MEVZUATTA GEÇEN
HAFTA
- Ağır
ve Tehlikeli İşlerde Çalıştırılacak İşçilerin Mesleki Eğitime Tabi
Tutulmaları Zorunlu Kılınmıştır
31
Mayıs 2009 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanan “Ağır ve Tehlikeli İşlerde Çalıştırılacak İşçilerin Mesleki Eğitimlerine Dair
Tebliğ” de 4857 sayılı Kanunun 85 inci maddesine istinaden,
16.6.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan “Ağır ve Tehlikeli İşler
Yönetmeliği” kapsamında bulunan işyerlerinde çalışan işçilerin, işe alınmadan
önce, mesleki eğitime tabi tutulmaları zorunlu kılınmıştır.
Ağır
ve tehlikeli işlerde çalıştırılacak işçilerin, zorunlu mesleki eğitim diploma,
sertifika veya belgelerinin bulunup bulunmadığı hususu, 4857 sayılı Kanuna göre
Bakanlık İş Müfettişleri tarafından denetlenecektir.
İşverenler,
ağır ve tehlikeli işlerde çalışan işçilerin mesleki eğitim belgelerinin bir
örneğini, 4857 sayılı Kanunun 75 inci maddesine göre düzenlenen özlük
dosyasında saklamak ve istendiğinde yetkili memurlara göstermek zorundadır.
- Kat
İrtifakından Kat Mülkiyetine Geçme İşlemi Basitleştirilecektir:
634
sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda değişiklik öngören tasarıya göre, kat
irtifakından kat mülkiyetine geçişin Kanunda gösterilen şartlar uyarınca kat
irtifakına sahip ortak maliklerin talebine bağlı olmaksızın ilgili idare
tarafından yapılması amaçlanmaktadır.
Kanunun
yürürlüğe girmesinden önce kat irtifakı kurulmuş ve yapıları tamamlanarak yapı
kullanma izin belgesi alınmış binaların, kat irtifakına sahip ortak maliklerden birinin başvurusu veya yapı
kullanma izin belgesinin yetkili idarece tapu idaresine gönderilmesi üzerine
kat mülkiyetine resen geçilecektir.
- Yeni Teşvik
Paketi Neler Getiriyor:
Yeni teşvik
paketinde yer alan teşvik konuları şöyledir:
- Kurumlar/Gelir
Vergisi İndirimi
- SSK
Primi İşveren Hissesinin Hazine tarafından karşılanması
- Faiz
Desteği
- Yatırım
Yeri Tahsisi
- KDV
İstisnası
- Gümrük
Vergisi Muafiyeti
Yeni
teşvik paketinde ülke 4 bölgeye bölünmüş ve her bölgede teşvik edilecek
sektörler belirlenmiştir.
1. Bölgede, ağırlıklı olarak motorlu kara taşıtları
ve yan sanayi, elektronik, ilaç, makine imalat ve tıbbi, hassas ve optik alet
yatırımları gibi yüksek teknoloji gerektiren yatırımlar teşvik edilecektir .
2. Bölgede nispeten teknoloji yoğun sektörler
desteklenecektir. Bu çerçevede; ağırlıklı olarak, makine imalat, akıllı çok
fonksiyonlu tekstil, metalik olmayan mineral ürünler (cam, seramik, karo,
yalıtım malzemeleri vb) kağıt, gıda ve içecek imalatı sektörleri teşvik
edilecektir.
3. ve 4. Bölgeleri oluşturan doğu ve güneydoğu
bölgelerinde, tarım ve tarıma dayalı imalat sanayi, konfeksiyon, deri, plastik,
kauçuk, metal eşya gibi emek yoğun sektörlerin yanı sıra turizm, sağlık ve
eğitim yatırımları da teşvik edilecektir.
Tekstil, konfeksiyon ve hazır giyim, deri ve
deri mamülleri sektörlerinde faaliyette bulunan, asgari 50
kişilik istihdam sağlayan, işletmelerin, 31.12.2010 tarihine kadar 1. ve 2.
bölgelerden 3. ve 4. bölgelere taşınması halinde;
Ø 5 yıl
süreyle kurumlar vergisi oranı % 20 yerine % 5 oranında uygulanacak,
Ø 5 yıl
süreyle mevcut istihdam da dahil olmak üzere bu tesislere taşındıkları bölgede
(3. ve 4. bölgeler) uygulanan SSK işveren primi desteği sağlanacak,
Bu tesislerin 3. ve 4. bölgelere nakliye giderleri Hazine tarafından
karşılanacaktır.
Yeni Yatırım Teşvik Sistemi 31.12.2010 tarihine
kadar başlamış olan yatırımlara uygulanacaktır.
Kredi Garanti Desteği
-Yıllık
cirosu 25 milyon TL’nin altında ve en fazla 250 çalışanı olan,
-30 Haziran
2008 tarihinden önceki iki yıl içinde takibe düşmüş borcu olmayan ve kamuya
vadesi geçmiş borcu bulunmayan
İşletmelerin kullandıkları kredilere, Hazine desteği
ile Kredi Garanti Kurumunca kredinin % 65’ine kefalet sağlanacak, kredi
riskinin % 35’i ise bankalar tarafından
üstlenilecektir.
VERGİDE
TARTIŞILAN RİSKLER VE FIRSATLAR
- Birleşen
KOBİ’lere Büyük Teşvik:
Gelir
Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Yasa
Tasarısında, KOBİ’lerin 31.12.2009 tarihine kadar yaptıkları birleşmelerde çok
önemli teşvik unsurları yer almaktadır. Bu birleşmelerde mevcut uygulamada yer
alan devralınan kurumun birleşme tarihi itibariyle öz sermaye tutarını geçmeyen
zararlarının mahsubunun yanısıra;
- Devralan kurum devralınan kurumun
birleşme tarihindeki sabit kıymetlerini rayiç bedelle değerlemek suretiyle
devralacak ve bilançolarına kaydedecektir. Oysa mevcut Kurumlar Vergisindeki
“Devir” uygulamasında bu değerler mukayyet değer yani defterdeki değerleriyle
bilançoya kaydedilir, dolayısıyla bu kıymetlerin el değiştirmesi nedeniyle
ortaya çıkması muhtemel kazanç ertelenirdi.
Tasarıdaki birleşme sözkonusu kazancın tamamen istisna olmasını
öngörmektedir.Bu kazncın tamamı birleşme tarihi itibariyle birleşilen
(devralan) şirketin sermayesine eklenecektir.
- Birleşme nedeniyle infisah eden
kurumun, birleşme tarihinde sona eren hesap dönemi dahil olmak üzere, birleşilen
kurumun üç hesap döneminde elde ettiği kazançlara Kurumlar Vergisi
indirimli olarak uygulanabilecektir.
Bu
teşvik unsurlarından yararlanmanın şartı ise;
- Birleşilen kurum ve münfesih
kurum tarafından, 01.4.2009 tarihinden önce verilen son aya ilişkin
sigorta bildirgelerine göre istihdam ettikleri personel sayısının
toplamından az olmamak üzere birleşme sonrası üç yıl süreyle personel
istihdam etmeleridir.
- Türkiye'deki
Yerleşik Kişiler Yurt Dışındaki Yerleşik Gerçek Kişilerden Sağladıkları Kredinin
Faizi Üzerinden Stopaj Yapmayacaklar, Ancak Onlar Adına Münferit Beyanname
Vermek Zorunda Kalabileceklerdir:
Gelir
Vergisi Kanununun 6'ıncı maddesinde, Türkiye'de yerleşmiş olmayan gerçek
kişilerin sadece Türkiye'de elde ettikleri kazanç ve iratlar üzerinden
vergilendirilecekleri hükme bağlanmıştır.
Aynı
Kanununun 75'inci maddesinin 6 numaralı bendinde ise; kaynağı ne olursa olsun
"Her nevi alacak faizlerinin (adi, imtiyazlı, rehinli, senetli alacaklarla
cari hesap alacaklarından doğan faizler ve kamu tüzel kişilerince borçlanılan
ve senede bağlanmış olan meblağlar için ödenen faizler dahil) menkul sermaye
iradı sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
Gelir
Vergisi Kanununda alacak faizleri üzerinden stopaj yapılması öngörülmemiştir.
GVK’nun 101'inci maddesinde, dar mükellefiyete tabi mükelleflerden yıllık
beyanname vermeye mecbur olmayanların, vergisi tevkif suretiyle alınmamış
menkul sermaye iratlarını ve diğer her türlü kazanç ve irada ilişkin
ödemelerinin Türkiye'de yapıldığı yerin vergi dairesine münferit beyanname ile
bildirmeye mecbur oldukları, bu kazanç ve iratlarla ilgili beyannamelerin ise
bu kazanç ve iratların iktisap olunduğu tarihten itibaren 15 gün içinde ilgili
vergi dairesine verilmesi, 107'inci maddede; dar mükellefiyette, mükellefin
Türkiye'de daimi temsilcisi mevcutsa mükellef hesabına daimi temsilci, daimi
temsilci mevcut değilse, kazanç ve
iratları yabancı kişiye sağlayanların tarhiyata muhatap tutulacağı hüküm
altına alınmıştır.
Öte yandan
dar mükellef kişilerin mukimi olduğu ülkelerle yapılan çifte vergilendirmeyi
önleme anlaşmalarının bulunması halinde, anlaşma hükümleri de dikkate alınacaktır.
Nitekim Gelir
İdaresi Başkanlığı’na bağlı Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı
tarafından verilen 14.11.2008 tarih ve 33106 sayılı özelgede de aynı
görüşlere yer verilmektedir.
- Yurt Dışındaki Banka ve Benzeri
Finans Kurumlarından Alınan Krediler İle Diğer Kurumlardan Alınan
Kredilere Ödenen Faizin Stopaj ve KDV Yükümlülüğü Yönünden Farklılığı:
Kurumlar
Vergisi Kanununun 30’ncu maddesinin 7-b bendine göre; yurtdışındaki finans
kuruluşlarından temin edilen borçlanmalara ilişkin ana para, faiz ve kâr payı
ödemeleri ile sigorta ve reasürans ödemeleri üzerinden vergi kesintisi yapılmaz
20.12.2006
tarih ve 2006/11447 Sayılı Kararnamenin Eki Kararın (2)’nci maddesinin (e)
bendine göre;
(i)-Yabancı devletler, uluslararası kurumlar veya yabancı
banka ve kurumlardan alınan her türlü krediler için ödenecek faizlerden
(katılım bankalarının kendi usullerine göre yurt dışından sağladıkları fonlar
ve benzeri kaynaklar için ödedikleri kar payları dahil) %0,
(ii)- Diğerlerinden %10
oranında
vergi kesintisi yapılacağı belirtilmiştir.
Dolayısıyla yurtdışında ki banka veya benzeri
finans kuruluşlarına ödenen faizlerden stopaj yapılmayacak diğer kurumlara yapılan faiz
ödemelerinden ise, çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları göz önünde
bulundurularak % 10 oranında stopaj yapılacaktır.
Öte yandan
Katma Değer Vergisi Kanununun 17/4-e maddesinde; banka ve sigorta muameleleri
vergisi kapsamına giren işlemler ve tali acenteler dahil sigorta acente ve
prodüktörlerinin sigorta muamelelerine ilişkin işlemleri ile Kurumlar Vergisi
Kanununun 7 nci maddesinin (24) numaralı bendinde belirtilen kurumların kredi
teminatı sağlama işlemlerinin katma değer vergisinden istisna olduğu hükme bağlanmıştır.
46 Seri
No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’nin “A – Yurt Dışından Temin Edilen
Kredilerin Katma Değer Vergisi Karşısındaki Durumu” başlıklı bölümünde de;
Banka ve sigorta muameleleri vergisine tabi tutulan kredi işlemleri ile aynı
mahiyetteki kredi işlemlerini yapan, ancak Türkiye'de banka ve sigorta
muameleleri vergisi yükümlülükleri öngörülmemiş olan yabancı banka ve diğer
kuruluşların bu işlemlerinin katma değer vergisi karşısındaki durumu açıklanmış
olup, yurt dışı kredi işlemlerinin Kanunun 17/4-e maddesi hükmü kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği ve bu kapsamdaki işlemler nedeniyle ödenen faiz,
komisyon ve bunlara ilişkin kur farklarının katma değer vergisine tabi olmadığı
belirtilmiştir.
Bu nedenle yurtdışında ki banka veya benzeri finans kuruluşlarına ödenen faizlerden KDV hesaplanmayacak, diğer kurumlara ödenen faizlerden KDV hesaplanarak sorumlu sıfatıyla Vergi Dairesine ödenecektir.
Bu nedenle yurtdışında ki banka veya benzeri finans kuruluşlarına ödenen faizlerden KDV hesaplanmayacak, diğer kurumlara ödenen faizlerden KDV hesaplanarak sorumlu sıfatıyla Vergi Dairesine ödenecektir.
GEÇEN
HAFTANIN EKONOMİ YAZARLARINDAN ALINTILAR
Zenginlere
vergi takibi
Metin Ercan (Radikal 03.06)
OECD
bünyesinde faaliyet gösteren ‘Vergi İdaresi Forumu’nun 28-29 Mayıs tarihlerinde
Paris’te düzenlenen beşinci toplantısında ele alınan önemli konulardan biri
‘Yüksek Net Varlıklı Bireylerin’ (High Net Worth Individuals HNWI) vergi
mevzuatına uyumlarıydı. Bu ‘zengin’ tabakanın vergi idareleri tarafından mercek
altına alınmasının nedenleri ise, faaliyetlerinin vergi takibi açısından zorluk
çıkaracak derecede karmaşık olması, çok fazla sayıda ve girift ilişkilere sahip
şirketleri kontrol etmeleri, söz konusu bireylerin ödedikleri veya
‘ödemedikleri’ vergi tutarlarının yüksek meblağlara ulaşması olarak sayılıyor.
Toplantının oturum başkanı olan Güney Afrika Cumhuriyeti Maliye Bakanı Pravin
Gordhan’ın ifadesiyle vergi kaçağı ‘ülkelerin maliyesini yiyip bitiren bir
kanser’ olarak görülüyor. Ayrıca HNWI kesiminin vergi idaresinin tam kontrolüne
alınmasının vergi sisteminin güvenirliği üzerinde önemli bir etkisi bulunuyor.
Financial Times’ın da yer verdiği forum toplantısında belirtildiği üzere bu
zengin bireyler vergi idareleri için önemli bir risk teşkil ediyorlar.
Özellikle bazı ‘hedge fon’ ve ‘halka kapalı hisse fonu’ (private equity fund)
yöneticileri, iştigal ettikleri faaliyet alanları ve aşina oldukları vergi
düzenlemeleri nedeniyle mercek altına alınan yöntemlere daha fazla
başvuruyorlar. Bunun ötesinde ‘star sporcular’ ve şov dünyası ünlüleri de sınır
ötesi hareketlilikleriyle vergi kaçırma riski yüksek olan grup içinde yer
alıyorlar. Girişimciler ise, genel olarak riske yatkınlıkları ile vergi
avantajı sağlamak için riskli bir takım ‘düzenlerin’
parçası olabiliyorlar.
Forumda öncelikle ‘vergi kaçırma cinliği’ olarak tanımlanabilecek ‘agresif vergi planlaması’nın (aggresive tax planning ATP) türleri, bu tür planların kimlerin yardımıyla gerçekleştirildiği ve zengin bireylerin bu planlara dahil olmalarının arkasındaki neden ve dürtülerin anlaşılmasının önemine dikkat çekiliyor. Forumda zengin bireylerin vergi kaçaklarına karşı alınacak önlemlerle ilgili daha sistematik bir yaklaşım sergilenmesi de gündeme geliyor. Sistematik bir yaklaşıma dair görüşlerden birine göre vergi idarelerinin içlerinde HNWI kesimi için ayrı birer uzmanlaşmış birim teşkil ettirmesi ve HNWI’lerin ilintili olduğu şirket ve kurumları yakın takibe alması öneriliyor. Vergi idareleri arasındaki işbirliği ve eşgüdümün güçlendirilmesi ise gerek deneyim paylaşımı gerekse de sınır ötesi para hareketlerinin karşılıklı bildirimini kolaylaştıracak.
Ayrıca HNWI kategorisine giren vergi mükelleflerinin işbirliğine ikna edilmesi ve bu işbirliğinden kendilerinin de kazançlı çıkacağı bir teşvik sisteminin getirilmesi de öneriler arasında yer alıyor. Bunun için vergi mevzuatına uyuma yönelik yasa tasarısı hazırlanacak. Böyle bir yasa tasarısının hazırlanması çalışmalarına HNWI kategorisindeki bireylerin vergi danışmanları dâhil olacak. Geçmiş dönemlerdeki ‘matrah farklarına’ yönelik tam beyan sağlamayı kabul eden vergi mükellefleri için de kolaylık sağlanması düşünülüyor. Vergi kaçakları söz konusu olduğunda, vergi kaçırma operasyonlarının önemli üsleri olan ‘offshore’ merkezleri gündeme geliyor. Son dönemlerde ‘offshore’ merkezlerde faaliyet gösteren mali kurumların şeffaflığını artırma yönelik olarak alınan önlemler, ülkelerin vergi idareleri ve vergi sistemleri açısından önem arz ediyor.
Krizin getirdiği yüklerle her zamankinden daha hassas bir durumda olan kamu maliyesinin, vergi kaçaklarıyla mücadelesi önem kazanıyor. Kayıt dışı ekonomi çoğunlukla verimsiz çalışan küçük ölçekli firmalar veya eğitim seviyesi ve yetkinliği düşük çalışanların parçası olduğu bir olgu iken, vergi kaçağı, ‘ekonomik zorluklar’ dışındaki dürtülerle hareket eden zenginler tarafından da gerçekleştiriliyor. Hem ülkeler arası seviyede, hem de vergi idareleri ve vergi mükellefleri arasında sağlanacak işbirliği ile kamu açısından daha fazla gelir yaratılırken, mercek altındaki bireylerin ‘temize’ çıkmaları da sağlanabilecek.
parçası olabiliyorlar.
Forumda öncelikle ‘vergi kaçırma cinliği’ olarak tanımlanabilecek ‘agresif vergi planlaması’nın (aggresive tax planning ATP) türleri, bu tür planların kimlerin yardımıyla gerçekleştirildiği ve zengin bireylerin bu planlara dahil olmalarının arkasındaki neden ve dürtülerin anlaşılmasının önemine dikkat çekiliyor. Forumda zengin bireylerin vergi kaçaklarına karşı alınacak önlemlerle ilgili daha sistematik bir yaklaşım sergilenmesi de gündeme geliyor. Sistematik bir yaklaşıma dair görüşlerden birine göre vergi idarelerinin içlerinde HNWI kesimi için ayrı birer uzmanlaşmış birim teşkil ettirmesi ve HNWI’lerin ilintili olduğu şirket ve kurumları yakın takibe alması öneriliyor. Vergi idareleri arasındaki işbirliği ve eşgüdümün güçlendirilmesi ise gerek deneyim paylaşımı gerekse de sınır ötesi para hareketlerinin karşılıklı bildirimini kolaylaştıracak.
Ayrıca HNWI kategorisine giren vergi mükelleflerinin işbirliğine ikna edilmesi ve bu işbirliğinden kendilerinin de kazançlı çıkacağı bir teşvik sisteminin getirilmesi de öneriler arasında yer alıyor. Bunun için vergi mevzuatına uyuma yönelik yasa tasarısı hazırlanacak. Böyle bir yasa tasarısının hazırlanması çalışmalarına HNWI kategorisindeki bireylerin vergi danışmanları dâhil olacak. Geçmiş dönemlerdeki ‘matrah farklarına’ yönelik tam beyan sağlamayı kabul eden vergi mükellefleri için de kolaylık sağlanması düşünülüyor. Vergi kaçakları söz konusu olduğunda, vergi kaçırma operasyonlarının önemli üsleri olan ‘offshore’ merkezleri gündeme geliyor. Son dönemlerde ‘offshore’ merkezlerde faaliyet gösteren mali kurumların şeffaflığını artırma yönelik olarak alınan önlemler, ülkelerin vergi idareleri ve vergi sistemleri açısından önem arz ediyor.
Krizin getirdiği yüklerle her zamankinden daha hassas bir durumda olan kamu maliyesinin, vergi kaçaklarıyla mücadelesi önem kazanıyor. Kayıt dışı ekonomi çoğunlukla verimsiz çalışan küçük ölçekli firmalar veya eğitim seviyesi ve yetkinliği düşük çalışanların parçası olduğu bir olgu iken, vergi kaçağı, ‘ekonomik zorluklar’ dışındaki dürtülerle hareket eden zenginler tarafından da gerçekleştiriliyor. Hem ülkeler arası seviyede, hem de vergi idareleri ve vergi mükellefleri arasında sağlanacak işbirliği ile kamu açısından daha fazla gelir yaratılırken, mercek altındaki bireylerin ‘temize’ çıkmaları da sağlanabilecek.
ERGİN YILDIZOĞLU
Mali kriz gösterdi ki, “dün dünle birlikte gitti…” Peki ama yarın ne olacak? Bu soruya cevap verebilmek için kıyasıya (protesto gösterileri, mitingler ve grevler dahil...) tartışmak gerekiyor. Kimi“ekonomistlerin” dillerine doladığı“iyimserler-kötümserler” ikilemi, olup biteni anlamaya hiç yardımcı olmadığı gibi, tartışma olasılıklarını da sabote ediyor.
Aslında, bu insanları suçlamak da istemiyorum. Ne de olsa bir“travma” yaşıyorlar. “40 yıldır dünyayı anlamaya çalışırken dayandıkları, entelektüel yapıntı, birden bire çöktü” (MaestroGreenspan)... “Dünyaları yıkıldı…Yollarını bulmakta kullandıkları pusula yok oldu” (Merrill Lynch’in Moskova müdürü Bernie Sucher). Bu“travma”, neoliberal dönemin şekillendirdiği, histerili (daha çok kâr, daha çok getiri, daha çok haz, hemen şimdi) ve yoksulluktan, eşitsizlikten yakınan herkesi mızmızlanmayla suçlayan,benmerkezci (ve sociopath) kimliklerde depremler yaratıyor. Tek yol, “bastırmaya”, bir şey olmuyormuş gibi davranmaya devam etmek... İkincisi, bu insanların gözlerini kamaştıran yüzey biçimleri dünyasında (piyasada) “iyimserliği”destekleyecek kimi gelişmeler de yok değil…
Çıkıyor olabiliriz…
Hiçbir
resesyon, hatta depresyon, birkaç yıldan fazla sürmüyor. Yaklaşık 18 ayı geride
bıraktığımızı, bu arada piyasalara trilyonlarca dolarlık destek verildiğini,
mali sektörde, sanayide büyük temizliklerin (iflaslar, birleşmeler,
kurtarmalar, hızla artan işsizlik) yaşandığını düşünerek “çıkış belirtileri”
beklemeye başlayabiliriz.
Bu bağlamda, ekonomi basınında, en azından “gerileme hızının gerilemeye başladığına” ilişkin gözlemlere rastlamak olanaklı. İkincisi; birkaç aydır, bir ekonomik toparlanmaya ilişkin ölçülebilir belirtiler görüyoruz. Örneğin Japonya’da sanayi üretiminin yüzde 5.6 artması, Hindistan’ın yılın ilk üç ayında büyüme hızının yüzde 5.8’e ulaşması, yorumculara göre resesyonun sonuna gelindiğini gösteriyor. İngiltere’de, borcunu ödeyemeyenlerin, evlerinden çıkarılanların sayısı hâlâ artmaya devam ediyor olsa da, nisan ve mayıs aylarında ev fiyatlarında yıllık düşüş hızı yüzde 15’ten yüzde 11’e geriledi; mayıs’ta nisana göre yüzde 1.2’lik bir artış gözlendi. Avro bölgesinde, “ekonomik beklenti indeksi” iki aydır artıyor. Borsalar da bu iyimserliğe cevap veriyor. Ekonomik toparlanma belirtileri var, ama BNP Paribas’nın haftalık raporunun işaret ettiği gibi, özellikle tüketici talebindeki, sanayi üretimindeki olağanüstü zayıflık varlığını koruyor. (Daily Economic Spotlight, 29/05)
Diğer taraftan, bu kadar çok istikrarsızlık, “zehirli varlık” yaratan mali sektörün denetime alınması, etkinliğinin, sanayi üretimine öncelik verecek biçimde sınırlanması, bu sırada dünya hasılasının yüzde 1000’ini aşan kredi köpüğünün (Financial Times, 21/05) tasfiye edilmesi gerektiği konusunda hemen herkes hemfikir. Ancak geçen 25 yılda ekonomik büyümenin yaslandığı tüketimin yakıtı finansal sektörden ve kredi köpüğünden geliyordu. Şimdi tüketimi, hatta üretimi ne destekleyecek?
Devletler mali krizi denetim altına almak için büyük mali yüklerin altına girdiler, parasal genişleme yarattılar. Bu mali yüklerin yönetilmesi ve tasfiyesiyle ekonomik toparlanmanın gereksinimleri nasıl bağdaştırılacak? Tüm bunlarla bağlantılı olarak, çevrede mal ihracatına (dış talebe), sermaye ithalatına (dış kredilere) dayalı, dünya ekonomisinin motoru ABD’de mal ve sermaye ithalatına dayalı modeller çöktü. Şimdi ekonomik büyüme hangi modele dayanacak?
Bu yıl için öngörülen yüzde eksi 2.6büyüme hızının gösterdiği gibi (dünya ekonomisinde yüzde 2.5 ’in altı resesyon olarak görülür) dünya ekonomisinde olağanüstü şiddettebir resesyon yaşanıyor. Financial Times’ta Gillian Tett’in (29/05) geçen hafta vurguladığı gibi bu çıkış zayıf ve kırılgan olacak, Prof.Roubini’ye göre, insanlığın büyük çoğunluğu uzun süre “çıktığımızın farkında olmayacak”.
…ama esas önemli olan bu değil
Bu bağlamda, ekonomi basınında, en azından “gerileme hızının gerilemeye başladığına” ilişkin gözlemlere rastlamak olanaklı. İkincisi; birkaç aydır, bir ekonomik toparlanmaya ilişkin ölçülebilir belirtiler görüyoruz. Örneğin Japonya’da sanayi üretiminin yüzde 5.6 artması, Hindistan’ın yılın ilk üç ayında büyüme hızının yüzde 5.8’e ulaşması, yorumculara göre resesyonun sonuna gelindiğini gösteriyor. İngiltere’de, borcunu ödeyemeyenlerin, evlerinden çıkarılanların sayısı hâlâ artmaya devam ediyor olsa da, nisan ve mayıs aylarında ev fiyatlarında yıllık düşüş hızı yüzde 15’ten yüzde 11’e geriledi; mayıs’ta nisana göre yüzde 1.2’lik bir artış gözlendi. Avro bölgesinde, “ekonomik beklenti indeksi” iki aydır artıyor. Borsalar da bu iyimserliğe cevap veriyor. Ekonomik toparlanma belirtileri var, ama BNP Paribas’nın haftalık raporunun işaret ettiği gibi, özellikle tüketici talebindeki, sanayi üretimindeki olağanüstü zayıflık varlığını koruyor. (Daily Economic Spotlight, 29/05)
Diğer taraftan, bu kadar çok istikrarsızlık, “zehirli varlık” yaratan mali sektörün denetime alınması, etkinliğinin, sanayi üretimine öncelik verecek biçimde sınırlanması, bu sırada dünya hasılasının yüzde 1000’ini aşan kredi köpüğünün (Financial Times, 21/05) tasfiye edilmesi gerektiği konusunda hemen herkes hemfikir. Ancak geçen 25 yılda ekonomik büyümenin yaslandığı tüketimin yakıtı finansal sektörden ve kredi köpüğünden geliyordu. Şimdi tüketimi, hatta üretimi ne destekleyecek?
Devletler mali krizi denetim altına almak için büyük mali yüklerin altına girdiler, parasal genişleme yarattılar. Bu mali yüklerin yönetilmesi ve tasfiyesiyle ekonomik toparlanmanın gereksinimleri nasıl bağdaştırılacak? Tüm bunlarla bağlantılı olarak, çevrede mal ihracatına (dış talebe), sermaye ithalatına (dış kredilere) dayalı, dünya ekonomisinin motoru ABD’de mal ve sermaye ithalatına dayalı modeller çöktü. Şimdi ekonomik büyüme hangi modele dayanacak?
Bu yıl için öngörülen yüzde eksi 2.6büyüme hızının gösterdiği gibi (dünya ekonomisinde yüzde 2.5 ’in altı resesyon olarak görülür) dünya ekonomisinde olağanüstü şiddettebir resesyon yaşanıyor. Financial Times’ta Gillian Tett’in (29/05) geçen hafta vurguladığı gibi bu çıkış zayıf ve kırılgan olacak, Prof.Roubini’ye göre, insanlığın büyük çoğunluğu uzun süre “çıktığımızın farkında olmayacak”.
…ama esas önemli olan bu değil
Ama
bu kez farklı bir “olayla” karşı karşıya olmamız, resesyonun çok şiddetli
yaşanıyor olmasıyla ilgili değil. Fark, bu kez resesyonla birlikte gündeme
henüz ne yönde şekillenecekleri belirsiz yapısal değişikliklerin gelmiş
olmasından kaynaklanıyor.
Listenin başında, iflas eden neoliberal modelin yerini alacak modelin, hatta“yeni ideoloji” ve ahlakın olası özellikleriyle, bu değişim sürecinin siyasi boyutlarıyla ilgili belirsizlikler var. Serbest piyasalı, bol kredili, hummalı tüketim günlerine dönemeyeceğimizi biliyoruz. Ama bundan ötesi belirsiz... Ekonomi basınının önde gelen kalemleri, analizlerinde, “iyimser-kötümser”ikilemine hiç prim vermeden, bu belirsizlikler üzerinde yoğunlaşıyorlar.
Financial Times’ın ekonomi editörüMartin Wolf’a göre “serbest piyasa modelinin hegemonyası artık geride kaldı. Bundan sonra ülkeler, modellerini kendi ulusal gereksinimlerine göre oluşturacaklar”. Bu da tabii ki küreselleşme denen olgunun geleceğini tehlikeye atıyor. Bu saptamalar, “devletin geri gelmesine” ilişkin yorumlarla da uyuşuyor. Ancak sorun şu ki devletlerin “geri gelişi”, şirket kurtarmalarından, devletleştirmelerin getirdiği mali yüklerden, ekonomik daralmanın getirdiği gelir kayıplarından dolayı, “devletin mali kriziyle” birlikte yaşanıyor. Dahası, devletler bu yeni döneme, bankalara yapılan mali transferlerden, krize giren emeklilik sistemlerinden, yönetici seçkinleri sarsan mali skandallardan, keskinleşen sınıf mücadelelerinden dolayı, meşruiyetlerini giderek zayıflatan dinamiklerle birlikte giriyorlar. Bu devletlerden, halk yararına, gelir dağılımını düzeltecek politikalar beklemek gerçekçi değil. Öyleyse AB süreci gibi projelerin, liberal demokrasi gibi rejimlerin geleceklerini belirsizleştiren eğilimler güçleniyor.
Mali sektörün sınırlanması, borç köpüğünün tasfiyesi, her devletin kendi ekonomik modelini geliştirme eğilimi, üretimi güçlendirme, ulusal ekonominin kapasitesini koruma, yeni talep bulma gereksinimiyle birleşince, enerji ama en önemlisi gıda ve su krizleri ortamında, The Economist’in“neocolonialism” (yeni sömürgecilik) dediği olguyu gündeme getiriyor.
Diğer bir deyişle, dünyanın çevre ülkelerinin piyasalarının, doğal kaynaklarının, dünyanın eski merkezleriyle, yeni yükselen merkez adaylarının arasında paylaşılması süreci hızlanıyor. Şimdilik paylaşım, verimli toprakların, madenlerin ve su kaynaklarının, yönetici elitlere verilen mali veya siyasi rüşvetlerin yardımıyla satın alınarak ele geçirilmesi (el konması), ikili ticaret anlaşmalarıyla piyasaların kapatılması, işçi haklarına kapalı ucuz üretim platformları oluşturulması yöntemleriyle ilerliyor. Ancak, bu sürecin daha şimdiden sıkışmaya başladığını, The Economist, The New York Times, Times Magazine gibi yayınların, sömürgeciliğin güçlenmesinden, özellikle yükselen güçlere göndermeyle yakınmaya başlamasından anıyoruz. Şimdilik ekonomik yolarla ilerleyen bu sürecin siyasi, hatta askeri yan etkilerinin nelere olacağını da henüz bilemiyoruz.
Tüm bunları hakkıyla konuşabilmek ve değişime hazırlanabilmek için“iyimser-kötümser” gibi içi boş kavramları terk edip gerçekle yüzleşmekten başka çare yok… Dün dünle birlikte GİTTİ!
Listenin başında, iflas eden neoliberal modelin yerini alacak modelin, hatta“yeni ideoloji” ve ahlakın olası özellikleriyle, bu değişim sürecinin siyasi boyutlarıyla ilgili belirsizlikler var. Serbest piyasalı, bol kredili, hummalı tüketim günlerine dönemeyeceğimizi biliyoruz. Ama bundan ötesi belirsiz... Ekonomi basınının önde gelen kalemleri, analizlerinde, “iyimser-kötümser”ikilemine hiç prim vermeden, bu belirsizlikler üzerinde yoğunlaşıyorlar.
Financial Times’ın ekonomi editörüMartin Wolf’a göre “serbest piyasa modelinin hegemonyası artık geride kaldı. Bundan sonra ülkeler, modellerini kendi ulusal gereksinimlerine göre oluşturacaklar”. Bu da tabii ki küreselleşme denen olgunun geleceğini tehlikeye atıyor. Bu saptamalar, “devletin geri gelmesine” ilişkin yorumlarla da uyuşuyor. Ancak sorun şu ki devletlerin “geri gelişi”, şirket kurtarmalarından, devletleştirmelerin getirdiği mali yüklerden, ekonomik daralmanın getirdiği gelir kayıplarından dolayı, “devletin mali kriziyle” birlikte yaşanıyor. Dahası, devletler bu yeni döneme, bankalara yapılan mali transferlerden, krize giren emeklilik sistemlerinden, yönetici seçkinleri sarsan mali skandallardan, keskinleşen sınıf mücadelelerinden dolayı, meşruiyetlerini giderek zayıflatan dinamiklerle birlikte giriyorlar. Bu devletlerden, halk yararına, gelir dağılımını düzeltecek politikalar beklemek gerçekçi değil. Öyleyse AB süreci gibi projelerin, liberal demokrasi gibi rejimlerin geleceklerini belirsizleştiren eğilimler güçleniyor.
Mali sektörün sınırlanması, borç köpüğünün tasfiyesi, her devletin kendi ekonomik modelini geliştirme eğilimi, üretimi güçlendirme, ulusal ekonominin kapasitesini koruma, yeni talep bulma gereksinimiyle birleşince, enerji ama en önemlisi gıda ve su krizleri ortamında, The Economist’in“neocolonialism” (yeni sömürgecilik) dediği olguyu gündeme getiriyor.
Diğer bir deyişle, dünyanın çevre ülkelerinin piyasalarının, doğal kaynaklarının, dünyanın eski merkezleriyle, yeni yükselen merkez adaylarının arasında paylaşılması süreci hızlanıyor. Şimdilik paylaşım, verimli toprakların, madenlerin ve su kaynaklarının, yönetici elitlere verilen mali veya siyasi rüşvetlerin yardımıyla satın alınarak ele geçirilmesi (el konması), ikili ticaret anlaşmalarıyla piyasaların kapatılması, işçi haklarına kapalı ucuz üretim platformları oluşturulması yöntemleriyle ilerliyor. Ancak, bu sürecin daha şimdiden sıkışmaya başladığını, The Economist, The New York Times, Times Magazine gibi yayınların, sömürgeciliğin güçlenmesinden, özellikle yükselen güçlere göndermeyle yakınmaya başlamasından anıyoruz. Şimdilik ekonomik yolarla ilerleyen bu sürecin siyasi, hatta askeri yan etkilerinin nelere olacağını da henüz bilemiyoruz.
Tüm bunları hakkıyla konuşabilmek ve değişime hazırlanabilmek için“iyimser-kötümser” gibi içi boş kavramları terk edip gerçekle yüzleşmekten başka çare yok… Dün dünle birlikte GİTTİ!
Kara
göründü
Yaman Törüner (Milliyet
01.06)
Daha önce
tahmin ettiğimiz gibi, ABD ve Türkiye’de yaz sonunda kriz bitiyor. Avrupa’nın
krizi ise, AB Merkez Bankası’nın yeterli likiditeyi verememesi nedeniyle, bir
süre daha sürecek.
Krizde dibin göründüğü yönündeki göstergeler, şu delillere dayanıyor:
- Hammadde fiyatları yükselmeye başladı.
- Petrol ve altın fiyatları da yükseliyor.
- Küresel arz ve talep artıyor.
- Küresel ticaret büyümeye başladı.
- ABD’de, “stres testi” sonuçları beklenenden iyi çıktı.
- ABD’de, “Tüketici Güven Endeksi” mart ayından beri yükseliyor.
- Hisse senedi fiyatları, mart ayından beri % 30 yükseldi.
- Gelişmekte olan borsalarda da endeksler yükseliyor.
- Uluslararası bankaların borç verme kriterleri yumuşamaya başladı.
Ancak, ülkelerin büyüme oranlarındaki pozitif yükseliş, 2010 yılında gerçekleşebilecek. Yani, dibi bulduk; yükseliyoruz ama tam düzelme vakit alacak. 2010 yılında IMF, Türkiye’nin % 1.5 büyüyeceğini öngörüyor.
AB Komisyonu’na göre ise, büyümemiz 2010’da % 2.2 olacak. Kısacası, Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH)’mızdaki küçülme, bu yılla sınırlı kalacak.
Krizde dibin göründüğü yönündeki göstergeler, şu delillere dayanıyor:
- Hammadde fiyatları yükselmeye başladı.
- Petrol ve altın fiyatları da yükseliyor.
- Küresel arz ve talep artıyor.
- Küresel ticaret büyümeye başladı.
- ABD’de, “stres testi” sonuçları beklenenden iyi çıktı.
- ABD’de, “Tüketici Güven Endeksi” mart ayından beri yükseliyor.
- Hisse senedi fiyatları, mart ayından beri % 30 yükseldi.
- Gelişmekte olan borsalarda da endeksler yükseliyor.
- Uluslararası bankaların borç verme kriterleri yumuşamaya başladı.
Ancak, ülkelerin büyüme oranlarındaki pozitif yükseliş, 2010 yılında gerçekleşebilecek. Yani, dibi bulduk; yükseliyoruz ama tam düzelme vakit alacak. 2010 yılında IMF, Türkiye’nin % 1.5 büyüyeceğini öngörüyor.
AB Komisyonu’na göre ise, büyümemiz 2010’da % 2.2 olacak. Kısacası, Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH)’mızdaki küçülme, bu yılla sınırlı kalacak.
Türkiye’de
de kriz bitiyor
Türkiye de krizden çıkıyor:
- Sanayi üretimindeki düşüş bitti; üretim, yavaş da olsa artıyor.
- İhracat ve yabancı sermaye girişi artmıyor; ama, küresel krizin bitmesine bağlı olarak bu göstergeler de düzelecek.
- GSMH’mız eksiden artıya doğru yükselişe geçti. “- %12.3” değişimler seviyesinden, yıl sonunda, “+%1” değişim seviyesine geleceğiz.
- Cari İşlemler Açığı(CA), azalıyor. Geçen yıl ağustos ayında 49 milyar dolara ulaşan yıllık CA, bu yılın sonunda 8 milyar dolara gerileyecek.
- Türkiye’nin dışardan bulduğu kredilerin risk primi, “Ülke Notu”muza göre, çok iyi durumda. Diğer bazı gelişmekte olan ekonomilerden % 15’e varan risk pirimi istenirken, bizden istenilen sadece % 1.5.
- Diğer birçok gelişmekte olan ekonomide kur dalgalanmaları sürerken; bizde kur, istikrara kavuştu. Bu konuda, bizden iyi durumda sadece Arjantin ve Şili var.
- Borsalardaki belirsizlik ve aşırı dalgalanma konusunda da, en iyilerden birisiyiz. Polonya ve Çin borsaları bizden istikrarlı görünüyor ama Rusya, Brezilya, Hong Kong, Arjantin, Macaristan, Güney Afrika gibi borsalardan daha istikrarlı durumdayız.
- Merkez Bankamız, çok başarılı bir kriz yönetimi yaptı. Merkez Bankası’nın faiz indirimleri, 7.5 puanı buldu. Bu haliyle Banka, bu dönem için “dünya rekoru”nu eline geçirdi.
n Bütçe açığının artmasına rağmen, hâlâ “Faiz Dışı Bütçe Fazlası” verilmesi, Maliye’nin büyük başarısı. “Krize rağmen bütçe dengesini sürdürme” konusunda, Hindistan, Brezilya ve Fransa’dan sonra 4. iyi ülkeyiz. İngiltere, Almanya, ABD, Japonya, Çin, Kore, Rusya, Meksika, Arjantin gibi ülkeler, bizim gerimizde.
Türkiye de krizden çıkıyor:
- Sanayi üretimindeki düşüş bitti; üretim, yavaş da olsa artıyor.
- İhracat ve yabancı sermaye girişi artmıyor; ama, küresel krizin bitmesine bağlı olarak bu göstergeler de düzelecek.
- GSMH’mız eksiden artıya doğru yükselişe geçti. “- %12.3” değişimler seviyesinden, yıl sonunda, “+%1” değişim seviyesine geleceğiz.
- Cari İşlemler Açığı(CA), azalıyor. Geçen yıl ağustos ayında 49 milyar dolara ulaşan yıllık CA, bu yılın sonunda 8 milyar dolara gerileyecek.
- Türkiye’nin dışardan bulduğu kredilerin risk primi, “Ülke Notu”muza göre, çok iyi durumda. Diğer bazı gelişmekte olan ekonomilerden % 15’e varan risk pirimi istenirken, bizden istenilen sadece % 1.5.
- Diğer birçok gelişmekte olan ekonomide kur dalgalanmaları sürerken; bizde kur, istikrara kavuştu. Bu konuda, bizden iyi durumda sadece Arjantin ve Şili var.
- Borsalardaki belirsizlik ve aşırı dalgalanma konusunda da, en iyilerden birisiyiz. Polonya ve Çin borsaları bizden istikrarlı görünüyor ama Rusya, Brezilya, Hong Kong, Arjantin, Macaristan, Güney Afrika gibi borsalardan daha istikrarlı durumdayız.
- Merkez Bankamız, çok başarılı bir kriz yönetimi yaptı. Merkez Bankası’nın faiz indirimleri, 7.5 puanı buldu. Bu haliyle Banka, bu dönem için “dünya rekoru”nu eline geçirdi.
n Bütçe açığının artmasına rağmen, hâlâ “Faiz Dışı Bütçe Fazlası” verilmesi, Maliye’nin büyük başarısı. “Krize rağmen bütçe dengesini sürdürme” konusunda, Hindistan, Brezilya ve Fransa’dan sonra 4. iyi ülkeyiz. İngiltere, Almanya, ABD, Japonya, Çin, Kore, Rusya, Meksika, Arjantin gibi ülkeler, bizim gerimizde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder