Danıştay 4. Dairesi
|
Tarih : 27.04.2015
|
Esas No : 2013/5252
|
Karar No : 2015/1801
AATUHK Mük. Md. 35
VUK Md. 10
|
VERGİ ALACAĞININ DOĞDUĞU VE ÖDENMESİ GEREKTİĞİ ZAMANLARDA KANUNİ TEMSİLCİLERİN FARKLI OLMALARI HALİNDE, VERGİ ALACAĞININ ÖDENMESİNDE SORUMLULUK |
Vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulamayacağı, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamına giren amme alacaklarının takibinin 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi kapsamında yapılabilmesinin yasal olarak olanaklı olmadığı hk.
İstemin Özeti: Davacının ilgili dönemde kanuni temsilcisi olduğu ileri sürülen (...) Ltd. Şti.’nin vergi borçlarının tahsili amacıyla aracına uygulanan haczin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesi kararıyla; davacı adına düzenlenen ödeme emirleri 03.07.2012 tarihinde davacının ikametgah adresinde birlikte oturan dayısına tebliğ edildiği halde bu ödeme emirlerine karşı dava açılmamışsa da, davacının 05.02.2009 tarihli ortaklar kurulu kararı ile şirket müdürlüğüne seçildiği ve 30.12.2011 tarihli ortaklar kurulu kararı ile de şirketteki hissesini devrettiği, şirket müdürlüğüne de (...)’nın atandığı, dava konusu haczin dayanağı ödeme emirleri içeriği borçların ise 2011/12 dönemi katma değer vergisi, 2011/10-12 dönemi gelir (stopaj) vergisi ile 2011 yılı kurumlar vergisi borçları olduğu, bu vergilere ilişkin beyannamelerin verilme tarihlerinde yani borcun doğduğu tarihlerde ve bu borçların vadeleri tarihlerinde davacının söz konusu şirketin kanuni temsilcisi olmadığı, dolayısıyla 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi uyarınca davacının bu borçlardan müteselsilen sorumlu tutulamayacağı anlaşıldığından, sorumlu olmadığı borçlar nedeniyle davacının aracı üzerine haciz konulmasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptal etmiştir. Davalı İdare ihtilaf konusu vergi borçlarının doğduğu dönemlerde şirketin kanuni temsilcisi olan davacının bu vergi borçlarından sorumlu olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
Karar: Davacının ilgili dönemde kanuni temsilcisi olduğu ileri sürülen (...) Ltd. Şti.’nin vergi borçlarının tahsili amacıyla aracına uygulanan haczini iptal eden Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a 4108 sayılı Kanunla eklenen mükerrer 35. maddede, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği, bu madde hükmünün, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanacağı, tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmayacağı, temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessillerin, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebileceği hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu maddenin gerekçesinde, “213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesiyle, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri ile yabancı şahıs ve kurumların Türkiye’deki temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükümden hareketle, tüzel kişiliğin varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların tüzel kişiliğin kanuni temsilcilerinden 6183 sayılı Kanun’un cebri tatbikata ilişkin hükümlerine göre takip ve tahsili cihetine gidilmektedir. Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen fiyat farkı, kur farkı, haksız yere alınan ihracatta vergi iadesi, kaynak kullanımı destekleme primi gibi bazı amme alacaklarının tüzel kişiliğin mal varlığından tahsil imkanı bulunmadığından kanuni temsilciler hakkında tatbikata geçilmiş ancak Danıştay’ca verilen muhtelif kararlarla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen alacakların takibinde mezkur maddenin tatbik imkanı bulunmadığı yönünde görüş birliğine varılmıştır. Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen bu tür alacakların takibinde genel hükümlere başvurulması uzun zaman alacağı gibi bu hükümlerin uygulanması idareye pratik bir fayda sağlamayacaktır. Bu itibarla amme borçlusunun mal varlığından alınamayan bu tür alacakların kanuni temsilcilerinin, teşekkülü idare edenlerin veya yabancı şahıs veya kurum mümessillerinin mal varlığından 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsilini temin etmek ve Vergi Usul Kanunu kapsamına giren vergi ve buna bağlı alacaklarda sorumlu olan bu şahısların diğer amme alacaklarının ödenmesinden de sorumlu olmalarını sağlamak amacıyla 6183 sayılı Kanun’a mükerrer 35. madde eklenmiştir.” denilmektedir.
Belirtilen düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte ortaya çıkan uyuşmazlıklarda Danıştay’ın genel yaklaşımı, “6183 sayılı Kanun, l. maddesinde sayılı vergi dahil tüm amme alacaklarının tahsil usulünü düzenlediğinden, mükerrer 35. madde vergi ve buna bağlı alacaklar için uygulanabilir gibi görünse de, Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinin özel nitelikli bir tahsil hükmü olan ikinci fıkrası zımnen veya açık olarak ilga edilmediği için, vergi ve buna bağlı alacaklarda mükerrer 35. maddenin uygulanma olanağı bulunmadığı, nitekim Kanun’un gerekçesinde de Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesine atıfta bulunularak, mükerrer 35. maddenin “diğer amme alacakları” için getirildiği belirtilmekle, paralel bir düzenlemeyle bu ayırıma gidilmiş olduğu, bu durumda, vergi ve buna bağlı alacaklarda kanuni temsilcilerin takibi için uygulanacak madde özel hüküm olan Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi olup, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi ancak diğer amme alacakları için uygulanabileceği” şeklindedir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesine 5766 sayılı Kanunla eklenen son iki fıkrasında, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda yer alan hükümlerin, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı öngörülmüştür.
Bu haliyle, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinin 5766 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle eklenen son fıkrayla, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamına giren amme alacakları da dâhil olmak üzere tüm amme alacaklarının takibinin mükerrer 35. madde kapsamında yapılabilmesinin mümkün hale geldiği görülmekte olup, diğer fıkrayla da, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı anlaşılmaktadır.
Ancak, Dairemizin 29.04.2014 günlü ve E. 2013/5252 sayılı kararıyla, Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varıldığından, Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 28. maddesi uyarınca, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesine 5766 sayılı Kanunla eklenen son iki fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve dava bu sebeple geri bırakılmış olup, Anayasa Mahkemesi 19.03.2015 günlü ve E. 2014/144, K. 2015/29 sayılı kararıyla da, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinin bu son iki fıkrasını iptal etmiştir.
Bu durumda, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulması mümkün olmadığı gibi, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamına giren amme alacaklarının takibinin mükerrer 35. madde kapsamında yapılabilmesi yasal olarak olanaklı değildir.
Dosyanın incelenmesinden, (...) Ltd. Şti.’nin 30.12.2011 tarihinde ortakların aldığı karara göre davacı Ali Demir’in şirketteki hisselerinin tamamını 30.12.2011 tarihinde noter tasdikli hisse devir ve temlik sözleşmesiyle devretmesiyle ortaklıktan ayrıldığı, ayrıca davacının müdürlüğünün de sona erdiğinin oybirliğiyle karara bağlandığı, 30.12.2011 tarihinde ticaret siciline tescil edilen bu hususun 11.01.2012 tarihli Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiği, söz konusu şirket tarafından 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 41. maddesine göre takip eden ayın yirmidördüncü günü akşamına kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011/12. dönem katma değer vergisi beyannamesi üzerine tahakkuk eden verginin 26.01.2012 tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, yine şirket tarafından 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 98. maddesine göre takip eden ayın yirmiüçüncü günü akşamına kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011/10-12. dönem muhtasar beyanname üzerine tahakkuk eden verginin 26.01.2012 tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, aynı şekilde şirket tarafından 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 14. maddesine göre takip eden yılın dördüncü ayının birinci gününden yirmibeşinci günü akşamına kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011 yılı kurumlar vergisi beyannamesi üzerine tahakkuk eden verginin 30.04.2012 tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, tahakkuk eden ancak ödenmeyen bu vergilerin tahsili amacıyla şirket adına düzenlenen ödeme emirlerinin 29.05.2012 tarihinde şirkete tebliğ edilmesine karşın ödenmemesi üzerine yapılan malvarlığı araştırması sonucu şirket adına kayıtlı taşınmaza ve taşıta rastlanılmadığı, bütün bankalar nezdinde yapılan araştırmalar sonucu şirkete ait herhangi bir değere de ulaşılamadığı, bunun üzerine 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinin 5766 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı hükmü esas alınarak uyuşmazlık konusu vergilerin doğduğu tarihte şirketin kanuni temsilcisi olan davacı adına kanuni temsilci sıfatıyla düzenlenen ödeme emirlerinin 03.07.2012 tarihinde tebliğ edilmesine karşın, herhangi bir ödeme yapılmaması nedeniyle tanzim edilen 31.08.2012 tarihli haciz bildirisi üzerine davacının aracına dava konusu haczin tatbik edildiği anlaşılmıştır.
Buna göre, beyan üzerine tahakkuk eden uyuşmazlık konusu vergilerin ödenmesi gerektiği dönemde kanuni temsilci olmayan davacının, yeni kanuni temsilci tarafından yapılması zorunlu olan vergisel ödevlerin yerine getirilmemesinden dolayı ortaya çıkan vergi alacaklarından müteselsil sorumlu tutulamayacağından davacının aracına uygulanan hacizde hukuka uyarlık görülmemiştir. Bu itibarla, dava konusu haciz işlemini iptal eden Mahkeme kararı sonucu itibariyle hukuka uygun bulunmuştur.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddiyle Vergi Mahkemesinin kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına, oybirliğiyle karar verildi.
Yaklaşım (Ağustos 2016)
KAMU VE ÖZEL ALACAKLAR AÇISINDAN TASARRUFLARIN İPTALİ DAVASI
THE CASE OF ANNULMENT OF SAVINGS IN
TERMS OF PUBLİC AND PRIVATE RECEIVABLES
Ebru CILLI
Uşak Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Maliye Bölümü
ÖZET
Günümüzde
sosyal devlet anlayışı ile birlikte devletin sunmak zorunda olduğu kamu
hizmetlerinin kapsamı artmıştır. Gerçekleştirilen bu kamu hizmetlerinin
sürekliliği ve kalitesi açısından kamu alacağının zamanında ve eksiksiz tahsili
büyük önem taşımaktadır. Zamanında ve usulüne uygun tahsil edilemeyen kamu
alacakları cebri icra yolları ile tahsil edilmektedir. Bu açıdan 6183 sayılı
Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile kamu alacağının takip ve
tahsilini güvence altına alan düzenlemeler yapılmıştır. Tasarrufun iptali
davası da bu düzenlemelerden biri olmakta ve kamu alacağını tehlikeye sokan
tasarrufları iptalini sağlamaktadır. Çalışmada tasarrufların iptali davası,
Yargıtay kararları da dikkate alınarak değerlendirilmiş ve özel alacaklara
yönelik düzenlenen tasarrufların iptali davası ile karşılaştırılmıştır.
Anahtar
Kelimeler: Kamu Alacakları, Özel Alacaklar
Tasarrufların İptali, Tasarrufların İptali Davası.
Jel
Sınıflaması: H20, K11, K34, K35.
ABSTRACT
Today,
the scope of the public services that state had to provide has increased along
with the concept of the welfare state. Timely and completely collection of the
public receivable is of utmost importance in terms of continuity and quality of
the public services provided. Public receivables, uncollected timely and
appropriately, are collected by public foreclosure ways. In this respect,
arrengements, securing the public receivable’s pursuance and collection with
6183 the law of Public Receivables Collection on the Presedure, have been made.
The case of annulment of savings is also one of these arrengements and provides
the annulment of savings endangers the public receivables. In this study, the
case of annulment of savings has been assessed by considering the supreme Court
decisions and handled comperatively with the case of annulment of savings
arranged intended for private receivables.
Key Words: Public Receivables, Private
Receivables, The Annulment of Savings, The Case of Annulment of Savings.
Jel
Classifacition: H20, K11, K34, K35.
İlgili
Kanun Sayısı/ Kısaltılmış Adı
|
İlgili
Kanunun Maddesi
|
6183/AATUHK
|
Md.24-31.
|
2004/İİK
|
Md.277-280 ve 283.
|
- GİRİŞ
Tasarrufun
iptali davalarında konu, özel hukuk sözleşmesinden doğan bağış, miras gibi
tasarrufları içerdiği için bu davaların çözüm mercii genel (umumi)
mahkemelerdir. Dava konusu mal varlığının değerine göre dava, Asliye Hukuk veya
Sulh Hukuk Mahkemelerinde yürütülmektedir. Tasarrufun
iptali davası, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nda özel alacaklara
yönelik olarak da düzenlenmiştir. İki kanunun tasarrufun iptali davasını içeren
hükümleri birbirine benzer olmakla birlikte; 2004 sayılı Kanun’da 6183 sayılı
Kanun’a göre tasarrufun iptali davası daha geniş ele alınmıştır.
2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Kamu
borçlusunun gerçekleştirmiş olduğu bazı tasarruflar, kötü niyetli ve kamu
alacağını tehlikeye sokmak amacıyla olabilmektedir. Bu tasarrufların bazıları
hükümsüz sayılarak, bazıları da iptale konu edilmek koşuluyla işlem ortadan
kaldırılmakta ve kamu alacağı tahsil edilmektedir. Burada önemli olan nokta
tasarrufların hükümsüz sayılmasının direkt olarak işlemi ortadan kaldırmaya
yetmemesidir. Zira hükümsüz sayılan işlemin tamamen ortadan kaldırılabilmesi
için iptal ettirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda hükümsüz sayılan ve iptal
ettirilmesi gereken tasarrufların iptal davasına konu edilerek, kamu alacağının
tahsil imkanının araştırılmasına “tasarrufların iptali”; bu nedenle açılan
davalara da “tasarrufun iptali davası” denilmektedir[1].
Genel bir ifadeyle tanımlayacak olursak; iptal davası, hukuka aykırı olduğu
iddia edilen bir idari işlemin yargı organları tarafından iptal edilmesi için
kurulan bir dava türüdür. İptal davasının kendine özgü bir takım özellikleri
mevcuttur. Bu özellikler şöyle sıralanabilir[2]:
Ø İptal davası, hukuk devleti ilkesinin
yerleşimi ve uygulanması açısından önemli bir fonksiyona sahiptir.
Ø Sadece hukuka aykırı olan işlemler
iptal davasına konu edilebilir.
Ø İdari yargı yerleri, iptal davasına
konu teşkil eden bir idari işlemin tümünü iptal edebileceği gibi bir kısmını da
iptal edebilirler.
Ø İdari işlemlerden ancak kesin ve
yürütülmesi zorunlu olan icrai nitelikteki işlemler iptal davasına konu
olabilir.
Tasarrufun
iptali davası 6183 sayılı Kanunun 24-31'inci maddelerinde düzenlenmiştir. İptal
davası, borçlunun kamu alacağını zarar uğratan ve/veya kamu alacağının
tahsiline imkansız hale getiren bazı tasarruflarını hükümsüz hale getirmek için
alacaklı kamu idaresi tarafından açılan bir dava türüdür[3].
Yargıtay’a
göre, “6183 sayılı Yasa’nın öngördüğü iptal davaları ile güdülen amaç; bir kamu
alacağının tamamının ya da bir kısmının tahsiline olanak bırakmamak amacıyla
borçlu tarafından yapılan tek taraflı hukuksal işlemlerle, borçlunun amacını
bilen veya bilmesi gereken kimselerle yapılan bütün hukuksal işlemlerin
tarihleri ne olursa olsun hükümsüzlüğünü sağlamak ve bu yol ile kamu alacağını
tahsil etmektir”[4].
Yapılan tasarrufun iptali ile birlikte tahsil idaresi davaya konu edilen mal
üzerinden alacağını cebri icra yolu ile elde etmektedir[5].
Tasarrufun
iptali davası, davaya konu edilen malın aynına ilişkin olmayıp kişisel bir
davadır. İptal davalarında, alacaklıdan mal kaçırmaya yönelik yapılan taşınmaz
satışının iptalinde ayni nitelikte bir karar verilemez. Bu gibi durumlarda,
sadece satış sözleşmesinin iptaline ilişkin hüküm verilebilir. Diğer bir
ifadeyle; iptal davası sonucunda, tasarrufa konu olan mal satışın gerçekleştiği
üçüncü kişinin mal varlığında kalmaya devam etmektedir. Alacaklı tahsil idaresi
o malı haciz ettirip satışını gerçekleştirerek alacağını tahsil etme imkanı
elde etmektedir[6].
Borçlunun
alacaklısından mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarrufların, hileli, muvazaalı
işlemlerin tarafı olan, borçlu ile hukuki bir ilişkiye girerek bir hak, mal
iktisap etmiş olan üçüncü şahıslar, alacaklının bu mal üzerinde cebri icra
yoluyla alacağını tahsil etme hakkına katlanmak zorundadırlar[7].
Tasarrufun
iptali davasının hukuki niteliği çeşitli teorilere dayandırılmıştır. Bu
teorilerin başında butlan teorisi, haksız fiil teorisi, sebepsiz zenginleşme
teorisi ve yasal borç teorisi gelmektedir. Mevcut teoriler arasında tasarrufun
iptali davası için en kabul göreni ise yasal borç teorisidir. Yasal borç
teorisi, tasarrufun iptali davasının hakkaniyete dayanan yasal bir borçtan
kaynaklandığını ileri sürmekte ve savunmaktadır. Teori iptal hakkını, borçlu
ile işlem yapan üçüncü kişinin, iptal davası riskini kabullendiği karinesiyle
açıklamaktadır. İvazsız tasarruflar, bağışlar, aile bireyleri ile yapılan
tasarruflar için kabul edilen karine ise; bu tasarrufların her zaman için geri
dönülebilir olarak sayılmasıdır. Akrabası ile bir tasarruf gerçekleştiren bir
kişi, onun borçlarını ödeyebilir nitelikte olup olmadığını araştırmalıdır. Bu
nedenle, üçüncü kişiler borçlunun alacaklarını ne derece tehlikeye soktuğunu
göz önünde tutarak ve ortaya çıkabilecek iptal tehlikesini kabullenerek
sözleşme yapmalıdır. Bu riskleri göz önünde bulundurmadığı ve kabul etmediği
takdirde sözleşmeye taraf olmamalıdır[8].
İptal davası
açma hakkı hukuken kişilere tanınan şahsi bir hak olmakla birlikte; hak sahibi
alacaklının özel olarak korunması gerekçesiyle ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda
iptal davasının amacı; kamu alacaklarını ödemeyen, malı bulunmayan veya malı
borcunu ödemede yetersiz kalan borçlunun, alacağının tahsiline olanak vermemek
için gerçekleştirdiği tasarrufları hükümsüz sayarak kamu alacağını tahsil
etmektir. Özetle, tasarrufun iptali davasının amacı borçlunun borcunu ödememek
için yaptığı tasarrufları iptal ederek, kamu alacağının tahsilini güvence
altına almaktır. Yargıtay'ın pek çok kararında tasarrufun iptali davalarında
alacaklıyı tatmin amacı ön plana çıkmaktadır. Alacaklıya kişisel bir hak
tanıyan iptal davası kabul edildiğinde, davaya konu edilen işlem sadece
alacaklı açısından hükümsüz sayılacak ve alacağın cebri icra yolları ile
tahsili gerçekleştirilecektir[9].
2.4. Davanın Açılma Koşulları
Tasarrufun iptali davası, üçüncü
kişiler açısından ağır sonuçlar doğuran bir dava şeklidir. Bu sebeple, belirli
koşulların ortaya çıkması durumunda bu yola başvurulabilir[10].
İptal davası açılabilmesi için öncelikle kamu alacağının kesinleşmiş olması
gerekmektedir. Bununla birlikte, asıl borçlu nezdinde yapılan takipten sonuç
alınamamış olması gerekir. Yapılan takip sonucunda, eğer borçlunun iptal
davasına konu edilebilecek tasarruflarının dışında kalmış mal varlığından
alacağı tahsil etme imkanı varsa veya borçludan teminat alınabiliyorsa; iptal
davasının açılmasına gerek yoktur. Bunların yanı sıra; iptal davası açma hakkı
kamu alacağı ile sınırlı tutulmakta olup davaya konu olan ivazsız tasarrufun
ödeme gününden geriye doğru iki yıl içerisinde yapılmış olması şartı
aranmaktadır. İptal davası açılabilmesi için öncelikle, ifade edilen bu
unsurların gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılmalıdır. Aksi takdirde, bu
koşullar sağlanmadıkça; iptal davası açma hakkından yararlanılması mümkün
değildir[11].
Burada bahsi geçen koşullar dava açma koşulları olmamakla birlikte, iptal
davasının açılması için gerekli olan özel koşullardır. Bu koşullar aşağıda
kısaca açıklanmıştır.
Tasarrufun iptali davasının
açılabilmesi için ön koşul, kamu alacağının kesinleşmiş olmasıdır. Kamu
alacağının kesinleşmesinden anlaşılan alacağın tahsil yani ödeme aşamasına
gelmiş olmasıdır. Bununla birlikte; alacaklı kamu idaresinin borçlu nezdinde
yapılan takipten herhangi bir sonuç alınamamış olması gerekir[12].
İptal davası açılabilmesi için
ortada tahsili olanaklı bir kamu alacağının olması ilgili madde hükümlerinde
bahsi geçen “amme alacağını ödememiş borçlulardan”, “amme alacağını ödemeyen
borçlulardan” ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bir kamu alacağının ödenmemiş
sayılabilmesi için, söz konusu kamu alacağı ilk olarak tahakkuk edip tahsil
aşamasına gelmiş olmalı ve aynı zamanda vadesi geçmiş olmalıdır. Bu nedenle
kamu alacağını güvence altına almak için oluşturulan ihtiyati tahakkuk ve
ihtiyati haciz hallerinde henüz tahsil aşamasında olan bir kamu alacağı
bulunmadığından; ihtiyati tahakkuk ve ihtiyati haciz muhatabının
gerçekleştirdiği tasarrufların iptali için dava açılamamaktadır[13].
Yargıtay 15'inci Hukuk Dairesi’nin
kararına göre de tasarrufun iptali davası dinlenebilmesi için alacağın, iptali
istenen tasarruftan önce doğması gerekmektedir[14].
"...Dava, 6183 sayılı Yasaya
dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Tasarrufun iptali davalarının
dinlenebilme koşullarından biri de; borcun doğumunun, iptali istenen satıştan
önce olmasıdır. Somut olayda, takibe konu alacak 1992 yılında başlayan ve
ileriki yıllara kadar devam eden vergi borcundan kaynaklanmaktadır. Satış ise,
23.12.1994 tarihlidir. Başka bir anlatımla; borcun doğumu, satış tarihinden
öncedir. Bu durumda, davanın esası hakkında hüküm kurulması gerekirken, takip
tarihinin satış tarihinden sonra olduğundan bahisle - dava koşulu yönünden -
davalı reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması
gerekmiştir."
2.4.2. Alacağın
Tahsil İmkanının Bulunmaması
Tasarrufun iptali davası
açılabilmesi için ikinci koşul, alacaklı idarenin tüm kanuni yolları denemesine
rağmen kamu alacağını elde edememiş olmasıdır. Borçluya yönelik yapılan
tatbikat aşamasında borçlunun mal varlığının olmadığı ve/veya mevcut mal
varlığının borcunu ödemeye yeterli olmadığı anlaşıldığı durumda iptal davası
açılabilmektedir[15].
Diğer bir ifadeyle; yasal tatbikat sonucunda alacağın, borçlunun mal
varlığından tahsil imkanı varsa ya da teminat alınabiliyorsa iptal davasının
açılması gereksizdir[16].
İptal davasının sonuçları yalnızca
kamu borçlusunu etkilememekte aynı zamanda borçlu ile ilişkide bulunan üçüncü
kişileri de etkilemektedir. Bu nedenle alacağın yükümlü ve vergi sorumlusu
tarafından ödenmesi veya cebren tahsil edilmesinin mevcut olduğu durumlarda
iptal davası açılmasına gerek yoktur[17].
Tasarrufun iptali davası, yalnızca kamu alacağının, borçlunun mal varlığı ile
karşılanamayan kısmına yetecek miktardaki tasarruflar için açılabilmektedir[18].
Kamu borçlusunun tüm ivazsız
tasarrufları iptal davasına konu edilememektedir. Bu nedenle, ivazsız
tasarrufların iptali için belirli bir zaman sınırlaması yoluna gidilmektedir.
İptal davasına konu teşkil eden tasarruflar, ödeme öncesi iki yıl içerisinde ve
ödeme süresinin başladığı tarihten sonraki ivazsız tasarrufları kapsamaktadır.
Burada sürenin başlangıç noktası, kamu
alacağının ödeneceği gün olarak belirlenmektedir[19].
İptal davasının son şartı, iptal davasına
konu edilen işlemin ilgili Kanun tarafından hüküm altına alınan bağış ve
ivazsız tasarruf hallerinden olmasıdır. Kanun’da sayılan haller dışında
gerçekleşen tasarrufların bir bağış veya ivazsız tasarruf olduğunu ispatlama
yükü ise bunu ileri süren tarafa düşmektedir. Kanun’da açıkça ifade edilen
bağış ve ivazsız tasarruflarda ise ispat etme yükümlülüğü bulunmamaktadır[20].
Aşağıda yer verilen Yargıtay 15'inci
Hukuk Dairesi'nin kararına göre de tasarrufun iptal davasında, davanın kabul
edilebilmesi için; borçlu ve kendisine tasarruf yapılan kişinin 6183 sayılı
Kanun'un 28'inci maddesinde yazılan derecede akraba olması veya tasarrufun 29
ve 30'uncu maddelerinde sayılı iptal şartlarını taşıması gerekmektedir[21].
"...6183 sayılı Yasanın 24 ve
müteakip maddeleri uyarınca tasarrufun iptali istemiyle açılmıştır. Bu tür
davalarda davanın kabul edilebilmesi için borçlu ile kendisine tasarruf yapılan
kişinin 28. maddede yazılan derecede akraba bulunmaları ya da ivazlar arasında
açık farklılık bulunması veya tasarrufun 29. ve 30. maddelerdeki iptal
şartlarını taşıması gerekir."
Tasarrufların
iptali davasına konu olan tasarruflar 6183 sayılı Kanun’un 27, 28, 29 ve
30’uncu maddelerinde hüküm altına alınmıştır. İlgili madde hükümleri uyarınca
iptale konu olan tasarrufları üç grup halinde sınıflandırmak mümkündür. İlgili
Kanun’un 27 ve 28’inci maddelerinde ivazsız ve bağışlama sayılan tasarrufların,
29’uncu maddesinde borçlunun aciz halde yaptığı diğer bir ifadeyle hükümsüz
sayılan tasarrufların, 30’uncu maddesinde ise kamu alacağının tahsiline imkan
vermemek için yapılan tasarrufların iptali düzenlenmiştir.
6183 sayılı Kanun'un 27'nci maddesi
ile, kamu alacağını ödeyemeyecek durumda bulunan kişinin yani borçlunun yaptığı
ivazsız tasarruflar ve bağışlara engel olunarak kamu alacağının tahsili güvence
altına alınmıştır[22]. Bu anlamda, kamu alacağının tahsiline
ilişkin idarenin kamu borçlusuna göndermiş olduğu ödeme emrine karşılık borçlu,
malının olmadığını bildirir ya da hiçbir bildirimde bulunmazsa ve bu sebeple
kamu alacağı tahsil edilemezse; kamu alacağının ödeme tarihinden geriye doğru
iki yıl içerisinde ve ödeme tarihinden sonra süreye bağlı kalmaksızın borçlunun
karşılıksız ya da tek taraflı hukuki işlemleri olarak bilinen ivazsız
tasarruflarının hükümsüzlüğünü istenebilir[23].
Kamu borçlusunun yasalardan
kaynaklanan borcuna rağmen hiç bir bedel almadan malını başkasına temliki
ve/veya devri ile ilgili yapılan tasarruflar, iptal davasına konu edilerek kamu
alacağı güvence altına alınmakta ve tahsil edilmektedir[24].
6183 sayılı Kanun'un 28'nci
maddesinde hangi tasarrufların bağış sayılacağı hüküm altına alınmıştır. İlgili
madde hükmüne göre bağış sayılan tasarruflar aşağıdaki gibi ifade edilmektedir:
v
Üçüncü
dereceye kadar (bu derece dahil) kan hısımlarıyla, eşler ve ikinci dereceye
kadar (bu derece dahil) sıhri hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarruflar,
v
Kendi
verdiği malın, aktin yapıldığı sıradaki kendi değerinden borçlunun ivaz olarak
pek aşağıya bir fiyat kabul ettiği akitler,
v
Borçlunun
kendisine veya üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı hayat şartı ile irat ve intifa tesis ettiği akitler.
Kamu borçlusu, kamu alacağını
doğuran olayın ortaya çıkmasından sonra ödeme güçsüzlüğüne düşmesi durumunda
özellikle akrabaları ile yaptığı işlemlerin hukuka uygun yapılmış gibi,
karşılıklı/ivazlı, olduğunu gösterebilmektedir. Bu ve bu gibi durumlarda kamu
alacağını güvence altına almak amacıyla borçlunun akrabalarıyla yaptığı
tasarruflar bağış hükmünde sayılmaktadır. 6183 sayılı Kanun'un 28'inci
maddesindeki şartların gerçekleşmesi durumunda muvazaa varlığının ispatına
gerek duyulmadan derhal iptal davası açılmalıdır[25].
Böylelikle, borçlunun akrabaları ile yaptığı görünüşte ivazlı olmakla birlikte taraflar
arasında karşılıksız olarak yapılan tasarruflar iptal edilerek kamu alacağı
tahsil edilmektedir.
6183 sayılı Kanun’un 29’uncu
maddesinde hükümsüz sayılan tasarruflar üç başlık halinde düzenlenmiştir. Kanun
koyucu her ne kadar bu işlemler için hükümsüz kavramını kullanmış da olsa bu
ifade yokluk anlamında düşünülmemelidir[26].
Burada sayılan tasarruflar borçlunun kamu borcu mevcut iken diğer borçlarına
öncelik vererek onları ödemesine ilişkindir. Burada bir nevi rüçhan hakkına
benzer bir durum söz konusudur[27].
Dolayısıyla kamu yararı düşünüldüğünde kamu alacağının tahsili borçlunun diğer
alacaklarına göre daha öncelikli ve önemlidir. Bu düşünceden hareketle
borçlunun kendi iradesi ile yaptığı tasarrufların hükümsüzlüğü
istenebilmektedir[28].
Kanun’un 29’uncu maddesinde hükümsüz
kabul edilen tasarruflar şu şekilde sıralanmıştır:
v
Borçlunun
başka bir borcuna teminat göstermek amacıyla bir malını rehin altına alması.
Burada önemli olan nokta, borçlunun teminat olarak gösterdiği malın teminat
olarak gösterileceğinin önceden taahhüt edilmemiş olmasıdır. Çünkü madde
hükmünde borçlunun teminat göstermeyi önceden taahhüt ettiği haller müstesna
tutulmuştur. Bu durum hariç, borçlunun kamu borcu dışındaki borcuna teminat göstermek
için bir malın rehin altına alınması hükümsüz sayılmaktadır.
v
Borca
karşılık para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan
ödemeler hükümsüz sayılmaktadır. Para ve olağan ödeme vasıtalarıyla yapılan
ödemeler hükümsüz sayılmamıştır. Burada hükümsüz sayılan ödeme; para ve mutat
ödeme vasıtası dışında kalan örneğin, gayrimenkul, otomobil vs. ile yapılan
ödemelerdir[29].
v
Son
olarak da vadesi gelmemiş bir borç için yapılan ödemeler hükümsüz
sayılmaktadır. Ödenmesi gereken bir kamu alacağı bulunurken vadesi gelmemiş
başka bir borca yapılan ödemeler hükümsüz sayılmaktadır.
Alacaklı kamu idaresinin bu maddeye
dayanarak iptal davası açabilmesi için sayılan bu üç şarttan birinin ve/veya
bir kaçının gerçekleşmiş olması gerekmektedir.
Kamu alacağının tamamen veya kısmen
tahsiline imkan vermemek amacıyla borçlu ile yapılan tek taraflı işlemler ve
borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kimseler ile yapılan işlemlerin
iptali 6183 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesinde düzenlenmiştir[30].
Bu düzenlemenin amacı, borçlunun bundan önceki madde hükümlerinde yer almayan,
kamu alacağının tahsilini engelleyen tüm borçlandırıcı işlemlerinin hükümsüz
sayılması ve alacağın tahsilinin sağlanmasıdır[31].
İlgili madde
hükmünde önemli olan nokta borçlunun borcunu ödeyebilecek malının olmaması veya
malı olduğu takdirde borcuna karşı yetersiz kalmasıdır. Borçlunun borcunu
ödeyecek malı mevcut olduğu takdirde, tasarrufun iptaline gerek yoktur. Diğer
bir ifadeyle Kanun’un 30’uncu maddesine dayanılarak tasarrufun iptal davası
açılmasında iki koşul aranmaktadır. Bunlardan ilki borçlunun malının kamu
alacağını karşılayamaması veya hiç malının bulunmamasıdır. Alacaklı idare,
borçlu nezdinde gerekli araştırmaları yaparak borçluya ait herhangi bir mala
ulaşamayabilir veya ulaştığı malların değeri borca karşılık yetersiz kalabilir.
Bu durum, idare tarafından yapılan araştırma sonucu tutanak ile tespit
edilmelidir. Açılan iptal davalarında alacağın borçludan tahsilinin imkansız
olduğunu ispat etme yükümlülüğü tahsil idaresine aittir. Bu madde hükmüne
dayanarak iptal davası açılabilmesi için ikinci koşul, kamu borçlusu iptale
konu edilecek tasarrufu kamu alacağının tahsilini olanaksız kılmak amacıyla kasten
yani bilerek ve isteyerek yapmış olmasıdır. Yani kamu borçlusunun bu
tasarrufları gerçekleştirirken kötü niyet ile hareket etmiş olması
gerekmektedir. Borçlunun tek taraflı
yapmış olduğu işlemlerde bu iki koşul aranmakla birlikte; borçlunun iki veya daha
fazla tarafla yaptığı işlemlerin iptale konu olabilmesi için bu işlemlere taraf
olan üçüncü tarafda kötü niyetle hareket ettiğini ispat etmek gerekmektedir.
Burada ispat etme yükümlülüğü alacaklı kamu idaresine düşmektedir. Bu maddede
hüküm altına alınan şartların gerçekleşmesi halinde; 6183 sayılı Kanun’un
30’uncu maddesine dayanılarak borçlunun yaptığı tasarruflar, yapılış tarihine
bakılmaksızın hükümsüz sayılmaktadır[32].
Aşağıda yer alan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 19.07.2007 tarihli kararın
özünde de bu hükümler ifade edilmiştir[33].
“Borçlunun malı bulunmadığı veya borca
yetmediği takdirde kamu, alacağının bir kısmının veya tamamının tahsiline imkan
bırakmamak amacıyla, borçlu tarafından yapılan bir taraflı muamelelerle
borçlunun maksadını bilen veya bilmesi lazım gelen kimselerle yapılan bütün
muameleler hükümsüzdür. Davacı hazine, davalı 3. Kişinin kötü niyetli olduğunu
kanıtlamalıdır.”
6183 sayılı
Kanun'da sayılmadığı halde tasarrufun iptali davasına konu teşkil edebilecek
bir takım tasarruf ve işlemler de söz konusudur. Bu tasarruf ve işlemlerin
başında peçeleme işlemleri, muvazaalı işlemler ve nam-ı müstear ile yapılan
işlemler gelmektedir.
2.6.1. Peçeleme
İşlemleri
Mükelleflerin özel hukuk sözleşmelerini
hukuka uygun haller dışında kullanıp vergi ziyaına neden olarak, vergi kaçırma
yoluna gitmeleri uygulamada sıkça karşılaşılan bir sorundur. Buradan hareketle
mükelleflerin özel hukuk sözleşmelerini hukuka aykırı biçimde kullanmalarına
peçeleme, bu eylemi esas alan işlemlere de peçeleme işlemi denilmektedir[34].
Peçeleme işlemi ile vergiyi doğuran olay vergi dışında tutulabilmek için
gerçekte olduğundan farklı gösterilmektedir[35].
Peçeleme, yasaya karşı yapılan hilenin özel bir türüdür. Kanunun geçerli
saydığı hukuki işlemleri kanuna aykırı sonuçlara varmak amacıyla yaptıkları
takdirde kanuna karşı hileden bahsedilir. Bu bağlamda peçeleme işlemi vergi
hukukuna aykırı olarak yapılan davranış olarak ortaya çıkmaktadır[36].
Peçeleme işlemleri hakkında
tasarrufun iptali davası açılmasına dair doktrinde bir tartışma
bulunmamaktadır. Bununla birlikte, peçeleme olarak nitelendirilen işlemler ayrı
ayrı ele alındığında, bu işlemler hakkında iptal davası açıldığı görülmektedir.
Peçele işlemlerinin en belirgin örneği “ölünceye kadar bakma sözleşmesi” dir.
Aralarında akrabalık bağı olan bu nedenle hukuken birbirine yardım ödevi
bulunan kişilerin, veraset ve intikal vergisi yükümlülüğünden kurtulmak
amacıyla yaptığı ölünceye kadar bakma sözleşmesinde peçelemeden söz edilebilir.
Burada aile hukuku açısından zaten üstlenmekle yükümlü olunan sorumlukların
sözleşme tarafından gerçekleştirilmesi söz konusudur. Burada peçeleme arkasına
gizlenen bir bağış sözleşmesi vardır ve bu işlem iptal davasına konu teşkil
etmektedir. Ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin tasarrufun iptali davasına
konu olabileceği 2004 sayılı İİK’nın 278’inci maddesinde düzenlenmiş olmakla
birlikte, 6183 sayılı Kanun’da bu sözleşmelere ilişkin açık bir hüküm yer
almamaktadır[37].
Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri
aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan bir işlem yapmaları ancak,
görünüşte bu işlemin birbirleri arasında hiçbir geçerliği olmayacağı konusunda
anlaşmalarıdır. Diğer bir ifadeyle, muvazaa tarafların gerçek iradelerini
saklayarak gerçekte rızası olmayan bir işlemin varlığını üçüncü kişilere karşı
göstermek için aralarında anlaşmalarıdır[38].
Buradan hareketle muvazaanın üç unsuru bulunmaktadır. Bunlar[39];
- Tarafların gerçek iradeleri ve beyanları
arasında kasti bir uygunsuzluk olması,
- Üçüncü
şahısları aldatma niyetinin varlığı,
- Tarafların
üçüncü kişilere karşı gerçek dışı bir görüntü yaratma hususunda anlaşmış
olmasıdır.
Muvazaa,
gerçekte olmayan bir işlemin üçüncü kişilere karşı varmış gibi gösterilerek
kamu alacağının azaltılmasına ya da ortadan kaldırılmasına neden
olabilmektedir. Muvazaalı işlemlerde taraflar arasında bir kötü niyet
mevcuttur. Taraflar bilerek isteyerek üçüncü kişileri aldatmak amacıyla
muvazaalı işlemler gerçekleştirebilmektedir. Bu gibi durumlarda muvazaanın
olduğu tespit edildiği takdirde işlem iptal ettirilerek işlemin tüm sonuçları
ortadan kaldırılmaktadır[40].
Bu anlamda peçeleme işlemine benzeyen muvazaa işleminde tarafların gerçek
iradeleri ve açıkladıkları iradeleri arasında kasıtlı bir uygunsuzluk söz
konusudur[41].
Mahkeme içtihatları ve doktrine göre
muvazaalı sözleşmenin yaptırımı, sözleşmenin butlanla batıl yani geçersiz olmasıdır.[42]. Bu
anlamda muvazaalı işlemlerin iptal davasına konu edilip edilmeyeceği noktasında
doktrinde tartışma söz konusudur. Bu konuda iptal davası açılması gerektiğini
ileri sürenlerin yanı sıra, iptal davasının açılmasına gerek olmadığını kabul
edenlerde vardır[43].
Muvazaalı işlemler için iptal davası açılmasına gerek olmadığını düşünenler bu
işlemlerin zaten geçersiz olması ve hukuki bir sonuç doğurmaması nedeniyle bu
işlemler için tekrar bir iptal davası açılmasına gerek olmadığını ileri
sürmektedirler. Bununla birlikte, bu işlemlerin iptal davasından ziyade
istihkak davasına konu edilebileceği ileri sürülmüştür. Bunun aksine muvazaalı işlemlerin iptal
davasına konu olacağını savunan görüşler ise, alacaklının muvazaa ya da iptal
davası açmakta seçimlik hakkı olduğunu ifade etmektedirler[44].
Müstear ad
kavram olarak bir kişinin belli bir çevrede gerçek kimliğini açıklamamak
amacıyla kullandığı ad diğer bir ifadeyle takma addır. Sosyal hayatta bazen
kişiler sözleşmelerde taraf olmak istemeyebilir ve gerçek ismi dışında başka
bir isimle sözleşmede yer almayı tercih edebilir. Bu gibi durumlarda,
sözleşmeye taraf olmak istemeyen kişinin ismi gizlenerek bu kişi hesabına ancak
kendi adına işlem yapan kişi nam-ı müsteardır. Nam-ı müstear işlemlerinde araya
giren bir kişi vardır ve bu işlemler çeşitli amaçlara hizmet etmektedir. Bu
amaçların başında, yapılan işlemin veya tasarrufun üçüncü kişiler ve alacaklar
tarafından öğrenilmesini engellemek gelmektedir[45].
Uygulamada,
borçlunun gerçekte kendi adına satın aldığı ve bedelini ödediği taşınmazı
üçüncü kişiler veya alacaklardan saklamak amacıyla yakınları adına tescil
ettirmesi durumunda; tasarruf dışarıdan üçüncü kişiler arasında yapılmış
olmasına rağmen, gerçekte taşınmazın bedeli borçludan çıkmış, malın mülkiyeti
ise borçlunun arkasında gizlediği kişinin mal varlığına geçmiştir. Bu bağlamda
nam-ı müstear ile yapılan işlemler alacağın tahsilini tehlikeye sokabilmektedir[46].
Alacağın
tahsilini imkansız kılmak amacıyla nam-ı müstear ile yapılan işlemlere karşı
tasarrufun iptali davası açılabilmektedir. Borçlunun malları haczedilmeden veya
iflasına karar verilmeden alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla nam-ı müstearla
yaptığı işlemler, tasarrufun iptali davasına konu teşkil etmektedir[47].
Nam-ı müstear ile yapılan işlemler genel olarak 2004 sayılı İİK’nın iptal
davasına ilişkin hükümleri çerçevesinde tasarrufun iptali davasına konu
edilmiştir. Yargıtay’ın görüşü de bunu destekler niteliktedir. Yargıtay görüşü
her ne kadar 2004 sayılı Kanun hükümlerine göre olsa da bu görüş 6183 sayılı
Kanun’a göre açılan davalara da örnek oluşturabilir. Sonuçta her iki kanunun
iptal davasına ilişkin hükümleri birbirine benzer niteliktedir[48].
Kamu borçlusunun 6183 sayılı
Kanunu'nun 27, 28, 29 ve 30'uncu maddelerinde yazılı tasarrufları ve işlemleri
iptal ettirmek için umumi mahkemelere dava açılabileceği ilgili Kanunun 24'üncü
maddesinde düzenlenmiştir. Bununla birlikte Yargıtay içtihatları da iptal
davalarının adli yargı yerlerinde incelenmesi yönündedir[49].
6183 sayılı Kanun’a göre tasarrufun
iptali davaları, ilgili kanunun 27, 28, 29 ve 30'uncu maddelerinde sayılan
tasarrufları geçersiz sayarak, işlemin iptali ve alacaklı idarenin dava konusu
mal üzerindeki cebri icra hakkını sağlamaktadır. Bu tür davalar kişisel hakka
ilişkin davalar olup, alacaklıya ayni bir hak sağlamamaktadırlar. Dava sabit
olduğu takdirde, davacı, diğer bir ifadeyle alacaklı, dava konusu mal üzerinde
yapılacak cebri icra işlemi sonucu alacağını tahsil eder. Dava konusu taşınmaz
üçüncü kişi üzerinde kalmaya devam eder ve alacaklı taraf taşınmazın haczini
veya satışını isteyebilir. Bu nedenle tapu kaydının iptaline gerek
bulunmamaktadır[50].
Yargıtay 15'inci Hukuk Dairesi’nin almış olduğu karar da aynı yöndedir. Buna
göre, iptal davaları, alacaklıya alacağını sağlayan, yasadan doğan bir dava
olup tasarrufa konu olan malların ayni ile ilgili değildir[51].
6183 sayılı Kanun’un ilgili
maddesinde iptal davası açılabileceğinden değil açılmasından söz edilmektedir.
Diğer bir ifadeyle; Kanun iptal davasının açılıp açılmaması konusunda alacaklı
idareye takdir yetkisi vermemektedir. Kanun maddelerinde yazılan hükümsüzlük
hallerinin bulunduğu durumunda alacaklı idare iptal davası açmak zorundadır[52].
İptal davasının açılabilmesi kamu
borçlusu tarafından yapılan tasarrufların hükümsüz sayılabilmesi için ilgili
maddelerde yer alan ön koşulların varlığına bağlıdır. Bu koşulların
mevcudiyetini kayıtlama yükümlülüğü iptal davasını açan tahsil idaresine
düşmektedir. Bununla birlikte, yukarıda da ifade edildiği üzere iptal davası
sadece kamu alacağının borçlunun malları ile karşılanmayan kısmına yetecek
miktardaki tasarrufları için açılmaktadır[53].
3.2.Davanın
Tarafları
Tasarrufun
iptali davalarında davacı taraf alacaklı kamu idaresi ya da alacağın tahsilini
üstlenen tahsil idaresidir[54].
6183 sayılı Kanun’un 25’inci maddesinde tasarrufun iptali davasının kimlerin
aleyhine açılacağı düzenlenmektedir. İlgili madde hükmüne göre;
Ø
Asıl
borçlu ile iptal konusu işlemi yapan kimseler,
Ø
Asıl
borçlu tarafından kendisine ödeme yapılan kimseler,
Ø
Asıl
borçlu ile iptal konusu işlemi yapan kimsenin mirasçıları,
Ø
Asıl
borçlu ve kötü niyetli üçüncü kişiler,
kamu
alacağından dolayı iptal davasının muhatabı olabilmektedirler.
Tahsil
idaresi açmış olduğu iptal davası ile tasarruf ve işlemlerden faydalanan üçüncü
kişiler ve bunların mirasçılarından yapılan işlemi iptal ettirerek alacağını
tahsil etmektedir. Bundan sonraki süreçte adı geçen kimselerin yüklendikleri
kamu alacaklarını genel hükümler çerçevesinden asıl borçludan talep edebilir[55].
Kanun, iptal
davası açılabilmesi için borçlu ile hukuki işlemde bulunan veya kamu borçlusu
tarafından kendine ödeme yapılan kişilerle, bunların mirasçılarının kötü
niyetli olması koşulunu aramamaktadır. Ancak üçüncü kişiler aleyhine iptal
davası açılabilmesi için kötü niyetinin olması şarttır. Üçüncü kişinin kötü
niyetli olduğunu ispatlama yükümlülüğü de iptal davasını açan tahsil idaresine
düşmektedir. Tahsil idaresinin üçüncü kişilerin kötü niyetli olduğunu
ispatlaması ise kolay değildir. Şayet ki niyet kişinin iç dünyası ile ilgili
bir kavramdır. Bunu kanıtlamak için dış görüntülere ve olayın oluş şekline
bakılması gereklidir[56].
6183 sayılı
Kanun'un 24'üncü maddesinde, bu kanuna göre açılan davaların genel mahkemelerde
görüleceği hüküm altına alınmıştır. İptal davasına konu olan bağış veya ivazsız
tasarruflar, taraflar arasında gerçekleştirilen özel hukuk sözleşmelerine
dayanmaktadır. Bu nedenle; bu davaların görüleceği mercii kanunda da açıkça
belirtildiği üzere genel (umumi) mahkemelerdir.
Davanın
açılacağı genel mahkeme tahsil aşamasına gelen; ancak, ödenmemiş olan kamu
alacağının miktarı ile iptali konusu tasarruf değerinden hangisi az ise ona
göre değişen Sulh Hukuk veya Asliye Hukuk Mahkemesi’dir[57].
Burada belirtilen genel mahkemenin hangisi olacağı; dava konusu miktar, takip
konusu alacakla iptali istenen tasarruf konusu işlemin değerine göre
belirlenmektedir[58].
İlgili Kanun'da iptal davasının nerede açılacağına ilişkin özel bir belirleme
olmadığı için yetkili mahkeme Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre
belirlenmektedir[59].
Danıştay 11’inci Dairesi’nin konuya ilişkin görüşü de aynı yöndedir[60].
“Amme borçlarının iptale tabi
tasarruflarda bulunduğunun saptanması halinde başvurulacak yolun 6183 sayılı
yasanın 24.maddesi uyarınca genel mahkemelerde tasarrufun iptali için dava
açmaktır.”
3.4.Dava Açma Süresi
6183 sayılı Kanun’un 26’ncı
maddesinde; 27, 28, 29 ve 30’uncu maddelerde sözü edilen tasarrufların
gerçekleştiği tarihinden itibaren 5 yıl geçmesinden sonra, bu maddelere
dayanılarak dava açılamayacağı düzenlenmiştir. Bu maddede bahsi geçen 5 yıllık
süre hak düşürücü bir süredir. Diğer taraftan, Kanunun 27 ve 29’uncu maddesinde
öngörülen 2 yıllık süreler alacağının ödeme zamanından itibaren geriye doğru
kaç yıllık süre içerisinde yapılmış tasarrufların iptalinin istenebileceğine
ilişkindir. Bu maddelerde de hak düşürücü süre[61]
ilgi madde hükmünde yer alan 5 yıllık süredir [62].
Borçlu tarafından gerçekleştirilen tasarrufların üzerinden 5 yıllık sürenin
geçmesiyle birlikte, tahsil idaresinin ilgili tasarrufa ilişkin iptal davası
açma hakkı ortadan kalkmaktadır.
“6183 sayılı yasanın 27. Maddesinde
ivazsız tasarrufların hükümsüzlüğü hükme bağlanmış olup, buna göre kamu
alacağını ödemeyen borçlulardan süresinde veya hapsen tazyikine rağmen mal
bildiriminde bulunmayanlarla, malının bulunmadığını bildiren veya beyan ettiği
malların borcuna yetersizliği anlaşılanların ödeme müddetinin başladığı
tarihten geriye doğru iki yıl içinde veya ödeme müddetinin başlamasından sonra
yaptıkları bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar hükümsüzdür. Her ne kadar 6183
sayılı yasanın 26. Maddesinin madde başlığı zamanaşımı da olsa, burada sözü
edilen beş yıllık süre zamanaşımı olmayıp hak düşürücü süredir. Bu itibarla da
mahkemece resen gözetilmesi icap eder[63].”
Yargıtay 15.
Hukuk Dairesi’nin kararının özüne göre, 6183 sayılı Kanun’da 5 yıllık bu süre
zamanaşımı başlığı altında ifade edilmişse de yukarıda da ifade edildiği üzere
bu süre hak düşürücü bir süredir. Bu nedenle bu sürenin mahkeme tarafından
re’sen gözetilmesi gerekmektedir.
İptal davasının sonucu, bağış
hükmünde olan veya geçersiz sayılan ve kamu alacağının tahsiline imkan vermemek
amacıyla yapılan tasarrufların iptal edilmesidir. Dava sonucunda iptal edilen
tasarruflar üzerinde haciz uygulaması yapılmaktadır[64].
İptal davasının sonucunda hem iptal edilen tasarrufu gerçekleştiren borçlu hem
de bu tasarruftan yararlanmış olan üçüncü kişiler açısından bir yaptırım ortaya
çıkmaktadır.
6183 sayılı
Kanun’un 31’inci maddesine göre iptal davasının kabul edilmesi halinde alacaklı
tahsil idaresi açısından ne gibi sonuçların ortaya çıkacağı hüküm altına
alınmıştır. Bu madde hükmüne göre iptal davasının kazanılması halinde alacaklı
idare, davaya konu mal üzerinde cebri icra yollarını kullanarak tahsili
yetkisini elde etmektedir. Alacaklı idare
ilgili mal konusunda haciz yollarına başvurarak malı satmakta ve satıştan elde
ettiği bedelden alacağının tahsilini gerçekleştirmektedir[65].
Tasarrufun iptali davası sonucunda
kamu borçlusunun söz konusu tasarruf ve işlemlerinin yargı tarafından iptal
edilmesi halinde, bu işlem ve tasarruflardan yararlanmış olanlar; bu tasarruf
ve işlemlerden elde ettiklerini, elde ettiklerini elden çıkaranlar ise bunların
belirlenecek değerlerini 6183 sayılı Kanun’unun ilgili madde hükmüne göre
alacaklı kamu idaresine vermek zorundadırlar. Bu tasarruflardan veya
işlemlerden yararlanmış olanlar verdiklerine karşılık olarak alacaklı tahsil
idaresinden herhangi bir talepte bulunamazlar[66].
Borçlu ve üçüncü kişi arasında iptal
davasına konu teşkil eden tasarruflar hukuken geçerliliği bulunan
sözleşmelerdir. Bu nedenle iptal davaları kazanıldığı takdirde üçüncü kişinin
elinde bulunan ve davaya konu olan mal kamu borçlusunun mülkiyetine geri
dönmez. Malın mülkiyeti üçüncü şahısta kalmaya devam eder. Kamu alacağı tahsil
edildikten sonra artan bir tutar mevcut ise bu tutar borçluya değil üçüncü
şahsa verilir[67].
Yargıtay 15'inci Hukuk Dairesi'nin
kararına göre tasarrufun iptali davası ile elde edilip satışa çıkarılan
malların sadece alacağa karşılık olan kısmının satılması mümkündür. Alacağı
karşılamaya yettiği takdirde artan kısmın satılması mümkün değildir[68].
"...Tasarrufa konu taşınmazların
tamamı dört adet olup, birbirinden ayrı bağımsız bölümlerden bir kısmının
bedeli kamu alacağını karşılamaya yettiği takdirde artan kısmın satılması
mümkün değildir. Bu bakımdan davanın kabulü ile tüm tasarrufların iptaline
karar verilmesi gerekirken kısmen kabul yönünde hüküm kurulması doğru olmamış
kararın davacı yararına bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir."
4. 2004 SAYILI İCRA
VE İFLAS KANUNU’NDA TASARRUFUN İPTALİ DAVASI VE 6183 SAYILI KANUN
İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Alacağını
tahsil etmek amacıyla borçluya karşı dava açan veya alacağını cebren ya da
iflas yolluyla takip etmek isteyen alacaklının, borçlunun mallarının
haczettirilmesi ya da borçlu hakkında iflas kararı verilmesi için belli bir
süre geçmektedir. Bu süre zarfında borçlunun tasarruf yetkisi haciz kararı
verilinceye ya da iflas açıklanana kadar kısıtlanmamaktadır. Uygulamada
mallarının haciz edileceğini veya iflas edeceğini düşünen borçlular,
alacaklılarından kaçırmaya yönelik bir takım faaliyet ve işlemlerde
bulunabilmektedir[69].
Bu nedenle borçlunun haciz ya da iflastan önce alacaklıdan mal kaçırmak için
yaptığı şüpheli tasarrufların iptal edilmesi için alacaklılara tasarrufların
iptali davası açma hakkı tanınmıştır[70].
Özel
alacakların tahsiline yönelik iptal davası 2004 sayılı İİK’nın 277’nci ve
devamındaki maddelerinde düzenlenmiştir. 2004 sayılı Kanun'a göre tasarrufun
iptali davasının amacı, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve
hukuken geçerli olan tasarrufların hükümsüz veya iyi niyet kuralına aykırı
olması nedeniyle, alacaklıya karşı sonuçsuz kalması ve dolayısıyla ilgili mal
üzerinden cebri icra takibi ile alacağın tahsilinin sağlanmasıdır[71].
Buna göre ilgili madde hükümlerinde yer alan iptal davasında amaç, alacağının
tahsilini güvence altına almak olduğu için borcun ortaya çıktığı tarihten sonra
yapılan tasarrufların iptali istenebilir. Davanın ön koşulu ise kesin veya
geçici aciz belgesinin bulunmasıdır. Ön koşul bulunduğu takdirde ise İİK'nun
278, 279 ve 280'inci maddelerinde yazılan iptal şartlarının varlığı
araştırılmalıdır[72].
İptal
davasında önkoşul olarak aciz belgesinin istenme sebebi iptal davası ile
alacaklının borçludan alacaklı olduğunu ve alacağını kısmen veya tamamen
ödenmediğini ileri sürmesidir. Aciz belgesi ile alacaklı bu davayı açma hakkını
elde ettiğini göstermektedir[73].
“...Somut olayda davalılar arasındaki
tasarruf 27.02.2006 tarihinde yapılmış olmasına rağmen, davacının alacağının
dayanağı olan bono 23.07.2007 tarihinde tanzim edilmiş olduğundan iptali
istenen tasarruf borcun doğumundan daha önce gerçekleştirilmiştir. Kaldı ki
davacının da alacağının tasarruftan önce doğduğuna ilişkin bir bildirimi de
bulunmamaktadır. Hal böyle olunca mahkemece yakın akrabalık gerekçe
gösterilerek davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma
nedenidir.”
Yargıtay
17’inci Hukuk Dairesi’nin yukarıdaki kararına göre de tasarrufların iptali
davasının dinlenebilmesi için, tasarrufun borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş
olması gerekmektedir. Davacı iptal davası sabit olduğu noktada tasarruf konusu
mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkı alma yetkisi elde etmektedir. Üçüncü
kişi üzerinde bulun mal taşınmaz mal olduğu durumda, malın tapu kaydının
düzeltilmesine gerek duymadan taşınmazın satışı ile haczini isteyebilir.
Buradan hareketle; 6183 sayılı Kanun’da düzenlenen iptal davasında da
belirtiğimiz üzere, iptal davası alacaklıya alacağın tahsiline imkan sağlayan
nisbi nitelikte bir dava olup tasarrufa konu olan malın aynına ilişkin bir dava
değildir[74].
İcra İflas Kanunu’nun 278, 279 ve
280’inci maddelerinde yazılı tasarrufların geçersizliği düzenlenmiştir. Bunlar
ivazsız tasarruflar nedeniyle butlan, acizden dolayı butlan, zarar verme
kastından dolayı iptal şeklinde ifade edilmiştir[75].
Kanun’un 278’inci maddesinde ivazsız tasarrufların butlanı düzenlenmiş olup,
madde hükmüne göre; “mutat hediyeler müstesna
olmak üzere, hacizden veya haczedilecek mal bulunmaması sebebiyle acizden
yahut iflasın açılmasından haczin veya aciz vesikası verilmesinin sebebi olan
yahut masaya kabul olunan alacaklardan en eskisinin tesis edilmiş olduğu
tarihe kadar geriye doğru olan müddet içinde yapılan bütün bağışlamalar ve
ivazsız tasarruflar batıldır”.
Madde hükmünde bahsi geçen müddet
kanunda 2 yıl ile sınırlandırılmıştır. Buna göre; haciz veya iflas tarihinden
önceki 2 yıl içerisinde gerçekleştirilen tasarrufların iptali istenilebilir. Bu
süreç öncesinde yapılan tasarruflar ise, iptal davasına konu edilemez. Kanun’da
bağış niteliğinde sayılan tasarruflar üç başlık altında ele alınmıştır.
v
Karı
ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece
dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarruflar.
6183 sayılı Kanun’dan farklı olarak bu Kanun’da evlatlık ile yapılan
tasarrufların bağış sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
v
Akdin
yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek
aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler.
v
Borçlunun
kendisine yahut üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı hayat şartıyla irat ve intifa
hakkı tesis ettiği akitler ve ölünceye kadar bakma akitleri. Bu madde hükmünde
yer alan ölünceye kadar bakma sözleşmesine yönelik 6183 sayılı Kanun’da
herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
İlgili Kanun’un 279’uncu maddesinde
acizden dolayı geçersiz sayılan tasarruflara yer verilmiştir. Madde hükmüne
göre aşağıdaki tasarruflar borcunu ödemeyen bir borçlu tarafından haczinden
veya mal bulunmaması sebebiyle haczinden yahut iflasın açıklanmasından önceki 1
yıl içerisinde gerçekleştirilmiş ise hükümsüz yani geçersiz sayılmaktadır.
Ø
Borçlunun
teminat göstermeyi önceden taahhüt etmiş olduğu haller hariç olmak üzere borçlu
tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler.
Ø
Para
veya mutat ödeme vasıtalarından dışındaki araçlarla yapılan ödemeler.
Ø
Vadesi
gelmemiş borç için yapılan ödemeler.
Ø
Kişisel
hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler.
Bu madde hükmü 6183 sayılı Kanun’un
ilgili maddesiyle karşılaştırıldığında süre ve son madde dışında bir farklılık
söz konusu değildir. 6183 sayılı Kanun’da ödeme tarihinden itibaren 2 yıl
öncesi yapılan tasarruflar ve ödeme tarihi sonrasında yapılan tasarruflar iptal
davasına konu edilebilecek iken, İcra İflas Kanunu’nda bu süre 1 yıl olarak
belirlenmiştir. Bununla birlikte, 6183 sayılı Kanun’dan farklı olarak borçlunun
kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verdiği şerhler de geçersiz
sayılmaktadır. İlgili maddenin son bendine göre ise; bu tasarruflardan
yararlanan kişiler borçlunun hal ve vaziyetini bilmediğini ispat ettiği takdirde
iptal davası dinlenmez.
İcra İflas Kanunu’nun 280’inci
maddesinde ise, zarar verme kastıyla yapılan tasarrufların iptali
düzenlenmiştir. Buna göre; malvarlığı borçlarına yetmeyen bir
borçlunun, alacağın tahsiline zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler,
borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer
tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık ibarelerin bulunduğu
hallerde iptal davasına konu teşkil edebilir. İlgili kanun hükmünün
uygulanabilmesi için ön şart, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren 5 yıl
içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmasıdır.
İcra İflas Kanunu’nda düzenlenen iptal davasında da hak düşürücü süre 6183
sayılı Kanun'da olduğu gibi tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren 5 yıldır.
2004 sayılı
Kanun’da düzenlenen tasarrufun iptali davası, 6183 sayılı Kanun’a göre daha
geniş ele alınmıştır. Oysa ki kamu alacaklarının güvence altına alınması, özel
alacaklara oranla daha büyük en arz etmektedir. Kamu alacaklarının imtiyazlı
alacak olması, bu alacakların özel alacaklardan farklı nitelik taşıması ve kamu
yararı; bu alacakların daha ayrıcalıklı usullerle korunmasını gerekli
kılmaktadır[76].
Bu konu tasarruflun iptali davası açısından ele alındığında ve iki kanunun
iptal davası ile ilgili hükümleri karşılaştırıldığında; tasarrufun iptali
davasının 2004 sayılı Kanun’da daha kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş olduğu
görülmektedir. Özellikle davanın kazanılması ile ortaya çıkan dava sonuçlarına
ilişkin 6183 Sayılı Kanun yetersiz kalmaktadır. Bu noktada 2004 sayılı Kanun’un
283’üncü maddesinin kamu alacaklarına yönelik iptal davalarında da
uygulanabileceği Yargıtay kararları ile uygun görülmüştür[77].
Yargıtay
15’inci Hukuku Dairesi’nin kararına göre; taraflar arası uyuşmazlık borçlunun
yaptığı tasarrufun iptaline ilişkindir. 6183 sayılı Kanun’da hüküm bulunmayan
hallerde 2004 sayılı Kanun’un tasarrufun iptaline ilişkin 277’nci ve
devamındaki madde hükümleri bu davalarda kıyasen uygulanır[78]. Yargıtay’ın bu kararından da anlaşılacağı üzere;
tasarrufların iptali açısından 6183 sayılı Kanun’un eksik kaldığı yerler 2004
sayılı Kanun ile doldurulmaya çalışılmaktadır.
Tasarrufun iptali davası 6183 sayılı
Kanun’da kamu alacaklarını korumak için, 2004 Sayılı Kanun’da ise özel alacakları
korumak için oluşturulmuş bir müessesedir. Çalışmada 6183 sayılı Kanun
hükümleri ve Yargıtay kararları ışığında kamu alacaklarının tahsilini sağlamak
için düzenlenmiş tasarrufun iptali davası üzerinde durulmuş olup 2004 sayılı
Kanun’daki iptal davası hükümleri ile bu Kanun’daki hükümler arasındaki farklar
ortaya konulmuştur.
Kamu
alacaklarına yönelik ilgili Kanun’da düzenlenen iptal davası özel alacaklar
için 2004 sayılı İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 6183 sayılı
AATUHK’nın tasarrufların iptaline ilişkin hükümlerin bu davalarda yetersiz
kaldığı noktalarda 2004 sayılı İİK’nın kıyasen uygulanabileceği Yargıtay tarafından
öngörülmüştür. Ancak burada önemli olan nokta, kamu alacağının özel alacaktan
daha büyük önem arz etmesidir. İki kanun karşılaştırıldığında özel alacaklara
yönelik yapılan düzenlemenin daha kapsamlı olduğu görülmektedir. Oysa ki
devletin etkin bir şekilde kamu hizmeti sunabilmesi alacağının kısa sürede ve
eksiksiz tahsili ile alakalıdır. Devlet, üzerine tanımlanan fonksiyonları
yerine getirebilmesi için kamu alacağını bir an önce tahsil etmelidir. Kamu
alacağının tahsilini zorlaştıracak her türlü işlemi de göz önünde bulundurarak
engel olmalıdır. Bu nedenle 2004 sayılı Kanun hükümlerinin kıyasen
uygulanmasından ziyade; 6183 sayılı Kanun’da tasarrufun iptaline ilişkin
hükümleri içeren maddelerin tekrar gözden geçirilerek özellikle İİK’nda yer
alan ekstra hükümleri içerecek şekilde ve bu Kanun’a oranla daha geniş kapsamda
ele alınması gerekmektedir. Sonuç itibariyle; 6183 sayılı Kanun ile takip ve
tahsil edilen kamu alacakları imtiyazlı alacaklardır ve bu alacakların
tahsilini güvence altına almak için oluşturulan tasarrufun iptali davası özel
alacaklara oranla daha kapsamlı hükümler içermelidir.
KAYNAKÇA
Akil, Cenk,
“Yargıtay Kararları Işığında Tasarrufun İptali Davası Bağlamında Aciz Belgesi”,
Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 3,
2014, ss.161-201.
Arslaner,
Hakan, 6183 sayılı Kanun Kapsamında Kamu
Alacaklarının Haciz Yolu İle Tahsili, Ankara, Yetkin Yayınları, 2010.
Bayraklı, H.
Hüseyin, Vergi İcra Hukuku,
Afyonkarahisar, Celepler Matbaacılık, 2014.
Bozdoğan,
Burçin, “6183 Sayılı Kanun Gereğince İptal Davasına Konu Tasarruf ve İşlemlerin
Tüzel Kişiler Açısından Uygulanması”, ÇSGB
Çalışma Dünyası Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Ekim-Aralık 2013, ss.111-120.
Börü, Levent,
“İcra ve İflas Hukukunda Zarar Verme Kastından Dolayı İptal Davası”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
Cilt: 58, Sayı: 3, ss.481-537.
Budak, Tamer,
Benk, Serkan, “Kamu Alacağı: Hukuki Bir Değerlendirme”, Business and Economics Research Journal, Vol:2, No:2, 2011,
ss.61-76.
Candan,
Turgut, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun, Ankara, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2011.
Demirkol,
Selami, “İptal Davasında İdari İşlemin Beş Unsuru”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 29, Nisan-Haziran 1998, ss.65-89.
Erdönmez,
Güray, “Nam-ı Müstear ve Tasarrufun İptali Davaları”, Bankacılar Dergisi, Sayı: 59, 2006, ss.84-105.
Gerçek,
Adnan, Kamu Alacaklarının Takip ve
Tahsil Hukuku, Bursa, Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2011.
Güzel, Ahmet,
“Amme Alacaklarının Korunmasında Rüçhan Hakkı”, http://www.alomali
ye.com/2007/ahmet_guzel_amme_alacak.htm,
(28.04.2014).
Gözübüyük,
Şeref, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel
Kavramları, Ankara, Turhan Kitabevi, 2004.
(29.04.2014).
Hukuku Türk
Hukuk Veri Tabanı, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
http://www.kararevi.com/karars/481284_yargitay-15-hukuk-dairesi-e-1986-00754-k-1986-03975#.U0vDy1V_umw,
(29.04.2014).
İstanbul
Vergi Dairesi Başkanlığı, 6183 Sayılı
Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun, İstanbul, Arıkan Basım Yayım
Dağıtım, 2006.
Öncel,
Mualla, Kumrulu, Ahmet, Çağan, Nami, Vergi
Hukuku, Ankara, Turhan Kitabevi, 2011.
Özbalcı,
Yılmaz, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun Yorum ve Açıklamaları, Ankara, Oluş Yayıncılık, 2012.
Saban, Nihal,
Vergi Hukuku, İstanbul, Beta Basım
Yayım Dağıtım, 2009.
Sarıgöllü,
Ersin, “Muvazaa”, Ankara Barosu Dergisi,
Cilt: 4, Sayı: 4, 1989, ss.665-678.
Savaş, H.
Hüseyin, “Kamu Alacaklarında İptal Davası”, Mevzuat Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 48, 2001,
http://www.mevzuatdergisi.com/2001/12a/01.htm#_ftn3, (12.04.2014).
Seri A 1 Sıra
No'lu Tahsilat Genel Tebliği, http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?Mevzuat
Kod=9.5.11409&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=tahsilatgenel,
(29.04.2014).
Tombalıoğlu,
Mustafa L., Amme Alacaklarının Takip ve
Tahsil Usulü, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2011.
Toktaş, Mine,
Kamu Alacağının Korunmasında Tasarrufun
İptali Davaları Peçeleme ve Muvazaalı İşlemler, Ankara, Seçkin Yayıncılık,
2009.
Uyar, Talih,
“Tasarrufun İptali Davalarının Konusu (İİK m.278, 279, 230)”, TBB Dergisi, Sayı: 78, 2008,
ss.287-314.
Uyar, Talih,
“İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davasının Konusu”, Ankara Barosu Dergisi, 2011/1,
ss.211-231.
Yıldırım, M.
Kamil, “Tasarrufun İptal Davasında Ticari İşletme Devri Karinesi”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 19, Özel Sayı (Prof.Dr. Nur Centel'e Armağan),
2013, ss.471-482.
Yılmaz, Elif,
“Kanuna Karşı Hilenin Vergi Hukukundaki Görünümü Olarak Peçeleme Kavramı ve
Muvazaa ile Mukayesesi”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1-2, 2013,
ss.1757-1781.
Yılmaz,
Ejder, “Hukuk Muhakemeleri Kanununda Süreler”, Yaşar Üniversitesi Elektronik Dergisi, Cilt: 8, Özel Sayı: Prof.
Dr. Aydın Zevkliler’e Armağan, 2013, ss.3167-3190.
T.C. D A N
I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No:
2003/1733
Karar No:
2003/2369
Özeti: Vergi mükellefi olan davacının vergi
borcundan dolayı eşinin adına kayıtlı gayrimenkul üzerine haciz uygulanmayacağı
hakkında.
(Vergi
Dünyası Mayıs 2015)
Bir
Devletin Vergi Alacağının Diğer Devlette Takip ve Tahsili: “Tahsilatta
Yardımlaşma”
Son dönemde ikili ve çok taraflı uluslararası anlaşma metinlerinde bir
idari yardımlaşma yöntemi olarak yer verilen vergilerin tahsilatında
yardımlaşma maddesi ile birlikte kişilerin bir ülkeye olan vergi borçlarının
diğer ülkeler tarafından da idari yardımlaşma çerçevesinde takip ve tahsiline
imkân tanınmaktadır. Bu kapsamda, küreselleşen dünyada kişi ve sermaye
hareketlerindeki gelişime uygun olarak ülkeler kendi egemenlik sınırlarındaki
takip ve tahsil sürecini diğer ülkelerin yardımıyla genişleterek
vergilendirmedeki nihai amaç olan tahsilatı gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler.
Bu durum,
ülkemiz açısından da önemli bir konuya dikkat çekmeyi gerektirmektedir. Hem
ülkemizin vergi alacaklarının diğer ülkelerde takibi, hem de diğer ülkelerin
vergi alacaklarının ülkemizde takip ve tahsili için ikili ve çok taraflı uluslararası
anlaşmalarda hukuki dayanak teşkil eden hükümler iç hukukumuza yansımaktadır.
Bu anlamda, halihazırda 15 ülke ile aramızdaki ÇVÖA’da “tahsilatta
yardımlaşma” hükmü yer almaktadır. Daha da önemlisi, ülkemiz
tarafından 2011 yılında imzalanmış olup onay kanunu TBMM genel kurulunda
bulunan Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Anlaşmasının yürürlük
kazanmasıyla birlikte tahsilatta yardımlaşma uygulaması çok daha geniş bir
uygulama alanına kavuşacaktır.
(Tahir ERDEM Yaklaşım / Ekim 2014)
Özet: Amme borçlusunun üçüncü
şahıslardaki alacakları üzerine haciz uygulanabilmesi için amme borçlusunun
üçüncü şahıs nezdinde alacağının bulunduğunu bildirmiş olması veya idarece
borçlunun bu şahıslardan alacağı olduğunun tespit edilmesi ve tespit edilen
tutar için haciz konulması gerektiği; vergi borcu bulunan mükellefin davacıya
yaptığı satışı (Bs) formuyla beyan etmesinin, ödemeye ilişkin bir tespitte
bulunulmaksızın, davacıdan alacağının bulunduğu yolunda bir bildirim olarak
kabul edilemeyeceği, kaldı ki, idarece kanuna uygun bir tespit yapılmış olması
halinde dahi haciz uygulanabilecek ve sonrasında ödeme emriyle istenebilecek
tutarın alacaklının tüm vergi borcu kadar değil, tespit edilen hak ve alacak
tutarı kadar olması gerektiği Hk.
DANIŞTAY
DÖRDÜNCÜ DAİRE
Esas No :
2010/8630
Karar No :
2013/4481
(MDERGI Eylül
2014)
Özet: Zamanaşımı süresinin dolmasından
önce yapılan cüz'i tutardaki ödemelerin mükellefler tarafından yapıldığının
kabulünün ticari icaplara uygun düşmediği, söz konusu ödeme nedeniyle tahsil
zamanaşımı süresinin kesildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı Hk.
DANIŞTAY
ÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No :
2010/4340
Karar No :
2012/3047
(MDERGI Eylül 2014)
ÖDEME EMİRLERİNE KARŞI İDARİ İTİRAZ ve
İDARİ DÜZELTME YOLU AÇILMALIDIR
6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca amme borçlularına
tebliğ edilen ödeme emirlerine karşı idari itiraz ve idari düzeltme yollarının
izlenmesi mümkün olmayıp, itirazın görevli yargı merciileri nezdinde yapılması
gerekmektedir. Tebellüğ edilen ödeme emirlerine karşı yapılacak itirazlarda
itiraz mercii ve hak düşürücü süre bakımından yapılacak hataların yıkıcı
sonuçları olabileceği daima dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte vergi yargısı
üzerinde gereksiz iş yükü oluşmasına engellemek için, 6183 sayılı Kanunu’nun
58’inci maddesinde değişiklik yapılarak yargı yoluna başvurmadan önce, amme
borçlusuna idari itiraz yolunun açılması son derece isabetli olacaktır.
(Görkem
PEHLİVAN Vergi Dünyası Eylül 2014)
Danıştay 3. Dairesi
Tarih : 25.09.2012
Esas
No : 2010/4340
Karar No : 2012/3047
6183 s.
AATUHK Md. 102, 103
ZAMANAŞIMI SÜRESİNİ KESMEK İÇİN
YAPILAN CÜZ’İ ÖDEMELER
Zamanaşımı
süresinin dolmasından önce yapılan cüz’i tutardaki ödemelerin mükellef
tarafından yapıldığının kabulünün ticari icaplara uygun düşmediği, söz konusu
ödeme nedeniyle tahsil zamanaşımı süresinin kesildiğinden bahsedilmesine olanak
bulunmadığı hk.
Anayasa
Mahkemesinin kararı ve kararın gerekçesi dikkate alındığında 2577 sayılı
Kanunun 28 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının son cümlesinin iptalinden
sonra, mahkemeler tarafından haciz ve ihtiyati haciz işlemlerinin
yürütülmesinin durdurulmasına veya iptallerine karar verilmesi üzerine kararın
tebliğ edilmesinden itibaren en geç 30 gün içerisinde karara konu işlemin vergi
dairesince geri alınması gerekecektir.
MALİYE BAKANLIĞI Gelir İdaresi Başkanlığı Tahsilat
İç Genelgesi (Seri No: 2013/1)
Vergi
borcunun tahsil zamanaşımına uğramasının koşulları nelerdir?
Vergi alacağının tahsil zamanaşımına uğraması için;
-Öncelikli olarak tarh zamanaşımı içinde verginin tarh ve tebliğ
edilerek kesinleşmesi tahakkuk etmesi ve tahsil edilebilir aşamaya gelmesi,
-Tahakkuk eden vergi alacağının tahsil zamanaşımı süresi içinde
(vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden 5 yıl içinde) tahsil edilememiş
olması gerekir.
Tahsil zamanaşımını kesen
haller nelerdir?
Tahsil zamanaşımını kesen haller, AATUHK’nın
103. maddesinde sayılmıştır. Bu hükme göre, tahsil zamanaşımının kesen haller
şunlardır:
1- Ödeme,
2- Haciz uygulanması,
3- Cebren tahsil ve kovuşturma işlemleri sırasında
yapılan her çeşit tahsilat,
4- Ödeme emri tebliği,
5- Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının
bildirilmesi,
6- Yukarıda belirtilen
bu işlemden herhangi birinin kefile veya yabancı kişi ve kurumların
temsilcilerine uygulanması ya da bunlar tarafından yapılması,
7- İhtilaflı amme alacaklarında yargı mercilerince
bozma kararı verilmesi,
8- Amme alacağının teminata bağlanması,
9- Yargı mercilerince icrasının
tehirine karar verilmesi,
10- İki amme idaresi
arasında mevcut bir borç için alacaklı kamu idaresine borcun ödenmesi için yazı
ile başvurulması,
11- Amme alacağının özel
kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına
bağlanması.
Zamanaşımını kesmek için vergi dairesi tarafından
borçlunun adına ödeme yapılması geçerlimidir?
Borçlunun kendi istek ve iradesi ile olmayan
ödemeler, ödeme sayılmaz.
Konu hakkında benzer bir olayda Danıştay 7. Dairesi tarafından
verilen bir Karar’da özetle;
“İlgili tarafından mahsup isteminde bulunulmamış
olunmasına karşın, salt zamanaşımını kesmek amacıyla alacaklı tahsil dairesince
re’sen yapılan mahsup işleminin, işlemekte olan zamanaşımını kesmeyeceğine
hükmedilmiştir.”
DANIŞTAY KARARI
Kaçakçılık sucu sayılan fiiller nedeniyle hesaplanan
vergi ve ceza üzerinden teminatın, ancak vergi inceleme elemanınca yapılan ilk
hesaplara göre belirtilen miktar üzerinden istenebileceği; vergi inceleme
elemanı tarafından teminat istenmesi yolunda herhangi bir talep olmadığı halde
idare tarafından kendiliğinden tesis edilen teminat isteme işleminin hukuka
aykırı olduğu hk.
(Danıştay
9. Dairesi Tarih: 28.01.2009-Esas No: 2008/761-Karar No : 2009/236)
DANIŞTAY KARARI
Kaçakçılık suçu sayılan fiiller
nedeniyle hesaplanan vergi ve ceza üzerinden teminat, ancak vergi incelemesi
yapan denetim elemanı tarafından yapılan ilk hesaplamalara göre belirtilen
miktar üzerinden istenebilir. İnceleme
elemanınca, teminat istenmesi yönünde herhangi bir talep olmadığı takdirde,
teminat istenilmesi, hukuka aykırı olur.
(Dn. 9. D.’nin,
28.01.2009 tarih ve E.2008/761, K.2009/236 sayılı Kararı)
DANIŞTAY KARARI
İhtiyati haciz
işleminin, teminat istenilmesini gerektiren durumların mevcut olması nedeniyle
tesis edildiği durumlarda, teminat
istenilmesi işleminin yasal dayanağı yoksa, ihtiyati haciz işlemi de iptal
edilir.
(Dn.
9. D.’nin, 28.01.2009 tarih ve E.2008/2299, K.2009/237 sayılı Kararı)
DANIŞTAY KARARI
Verginin
tarhı aşamasında, teminat isteme, ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk
işlemlerinin, kanuni temsilciler hakkında uygulanmasına olanak bulunmadığına,
VUK md. 10. uyarınca kesinleşen
ve şirketten tahsili olanaksız hale gelen borçlar nedeniyle kanuni
temsilcilerin sorumlu tutulabileceğine karar verilmiştir.
(Dn. 4. D.’nin,
28.04.2008 tarih ve E. 2007/4821, K. 2008/1577 sayılı Kararı)
TEMİNAT İSTEME
Kaçakçılık sucu sayılan fiiller nedeniyle hesaplanan
vergi ve ceza üzerinden teminatın, ancak vergi inceleme elemanınca yapılan ilk
hesaplara göre belirtilen miktar üzerinden istenebileceği; vergi inceleme
elemanı tarafından teminat istenmesi yolunda herhangi bir talep olmadığı halde
idare tarafından kendiliğinden tesis edilen teminat isteme işleminin hukuka
aykırı olduğu hk.
Danıştay
9. Dairesi Esas No : 200
[1]
Hasan Hüseyin Bayraklı, Vergi
İcra Hukuku, Afyonkarahisar, Celepler Matbaacılık, 2014, s.73.
[2] Selami Demirkol, “İptal
Davasında İdari İşlemin Beş Unsuru”, Sayıştay
Dergisi, Sayı: 29, Nisan-Haziran 1998, s.66.
[3] Adnan Gerçek, Kamu Alacaklarının Takip ve Tahsil Hukuku,
Bursa, Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2011, s.176.
[4] Yargıtay
4. HD. 23.12.1982 T., E.1982/10311, K.1982/11654, (Gerçek, s.176).
[5] H. Hüseyin Savaş, “Kamu
Alacaklarında İptal Davası”, Mevzuat
Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 48, 2001,
http://www.mevzuatdergisi.com/2001/12a/01.htm#_ftn3, (12.04.2014).
[6] Gerçek, s.176.
[7] M. Kamil Yıldırım, “Tasarrufun
İptal Davasında Ticari İşletme Devri Karinesi”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi,
Cilt: 19, Özel Sayı (Prof.Dr. Nur Centel'e Armağan), 2013, s.472.
[8] Mine Toktaş, Kamu Alacağının Korunmasında Tasarrufun
İptali Davaları Peçeleme ve Muvazaalı İşlemler, Ankara, Seçkin Yayıncılık,
2009, s.56.
[9] Toktaş, s.56-58.
[10] Toktaş, s.58.
[11]
Gerçek, s.177-178.
[12] Yılmaz Özbalcı, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanun Yorum ve Açıklamaları, Ankara, Oluş Yayıncılık, 2012, s. 311.
[13] Turgut Candan, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanun, Ankara, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2011, s. 159.
[14] Yargıtay 15. HD. 02.04.2002T.,
E.2002/1363, K.2002/1549, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[15] Gerçek, s.178.
[16] Burçin Bozdoğan, “6183 Sayılı
Kanun Gereğince İptal Davasına Konu Tasarruf ve İşlemlerin Tüzel Kişiler
Açısından Uygulanması”, ÇSGB Çalışma
Dünyası Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Ekim-Aralık 2013, s.113.
[17] İstanbul Vergi Dairesi
Başkanlığı, 6183 Sayılı Amme Alacakları
Tahsil Usulü Hakkında Kanun, Arıkan Basım Yayım Dağıtım, 2006, s.129.
[18] Candan, s.160.
[19] Bayraklı, s.74.
[20] Bayraklı, s.75.
[21] Yargıtay 15. HD. 22.02.2005 T.,
E.2004/6584, K.2005/944, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[22] Mustafa L. Tombalıoğlu, Amme Alacaklarının Takip ve Tahsil Usulü,
Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2011, s. 317.
[23] Hakan Arslaner, 6183 sayılı Kanun Kapsamında Kamu
Alacaklarının Haciz Yolu İle Tahsili, Ankara, Yetkin Yayınları, 2010,
s.169.
[24] Tombalıoğlu, s.317.
[25] Tombalıoğlu, s.323- 324.
[26] Bayraklı, s.77.
[27] Rüçhan hakkı, üçüncü şahıslara ait alacakların söz konusu olması
halinde amme alacağını üstün kılan bir koruma müessesesidir. (Ahmet Güzel,
“Amme Alacaklarının Korunmasında Rüçhan Hakkı”, http://www.alo
maliye.com/2007/ahmet_guzel_amme_alacak.htm), (28.04.2014).
[28] Arslaner, s.176.
[29] Candan, s.155.
[30] Özbalcı, s.310.
[31] Arslaner, s.180.
[32] Arslaner, s.182.
[33] Yargıtay 17. HD. 19.07.2007T., E.2007/1733,
K.2007/2554, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[34] Mualla Öncel, Ahmet Kumrulu ve
Nami Çağan, Vergi Hukuku, Ankara,
Turhan Kitabevi, 2011, s.26.
[35] Elif Yılmaz, “Kanuna Karşı
Hilenin Vergi Hukukundaki Görünümü Olarak Peçeleme Kavramı ve Muvazaa ile
Mukayesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1-2, 2013, s.1762.
[36] Nihal Saban, Vergi Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım,
İstanbul, 2009, s.72.
[37] Toktaş, s.80-81.
[38] Yılmaz, s.1769-1770.
[39] Ersin Sarıgöllü, “Muvazaa”, Ankara Barosu Dergisi, Cilt: 4, Sayı:
4, 1989, s.666.
[40] Yılmaz, s.1771.
[41] Öncel, Kumrulu ve Çağan, s.28.
[42] Sarıgöllü, a.g.e., s.669.
[43] Talih Uyar, “Tasarrufun İptali
Davalarının Konusu” (İİK m.278, 279, 230), TBB
Dergisi, Sayı: 78, 2008, s.290.
[44] Toktaş, s.73-74.
[45] Güray Erdönmez, “Nam-ı Müstear
ve Tasarrufun İptali Davaları”, Bankacılar
Dergisi, Sayı: 59, 2006, s.84.
[46] Talih Uyar, “İcra ve İflas
Hukukunda Tasarrufun İptali Davasının Konusu”, Ankara Barosu Dergisi, 2011, s.225.
[47] Erdönmez, s.88.
[48] Toktaş, s.78.
[49] Yargıtay 15. HD. 26.11.1986T.,
E.1986/754, K.1986/3975,
http://www.kararevi.com/karars/481284_yargitay-15-hukuk-dairesi-e-1986-00754-k-1986-03975#.U0vDy1V_umw,
(14.04.2014).
[50] Tombaloğlu, s.299.
[51] Yargıtay 15. HD. 18.03.2002 T.
E.2002/000531, K.2002/1173, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[52] Candan, s.159.
[53] Candan, s.160.
[54] Bayraklı, s.80.
[55] Gerçek, s.177.
[56] Candan, s.160
[57] H. Hüseyin Savaş, “Kamu
Alacaklarında İptal Davası”, Mevzuat
Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 48, 2001, http://www.
mevzuatdergisi.com/2001/12a/01.htm#_ftn3, (12.04.2014).
[58] Özbalcı, s.313.
[59] Seri A 1 Sıra No'lu Tahsilat
Genel Tebliği, http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=9.5.11409
&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=tahsilatgenel, s.18, (29.04.2014).
[60] Danıştay 11. D. 11.11.1998T.,
E.1997/1649, K.1998/3891, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[61] Hak düşürücü veya zaman aşımı
süreleri duruma göre bazı kişiler için hak kaybettiren bazı kişiler için ise
hak kazandıran süreler olarak ifade edilebilir (Ejder Yılmaz, “Hukuk
Muhakemeleri Kanununda Süreler”, Yaşar
Üniversitesi Elektronik Dergisi, Cilt: 8, Özel Sayı (Prof. Dr. Aydın
Zevkliler’e Armağan), 2013, s.3168). Ancak zaman aşımı ile hak düşürücü süre
arasında bir takım farklılıklar vardır. Buna göre zaman aşımı süresinin
dolması, hakkı ortadan kaldırmaz, korunması için kullanılan dava açma hakkını
ortadan kaldırmaktadır. Böylece hak hukuken korunabilir olma niteliğini
yitirir. Bunun aksine hak düşürücü sürenin dolması hem dava hakkını hem de
hakkın kendisini ortadan kaldırmaktadır. Mahkemeler zaman aşımı sürelerini
kendiliğinden dikkate almaz iken, hak düşürücü süreyi kendiliğinden dikkate
alırlar (Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş
ve Hukukun Temel Kavramları, Ankara, Turhan Kitabevi, 2004, s.178).
[62] Seri A 1 Sıra No'lu Tahsilat
Genel Tebliği, http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=9.5.11409
&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=tahsilatgenel, s.18, (29.04.2014).
[63] Yargıtay 15. HD. 16.01.1995T.,
E.1994/6377, K.1995/76, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[64] Bayraklı, s.81.
[65] Gerçek, s.183.
[66] Candan, s.161.
[67] Gerçek, s.183.
[68] Yargıtay 15. HD. 07.10.2004T.
E.2004/001376, K.2004/4957, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[69] Cenk Akil, “Yargıtay Kararları
Işığında Tasarrufun İptali Davası Bağlamında Aciz Belgesi”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 3, 2014,
s.162.
[70] Levent Börü, “İcra ve İflas
Hukukunda Zarar Verme Kastından Dolayı İptal Davası”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 58, Sayı: 3,
s.483.
[71] Tombaloğlu, s.299.
[72] Yargıtay 17. HD. 21.02.2013T.
E.2012/5111, K.2013/2027. http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[73] Akil, s.162-163.
[74] Yargıtay 17. HD. 14.09.2009 T.,
E.2009/3386, K.2009/5316,
http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[75] Yargıtay 17. HD. 14.09.2009 T.,
E.2009/3386, K.2009/5316. http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[76] Tamer Budak, Serkan Benk, “Kamu
Alacağı: Hukuki Bir Değerlendirme”, Business
and Economics Research Journal, Vol:2, No:2, 2011, p.62.
[77] Toktaş, s.143-144.
[78] Yargıtay 15. HD. 01.07.2002T.,
E.2002/3149, K.2002/3582, (Toktaş, s.144).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder