15 Haziran 2009 Pazartesi

MALİ GÜNDEM (15.06.2009)


MEVZUATTA GEÇEN HAFTA

  1. Varlık Barışından Yararlanan Mükelleflerin Bu Kapsamda Beyan Ettikleri Vergilerin Tecil Edilemeyeceği Açıklanmıştır:
Maliye Bakanlığı 2009/3 sayılı Tahsilat İç Genelgesinde, daha önce yayınlanan bir iç genelgede;
-Katma Değer Vergisi,
-Geçici Vergi,
-Özel Tüketim Vergisi,
-Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi,
-Özel İletişim Vergisi,
-Harçlar (İkmalen tarhiyata dayanan tapu harçları hariç),
-Fonlar,
-Ecrimisil,
-Eğitime Katkı Payı ve Eğitime Katkı Payına ait gecikme zammı
-Sınırlı uygulama süresine sahip ek vergilerden
olan alacakların tecil edilmeyeceğinin bildirildiğini, 22.11.2008 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 5811 sayılı Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun kapsamında tahakkuk eden vergilerin de mükelleflerin çok zor durumda olup olmadıklarına bakılmaksızın hiçbir şekilde tecil edilmeyeceğini açıklamıştır..


  1. Reeskont ve Avans İşlemlerinde Uygulanacak Faiz Oranları Değiştirildi:
12 Haziran 2009 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kararında, vadesine en çok 3 ay kalan senetler karşılığında yapılacak reeskont işlemlerinde uygulanacak iskonto faiz oranını yıllık %18, avans işlemlerinde uygulanacak faiz oranını ise yıllık %19 olarak tespit edilmiştir. Bilindiği üzere Vergi Usul Kanununa göre yapılan reeskont işlemleri ile faizin belli olmadığı kredi verme işlemlerinde avans faiz oranı kullanılmaktadır.
        






VERGİDE TARTIŞILAN RİSKLER VE FIRSATLAR


  1. Hazine Zararı Nasıl Ortaya Çıkar? Gider Kaydedilmemiş Olsa Dahi Transfer Fiyatlandırması Kapsamında Örtülü Kazanç Aktarımının Gerçekleştiği Görüşünde Olan Vergiciler de Var:

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununda yer alan transfer fiyatlandırması uygulamasına 1.1.2007 tarihinden itibaren başlanmıştır.

Bilindiği üzere KVK’na göre kurumların, ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım satımında bulunması halinde, tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı yapılmış sayılmaktadır.

Örtülü olarak dağıtılan kazanç alım satımın yapıldığı hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kar payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılır. Buna göre daha önce her iki şirkette yapılan kayıtlar ve vergilendirmeler buna göre düzeltilir.

Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımının ya düşük bedel ile satış yapan ilişkili kişinin diğer şirkete kazanç aktarımı yapması ya da yüksek bedelle satış yapan ilişkili kişiden  alımı yapan şirketin diğerine kazanç aktarması şeklinde yapıldığı kabul edilmektedir.

Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 11/1-c bendinde transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazançların Kanunen Kabul Edilmeyen Gider kapsamında oldukları belirtilmiş olup, bu hükmün uygulaması ile ilgili mükelleflerdeki algılama, emsal bedel ile fiilen ödenen bedel arasındaki farkın ancak gider yazılmış olması halinde yani kazançtan indirilmiş olması halinde matrah farkının oluşacağı yönündedir. Bu şekildeki algılama, matrah farkının, mallarda ve diğer iktisadi kıymetlerde ancak satış veya amortisman yoluyla gider yazılan dönemlerde ortaya çıkacağı anlamına gelmektedir. Ancak mevcut düzenlemeye göre bu mümkün değildir. Çünkü KVK’nun 13’ncü maddesine göre örtülü kazanç dağıtımı şartların (ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak yapılan alım satımın) gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibariyle yapılmış sayılır ve o dönem hesaplarının düzeltilmesi gerekir.

Vergicilerin bir kısmı yapılan ödemenin muhasebede gider olarak kaydedilmese dahi ilgili yıl kazancına eklenerek üzerinden vergi alınması gerektiğini düşünmektedirler. Örneğin 500.000 TL emsal bedelli arsayı ilişkili kişiden 1.000.000 TL na satın alan şirket arsanın bedelini muhasebede ne direkt olarak ne de amortisman yoluyla masraf yazmasa dahi ilişkili kişiye dağıttığı kabul edilen 500.000 TL kazancı alım satımın yapıldığı dönem kazancına ekleyerek üzerinden vergi hesaplayacaktır.  

Bilindiği üzere KVK’nun 13’ncü maddesine 2008 yılından itibaren uygulanmak üzere kazancın örtülü olarak dağıtılması için hazine zararının doğması şartı konulmuştur. Hazine zararının tanımı ise, emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit edilen fiyat ve bedeller nedeniyle kurum ve ilişkili kişiler adına tahakkuk ettirilmesi gereken her türlü vergi toplamının eksik veya geç tahakkuk ettirilmesi şeklinde yapılmıştır.

Bu görüşü savunanlar, yapılan işleme ilişkin emsal bedel ile uygulanan bedel arasındaki farkın her halükarda, yani gider olarak yazılıp yazılmadığına bakılmaksızın taraflardan birinin kazancına eklenirken diğerinin kazancından düşülmesi şeklinde uygulama yapılması gerektiğini belirtmektedirler. Bu düşünce tarzı uygulamada peşin vergileme anlamına gelmekte ve kağıt üzerinde Hazine zararının çıkmasına yol açmaktadır. 


  1. Toplu İşten Çıkarmanın Koşulları:


4857 sayılı İş Kanunu’nun 29. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasına göre, “İşveren; ekonomik teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işten çıkarmak istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumu’na bildirir.
İşyerinde çalışan işçi sayısı: (a) 20 ile 100 işçi arasında ise, en az 10 işçinin; (b) 101 ile 300 işçi arasında ise, en az yüzde on oranında işçinin; (c)301 ve daha fazla ise, en az 30 işçinin işine 17. madde uyarınca ve bir aylık süre içinde aynı tarihte veya farklı tarihlerde son verilmesi toplu işten çıkarma sayılır.

Toplu işçi çıkarmanın söz konusu olabilmesi için bir işyerinde en az 20 işçinin çalışmış olması gerekmektedir.

İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sebebiyle toplu olarak işçi çıkarabilir. Toplu işçi çıkarmalarda işletme içi nedenler; işyerinin küçültülmesi, yeni teknolojilerin kullanılması vb. hususlardır. İşletme dışı nedenler; ülkede yaşanan ekonomik kriz, satış olanaklarının azalması, enerji ve hammadde sıkıntısı vb. hususlardır.

Kanun’da sayı olarak ölçeği belirlenen işyerlerinde; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gereklerinden kaynaklanan nedenlerle iş sözleşmesi işveren tarafından 4857 sayılı İş Kanunu’nun 17. maddesi uyarınca feshedilen işçi sayısı dikkate alınarak toplu işten çıkarmanın nedenleri ve ölçeğinin sınırı çizilmiştir. Bu nedenle iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesi uyarınca işveren tarafından derhal fesih halleri ile işçinin şahsından kaynaklanan nedenlerle anılan Kanun’un 17. maddesi uyarınca iş sözleşmesinin işverence fesih halleri toplu işçi çıkarma kapsamında değerlendirilemeyecektir.
Ekonomik teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işten çıkarmak durumunda kalan işverenin iş sözleşmelerinin fesih gerekçesini rasyonel, objektif ve somut olarak ortaya koyması, feshin son çare olduğunu ispat etmesi gerekir. Yargıtay bir kararında bu duruma işaret etmiştir: “Davalı işverenin dosyaya ibraz ettiği bilançolara göre uzun süredir zarar etmekte olduğu, verimliliğin artırılması, personel fazlalığının ortadan kaldırılması için yeniden yapılandırmaya gidilmesi gerektiği, bu nedenle davalının yeniden yapılandırma kurulu oluşturarak norm kadro belirlemesi yaptığı… Davalı işverenin hazırladığı listede salt sayılar yer almakta ve herhangi bir gerekçeye yer verilmediği görülmektedir. Somut olayda olduğu gibi çok fazla sayıda fesih gerçekleştiren kurumların ve özellikle yasasında da hüküm olmakla yeniden yapılandırmaya ve norm kadroya dayanan fesihlerde bu belirlemelerin rasyonel, objektif ve somut olarak yapılması ve uygulamasının da yasaya uygun olması gerekmektedir… Kurumun ve çalışanlarının profilinin, yeniden yapılandırma ile ilgili kararların yerindeliği, 4857 sayılı İş Yasası’nın 29. maddesi gereğince yapılan fesihlerin işverenin ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme ve işyeri gereklerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı, feshin son çare olup olmadığı konuları uzman, tarafsız gerekirse öğretim üyelerinden seçilecek bilirkişi heyetinden alınacak rapor ile belirlenmeli ve alınacak raporlar değerlendirmeye tabi tutularak sonuca göre hüküm kurulmalıdır.” Çetin SONKAYA (Yaklaşım Ocak 2009) 

4857 sayılı İş Yasası’nın 29. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen çalışan işçi sayısı ile iş sözleşmesi feshedilen işçi sayılarının tespitinde;  işverene tabi ve/veya işletme bünyesindeki toplam işçi sayılarının değil, toplu işçi çıkarımının yapıldığı her bir işyerinin münferiden değerlendirilmesi gerekir. Arif Temir (Yaklaşım Ocak 2009)

İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile;
- İşyeri sendika temsilcilerine,
- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ilgili bölge müdürlüğüne,
- Türkiye İş Kurumu’nun ilgili birimine
Bildirir.

İşyerinin kesin ve devamlı surette faaliyetine son vermesi durumunda işyeri sendika temsilcilerine bildirimde bulunulmaz.

4857 sayılı Yasa toplu işçi çıkartılması ile ilgili bildirimlerin yazılı yapılmasını öngörmüştür. Yapılacak olan bildirimlerde;
-İşçi çıkarmanın sebepleri,
-Bundan etkilenecek işçi sayısı ve grupları
-İşe son verme işlemlerinin hangi zaman diliminde gerçekleşeceğine
ilişkin bilgilerin bulunması gerekmektedir.

Fesih bildirimleri, işverenin toplu işçi çıkarma isteğini işyerinin bağlı olduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bölge müdürlüğüne bildirmesinden otuz gün sonra hüküm doğurur.

İşveren, toplu işçi çıkarmalarda işçilere çalışma sürelerine uygun olarak ihbar öneli vermek veya ihbar tazminatı ödemek bunun yanında kıdem tazminatı da ödemek zorundadır.

4857 sayılı Yasa’nın 29. maddesinde belirtilen hükümlere aykırı olarak işçi çıkaran işveren veya vekili hakkında aynı Yasa’nın 100. maddesi gereğince her işçi için 403,00 TL  idari para cezası uygulanmaktadır.

İşveren toplu işçi çıkarmanın kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde aynı nitelikteki iş için yeniden işçi almak istediği takdirde nitelikleri uygun olan işten çıkarılan işçileri tercihen işe çağırmakla yükümlüdür.











EKONOMİ YORUMLARINDAN ALINTILAR



İndirimler sürecek mi?
Ertuğ Yaşar (Referans 12.06)

Öyle anlaşılıyor ki ekonomi yönetimi, yerel seçimler öncesinde (biraz da alel acele) getirilen vergi indirimlerini şimdilerde uzatacak.
Pazartesi günü Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, NTV televizyonuna çok güzel bir söyleşi verdi. Bu söyleşiden anladık ki değişik sektörlere sağlanan vergi indirimleri gözden geçiriliyormuş. Bazıları uzatılacak, bazıları kapsamı daraltılarak sürdürülecek, bazıları tamamen kaldırılacak ve belki de bazı yeni sektörler eklenecekmiş.
"Sonuçlarına bakıyoruz" dedi Ali Bey. Yani bir anlamda "Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değdi mi ona bakacağız" dedi. Çünkü sağlanan vergi indirimleriyle hükümet, gelirlerinden vazgeçti. Bunu yaparken amaçlanan hedefler, tüketimin artması yolu ile piyasanın canlanması; stokların eritilmesi ve üretimin yeniden başlaması, istihdamın korunması (ve artırılması), tüketici memnuniyetinin sağlanmasıydı. Şimdi bu hedeflere ne kadar ulaşıldığına rakamsal olarak bakıyorlar.
Daha önceki bazı örneklerde kanıtlanmıştır ki, vergi yüzdesinin inmesi toplam vergi gelirlerini azaltmayabilir. Acaba Türkiye'de mart ayından bu yana böyle olmuş olabilir mi? Olmasa bile çok dert değil; çünkü eğer bu vergi indirimi sayesinde Türkiye'de istihdam korunabildiyse devlet yine de çok kârlıdır.
Sanırız Ali Babacan'ın da özellikle otomotiv sektörüne sağlanan vergi indirimleri konusunda kişisel çekinceleri oluşmuş. Çünkü Sayın Bakan şuna yakın bir cümle sarf etti: "Bizim sağladığımız vergi indirimlerinin Almanya'da ya da Fransa'da istihdam yaratmasına izin veremeyiz."
Sözün amacı belli: "Neden biz ithal otomobillerin satışına destek olalım?" Kaldı ki eldeki veriler, Türkiye'de satılan her 100 otomobilden 80'e yakınının ithal olduğunu da gösteriyor. Üstüne bir de kamuoyuna doğruluğunu tam bilemediğimiz bir söylenti yayıldı: Meğerse otomobil firmalarından bazıları vergi indirimlerinin tamamını fiyatlara yansıtmamış; bu indirimlerle kendi kârlarını artırmışlar.
Bizce otomobil sektörüne verilecek bir vergi indirimi, sadece Türkiye'de üretilen otomobillere sağlanmalıdır. Evet, bu önlem Avrupa Birliği ile aramızda olan gümrük birliğine aykırıdır. Ama sanırım bu "olağanüstü" dönemde böyle geçici bir uygulama için bir istisna alınabilir.
Diğer sektörlerde durum bizce farklıdır. Örneğin ulusal katkı payı oldukça yüksek olan mobilya sektöründe mutlaka vergi indirimleri sürmelidir. Kaldı ki mobilya, otomobil gibi değildir. Çünkü mobilyayı otomobile göre çok daha geniş bir kamuoyu kitlesi satın alabilir. Yani "tüketim mutluluğu", çok daha geniş bir kamuoyu tabanına yayılabilir.
Beyaz ve kahverengi eşyalarda da vergi geliri kaybına ve yerli girdiye bakılmalıdır. Bu sektör de otomotiv gibi, yerli üreticilerin yanı sıra ciddi oranda dışalımın olduğu bir alandır (özellikle elektronikte). O nedenle gerçekleşen verilere bakarak karar vermek ve belki de vergi indirimlerinin oranını düşürerek bir miktar daha indirimleri sürdürmek yararlı olabilir.
Ancak bunun bir istisnası, bilgisayar olmalıdır. Özellikle okulların kapandığı bu dönemde, birçok aile çocuklarına karne hediyesi olarak bilgisayar almayı düşünebilir. Çocuklarımızın daha çok bilgisayar kullanması, gelecekte çok daha teknoloji ile barışık bir toplum olmamızı sağlar. Bu nedenle sadece bilgisayarlarda vergi indirimlerinin sürmesi çok yerinde olur.
Eğer ekonomi yönetimi vergi indirimine yeni sektörler eklemek istiyorsa bizce bu konuda en önemli aday konfeksiyon sektörüdür. Hem istihdam sağlama açısından hem yüksek yerli katkı açısından ve hem de tüketicilere satın alma sonrasında kişisel mutluluk sağlama açısından, konfeksiyon önemli bir sektördür. Kaldı ki konfeksiyonun perakende sektörünü de canlandırma etkisi bulunmaktadır.
Umarız Ali Babacan önderliğindeki ekonomi yönetimi bu kere lobilerin baskısı ile değil de Türkiye'nin ekonomik gerekleri çerçevesinde kararlar verir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder