Verebiliyorlarsa önce bu dört soruma cevap versinler.
Sonrasını bir başka yazımda söyleşiriz.
Yazımın başlığındaki "Piyasalardaki hareket iyileşme umudu mudur" sorusuna, ben 23 Nisan'da sorduğum soru ile cevap vereyim: "Kriz mi sakinleşti" yoksa "Biz mi alıştık?"
Piyasalardaki olumlu hareketlere rağmen bu soruya kesin cevap verebilmek için henüz erken.
İşin zor yanı da burası.


İktisatçılar nerede anlaşıyor, nerede ayrılıyor
28.05.2009 | Seyfettin Gürsel | Yorum
Ali Babacan ayağının tozuyla iktisatçı köşe yazarlarını yine bir araya getirdi. Hazine Müsteşarı, Merkez Bankası Başkanı da toplantıya katıldı. Ama ne bakan ne de ekonomi yönetimi görüş beyan etmediler. İktisatçıları dinlediler. "Her kafadan bir ses çıkmıştır" diye düşünüyor olabilirsiniz. İktisatçı fıkraları düşünüldüğünde haksız sayılmazsınız. Ama toplantıdan benim beklentilerimi de aşan bir oydaşmanın (konsensusun) temayüz ettiğini belirtmeyim. Elbette iktisat politikalarının dozajında ve zamanlamasında bazı nüans farkları var, ama işin özünde geniş bir görüş birliği olduğunu düşünüyorum.
İlk turda Dünya krizi konuşuldu. Nasıl çıktı, neden çıktı konularını geçelim. Üzerinde anlaşılan temel üç nokta söz konusu:
1) Temel dengesizlikler olduğu yerde duruyor. ABD'den yine çok tüketmesi bekleniyor. Çin dış fazla vermeye ve rezerv biriktirmeye devam ediyor. Dolara dayanan uluslararası para sistemi ne zaman reforme edilir belli değil. Uluslararası finans sistemi kolay kolay rehabilite edilemeyecek.
2) Bu koşullarda eski bol likiditeli günler geri gelmeyecek. Dengesizlikler nedeniyle Dünya ekonomisi dalgalı bir seyir izleyecek.
3) Bundan böyle dünya ekonomisi ve dünya ticareti düşük büyüme oranlarına mahkûm.
Dünya ekonomisinin kriz sonrası Türkiye'nin işini zorlaştırıyor. 2009 kayıp yıl. 2010'dan itibaren yüzde 5-6 büyümeye ihtiyaç var. Bu büyümeye patlama yapan işsizliği adım adım geriletmek için de ihtiyaç var. İyimser bir tahminle yüzde 5-6 büyüme gelecek yıl baz etkisiyle (2009'daki aşırı küçülmenin üzerine) yakalansa bile, orta vadede garanti değil. Çünkü iç talebe ve çoğunlukla dış kredi ile finanse edilen yüksek cari açığa dayanan büyümeye geri dönüş artık mümkün değil. Mutlaka ihracata dayalı yeni bir büyüme modeline ihtiyaç var.
Böyle bir büyüme modeli önce tasarlanmak, sonra da 2009'dan itibaren adım adım uygulanmak zorunda. Kriz bir bakıma yeni büyüme modeline geçişi kolaylaştıran bir zemin yarattı. Türk Lirası aşırı değerli olmaktan çıktı. Rekabet gücü var. Piyasa reel faizi yüzde 5 civarında. Hiç bu kadar düşük olmamıştı. Küresel deflasyon ve durgunluk enflasyonu hedeflerin altına indirdi. TCMB'nin eli rahat.
Bu zeminin korunması gerekiyor. Nasıl? Birinci sorun bu. Ama yetmez. Aynı zamanda makro zeminin sanayinin rekabet gücünü artıracak yapısal reformlarla desteklenmesi gerekiyor. Mevcut reel faiz, reel kur ve enflasyon düzeylerinin korunabilmesi para ve maliye politikalarının çok etkin bir karışımını gerektiriyor ve bu hiç de kolay değil. Bu noktada görüş ayrılıkları var. Ama önce ortak görüşü özetleyelim. İktisatçılar orta vadede maliye politikasının sıkılaştırılarak 2009'da orta çıkan zorunlu açılmanın kontrol altına alınmasını savunuyor. Dolayısıyla sağlam bir orta vadeli mali programının şart ve acil olduğu konusunda görüş birliği var.
Ancak kimi meslektaşlar maliye politikasında gevşemede ipin ucunun şimdiden kaçmak üzere olduğunu savunuyor. Bir an önce gerçekçi bir 2009 bütçesi yapmak ve nasıl finanse edileceğini ortaya koymak gerekiyor. Benim son tahminim bu yıl küçülmenin yüzde 6'yı bulacağı şeklinde. Bu koşullarda bütçe açığı 70 milyara, açık oranı da yüzde 6'ya dayanır. Kriz koşullarında bu o kadar vahim değil. Ancak nasıl finanse edileceği ve sonra nasıl toparlanacağı önemli. Tümüyle içerden finanse edemezsiniz. Faizler artar. Tümüyle TCMB'ye dolaylı olarak finanse ettiremezsiniz. Beklentiler (enflasyon, kur, faiz) bozulur. Ama para politikası sınırlı ve ölçülü miktar genişlemesi ile destek olabilir. Son tahlilde açığın önemli kısmını dış tasarrufla karışlamak zorundasınız.
IMF tartışması da bu nokta da gündeme geliyor. Çoğunluk IMF anlaşmasından yana. Çünkü anlaşmanın makro zemini korumayı kolaylaştıracağını düşünüyor. IMF ile anlaşma yapılmayacaksa da, belirsizlik bir an önce ortadan kaldırılmalı ve güçlü bir mali program ile yapısal reform paketi ortaya konulmalı. Zor reformlar gündemde. İşgücü piyasası başta olmak üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder