15 Mart 2016 Salı

6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULÜ HAKKINDA KANUN

Danıştay 4. Dairesi
Tarih    : 27.04.2015
Esas No : 2013/5252
Karar No  : 2015/1801
AATUHK Mük. Md. 35
VUK Md. 10
VERGİ ALACAĞININ DOĞDUĞU VE ÖDENMESİ GEREKTİĞİ ZAMANLARDA KANUNİ TEMSİLCİLERİN FARKLI OLMALARI HALİNDE, VERGİ ALACAĞININ ÖDENMESİNDE SORUMLULUK
Vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulamayacağı, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamına giren amme alacaklarının takibinin 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi kapsamında yapılabilmesinin yasal olarak olanaklı olmadığı hk.
İstemin Özeti: Davacının ilgili dönemde kanuni temsilcisi olduğu ileri sürülen (...) Ltd. Şti.’nin vergi borçlarının tahsili amacıyla aracına uygulanan haczin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesi kararıyla; davacı adına düzenlenen ödeme emirleri 03.07.2012 tarihinde davacının ikametgah adresinde birlikte oturan dayısına tebliğ edildiği halde bu ödeme emirlerine karşı dava açılmamışsa da, davacının 05.02.2009 tarihli ortaklar kurulu kararı ile şirket müdürlüğüne seçildiği ve 30.12.2011 tarihli ortaklar kurulu kararı ile de şirketteki hissesini devrettiği, şirket müdürlüğüne de (...)’nın atandığı, dava konusu haczin dayanağı ödeme emirleri içeriği borçların ise 2011/12 dönemi katma değer vergisi, 2011/10-12 dönemi gelir (stopaj) vergisi ile 2011 yılı kurumlar vergisi borçları olduğu, bu vergilere ilişkin beyannamelerin verilme tarihlerinde yani borcun doğduğu tarihlerde ve bu borçların vadeleri tarihlerinde davacının söz konusu şirketin kanuni temsilcisi olmadığı, dolayısıyla 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi uyarınca davacının bu borçlardan müteselsilen sorumlu tutulamayacağı anlaşıldığından, sorumlu olmadığı borçlar nedeniyle davacının aracı üzerine haciz konulmasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptal etmiştir. Davalı İdare ihtilaf konusu vergi borçlarının doğduğu dönemlerde şirketin kanuni temsilcisi olan davacının bu vergi borçlarından sorumlu olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
Karar: Davacının ilgili dönemde kanuni temsilcisi olduğu ileri sürülen (...) Ltd. Şti.’nin vergi borçlarının tahsili amacıyla aracına uygulanan haczini iptal eden Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a 4108 sayılı Kanunla eklenen mükerrer 35. maddede, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği, bu madde hükmünün, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanacağı, tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmayacağı, temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessillerin, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebileceği hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu maddenin gerekçesinde, “213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesiyle, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri ile yabancı şahıs ve kurumların Türkiye’deki temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükümden hareketle, tüzel kişiliğin varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların tüzel kişiliğin kanuni temsilcilerinden 6183 sayılı Kanun’un cebri tatbikata ilişkin hükümlerine göre takip ve tahsili cihetine gidilmektedir. Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen fiyat farkı, kur farkı, haksız yere alınan ihracatta vergi iadesi, kaynak kullanımı destekleme primi gibi bazı amme alacaklarının tüzel kişiliğin mal varlığından tahsil imkanı bulunmadığından kanuni temsilciler hakkında tatbikata geçilmiş ancak Danıştay’ca verilen muhtelif kararlarla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen alacakların takibinde mezkur maddenin tatbik imkanı bulunmadığı yönünde görüş birliğine varılmıştır. Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen bu tür alacakların takibinde genel hükümlere başvurulması uzun zaman alacağı gibi bu hükümlerin uygulanması idareye pratik bir fayda sağlamayacaktır. Bu itibarla amme borçlusunun mal varlığından alınamayan bu tür alacakların kanuni temsilcilerinin, teşekkülü idare edenlerin veya yabancı şahıs veya kurum mümessillerinin mal varlığından 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsilini temin etmek ve Vergi Usul Kanunu kapsamına giren vergi ve buna bağlı alacaklarda sorumlu olan bu şahısların diğer amme alacaklarının ödenmesinden de sorumlu olmalarını sağlamak amacıyla 6183 sayılı Kanun’a mükerrer 35. madde eklenmiştir.” denilmektedir.
Belirtilen düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte ortaya çıkan uyuşmazlıklarda Danıştay’ın genel yaklaşımı, “6183 sayılı Kanun, l. maddesinde sayılı vergi dahil tüm amme alacaklarının tahsil usulünü düzenlediğinden, mükerrer 35. madde vergi ve buna bağlı alacaklar için uygulanabilir gibi görünse de, Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinin özel nitelikli bir tahsil hükmü olan ikinci fıkrası zımnen veya açık olarak ilga edilmediği için, vergi ve buna bağlı alacaklarda mükerrer 35. maddenin uygulanma olanağı bulunmadığı, nitekim Kanun’un gerekçesinde de Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesine atıfta bulunularak, mükerrer 35. maddenin “diğer amme alacakları” için getirildiği belirtilmekle, paralel bir düzenlemeyle bu ayırıma gidilmiş olduğu, bu durumda, vergi ve buna bağlı alacaklarda kanuni temsilcilerin takibi için uygulanacak madde özel hüküm olan Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi olup, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesi ancak diğer amme alacakları için uygulanabileceği” şeklindedir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesine 5766 sayılı Kanunla eklenen son iki fıkrasında, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda yer alan hükümlerin, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı öngörülmüştür.
Bu haliyle, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinin 5766 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle eklenen son fıkrayla, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamına giren amme alacakları da dâhil olmak üzere tüm amme alacaklarının takibinin mükerrer 35. madde kapsamında yapılabilmesinin mümkün hale geldiği görülmekte olup, diğer fıkrayla da, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı anlaşılmaktadır.
Ancak, Dairemizin 29.04.2014 günlü ve E. 2013/5252 sayılı kararıyla, Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varıldığından, Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 28. maddesi uyarınca, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesine 5766 sayılı Kanunla eklenen son iki fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve dava bu sebeple geri bırakılmış olup, Anayasa Mahkemesi 19.03.2015 günlü ve E. 2014/144, K. 2015/29 sayılı kararıyla da, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinin bu son iki fıkrasını iptal etmiştir.
Bu durumda, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulması mümkün olmadığı gibi, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamına giren amme alacaklarının takibinin mükerrer 35. madde kapsamında yapılabilmesi yasal olarak olanaklı değildir.
Dosyanın incelenmesinden, (...) Ltd. Şti.’nin 30.12.2011 tarihinde ortakların aldığı karara göre davacı Ali Demir’in şirketteki hisselerinin tamamını 30.12.2011 tarihinde noter tasdikli hisse devir ve temlik sözleşmesiyle devretmesiyle ortaklıktan ayrıldığı, ayrıca davacının müdürlüğünün de sona erdiğinin oybirliğiyle karara bağlandığı, 30.12.2011 tarihinde ticaret siciline tescil edilen bu hususun 11.01.2012 tarihli Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiği, söz konusu şirket tarafından 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 41. maddesine göre takip eden ayın yirmidördüncü günü akşamına kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011/12. dönem katma değer vergisi beyannamesi üzerine tahakkuk eden verginin 26.01.2012 tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, yine şirket tarafından 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 98. maddesine göre takip eden ayın yirmiüçüncü günü akşamına kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011/10-12. dönem muhtasar beyanname üzerine tahakkuk eden verginin 26.01.2012 tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, aynı şekilde şirket tarafından 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 14. maddesine göre takip eden yılın dördüncü ayının birinci gününden yirmibeşinci günü akşamına kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011 yılı kurumlar vergisi beyannamesi üzerine tahakkuk eden verginin 30.04.2012 tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, tahakkuk eden ancak ödenmeyen bu vergilerin tahsili amacıyla şirket adına düzenlenen ödeme emirlerinin 29.05.2012 tarihinde şirkete tebliğ edilmesine karşın ödenmemesi üzerine yapılan malvarlığı araştırması sonucu şirket adına kayıtlı taşınmaza ve taşıta rastlanılmadığı, bütün bankalar nezdinde yapılan araştırmalar sonucu şirkete ait herhangi bir değere de ulaşılamadığı, bunun üzerine 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinin 5766 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı hükmü esas alınarak uyuşmazlık konusu vergilerin doğduğu tarihte şirketin kanuni temsilcisi olan davacı adına kanuni temsilci sıfatıyla düzenlenen ödeme emirlerinin 03.07.2012 tarihinde tebliğ edilmesine karşın, herhangi bir ödeme yapılmaması nedeniyle tanzim edilen 31.08.2012 tarihli haciz bildirisi üzerine davacının aracına dava konusu haczin tatbik edildiği anlaşılmıştır.
Buna göre, beyan üzerine tahakkuk eden uyuşmazlık konusu vergilerin ödenmesi gerektiği dönemde kanuni temsilci olmayan davacının, yeni kanuni temsilci tarafından yapılması zorunlu olan vergisel ödevlerin yerine getirilmemesinden dolayı ortaya çıkan vergi alacaklarından müteselsil sorumlu tutulamayacağından davacının aracına uygulanan hacizde hukuka uyarlık görülmemiştir. Bu itibarla, dava konusu haciz işlemini iptal eden Mahkeme kararı sonucu itibariyle hukuka uygun bulunmuştur.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddiyle Vergi Mahkemesinin kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına, oybirliğiyle karar verildi.
Yaklaşım (Ağustos 2016)

KAMU VE ÖZEL ALACAKLAR AÇISINDAN TASARRUFLARIN İPTALİ DAVASI
THE CASE OF ANNULMENT OF SAVINGS IN TERMS OF PUBLİC AND PRIVATE RECEIVABLES
Ebru CILLI
Uşak Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Maliye Bölümü                                                                                           
ÖZET
Günümüzde sosyal devlet anlayışı ile birlikte devletin sunmak zorunda olduğu kamu hizmetlerinin kapsamı artmıştır. Gerçekleştirilen bu kamu hizmetlerinin sürekliliği ve kalitesi açısından kamu alacağının zamanında ve eksiksiz tahsili büyük önem taşımaktadır. Zamanında ve usulüne uygun tahsil edilemeyen kamu alacakları cebri icra yolları ile tahsil edilmektedir. Bu açıdan 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile kamu alacağının takip ve tahsilini güvence altına alan düzenlemeler yapılmıştır. Tasarrufun iptali davası da bu düzenlemelerden biri olmakta ve kamu alacağını tehlikeye sokan tasarrufları iptalini sağlamaktadır. Çalışmada tasarrufların iptali davası, Yargıtay kararları da dikkate alınarak değerlendirilmiş ve özel alacaklara yönelik düzenlenen tasarrufların iptali davası ile karşılaştırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kamu Alacakları, Özel Alacaklar Tasarrufların İptali, Tasarrufların İptali Davası.
Jel Sınıflaması: H20, K11, K34, K35.

ABSTRACT
Today, the scope of the public services that state had to provide has increased along with the concept of the welfare state. Timely and completely collection of the public receivable is of utmost importance in terms of continuity and quality of the public services provided. Public receivables, uncollected timely and appropriately, are collected by public foreclosure ways. In this respect, arrengements, securing the public receivable’s pursuance and collection with 6183 the law of Public Receivables Collection on the Presedure, have been made. The case of annulment of savings is also one of these arrengements and provides the annulment of savings endangers the public receivables. In this study, the case of annulment of savings has been assessed by considering the supreme Court decisions and handled comperatively with the case of annulment of savings arranged intended for private receivables.

            Key Words: Public Receivables, Private Receivables, The Annulment of Savings, The Case of Annulment of Savings.
Jel Classifacition: H20, K11, K34, K35.
İlgili Kanun Sayısı/ Kısaltılmış Adı
İlgili Kanunun Maddesi
6183/AATUHK
Md.24-31.
2004/İİK
Md.277-280 ve 283.

  1.  GİRİŞ
Tasarrufun iptali davalarında konu, özel hukuk sözleşmesinden doğan bağış, miras gibi tasarrufları içerdiği için bu davaların çözüm mercii genel (umumi) mahkemelerdir. Dava konusu mal varlığının değerine göre dava, Asliye Hukuk veya Sulh Hukuk Mahkemelerinde yürütülmektedir. Tasarrufun iptali davası, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nda özel alacaklara yönelik olarak da düzenlenmiştir. İki kanunun tasarrufun iptali davasını içeren hükümleri birbirine benzer olmakla birlikte; 2004 sayılı Kanun’da 6183 sayılı Kanun’a göre tasarrufun iptali davası daha geniş ele alınmıştır.
   2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Kamu borçlusunun gerçekleştirmiş olduğu bazı tasarruflar, kötü niyetli ve kamu alacağını tehlikeye sokmak amacıyla olabilmektedir. Bu tasarrufların bazıları hükümsüz sayılarak, bazıları da iptale konu edilmek koşuluyla işlem ortadan kaldırılmakta ve kamu alacağı tahsil edilmektedir. Burada önemli olan nokta tasarrufların hükümsüz sayılmasının direkt olarak işlemi ortadan kaldırmaya yetmemesidir. Zira hükümsüz sayılan işlemin tamamen ortadan kaldırılabilmesi için iptal ettirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda hükümsüz sayılan ve iptal ettirilmesi gereken tasarrufların iptal davasına konu edilerek, kamu alacağının tahsil imkanının araştırılmasına “tasarrufların iptali”; bu nedenle açılan davalara da “tasarrufun iptali davası” denilmektedir[1]. Genel bir ifadeyle tanımlayacak olursak; iptal davası, hukuka aykırı olduğu iddia edilen bir idari işlemin yargı organları tarafından iptal edilmesi için kurulan bir dava türüdür. İptal davasının kendine özgü bir takım özellikleri mevcuttur. Bu özellikler şöyle sıralanabilir[2]:
Ø  İptal davası, hukuk devleti ilkesinin yerleşimi ve uygulanması açısından önemli bir fonksiyona sahiptir.
Ø  Sadece hukuka aykırı olan işlemler iptal davasına konu edilebilir.
Ø  İdari yargı yerleri, iptal davasına konu teşkil eden bir idari işlemin tümünü iptal edebileceği gibi bir kısmını da iptal edebilirler.
Ø  İdari işlemlerden ancak kesin ve yürütülmesi zorunlu olan icrai nitelikteki işlemler iptal davasına konu olabilir.
Tasarrufun iptali davası 6183 sayılı Kanunun 24-31'inci maddelerinde düzenlenmiştir. İptal davası, borçlunun kamu alacağını zarar uğratan ve/veya kamu alacağının tahsiline imkansız hale getiren bazı tasarruflarını hükümsüz hale getirmek için alacaklı kamu idaresi tarafından açılan bir dava türüdür[3].
Yargıtay’a göre, “6183 sayılı Yasa’nın öngördüğü iptal davaları ile güdülen amaç; bir kamu alacağının tamamının ya da bir kısmının tahsiline olanak bırakmamak amacıyla borçlu tarafından yapılan tek taraflı hukuksal işlemlerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kimselerle yapılan bütün hukuksal işlemlerin tarihleri ne olursa olsun hükümsüzlüğünü sağlamak ve bu yol ile kamu alacağını tahsil etmektir”[4]. Yapılan tasarrufun iptali ile birlikte tahsil idaresi davaya konu edilen mal üzerinden alacağını cebri icra yolu ile elde etmektedir[5].
Tasarrufun iptali davası, davaya konu edilen malın aynına ilişkin olmayıp kişisel bir davadır. İptal davalarında, alacaklıdan mal kaçırmaya yönelik yapılan taşınmaz satışının iptalinde ayni nitelikte bir karar verilemez. Bu gibi durumlarda, sadece satış sözleşmesinin iptaline ilişkin hüküm verilebilir. Diğer bir ifadeyle; iptal davası sonucunda, tasarrufa konu olan mal satışın gerçekleştiği üçüncü kişinin mal varlığında kalmaya devam etmektedir. Alacaklı tahsil idaresi o malı haciz ettirip satışını gerçekleştirerek alacağını tahsil etme imkanı elde etmektedir[6].
Borçlunun alacaklısından mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarrufların, hileli, muvazaalı işlemlerin tarafı olan, borçlu ile hukuki bir ilişkiye girerek bir hak, mal iktisap etmiş olan üçüncü şahıslar, alacaklının bu mal üzerinde cebri icra yoluyla alacağını tahsil etme hakkına katlanmak zorundadırlar[7].
Tasarrufun iptali davasının hukuki niteliği çeşitli teorilere dayandırılmıştır. Bu teorilerin başında butlan teorisi, haksız fiil teorisi, sebepsiz zenginleşme teorisi ve yasal borç teorisi gelmektedir. Mevcut teoriler arasında tasarrufun iptali davası için en kabul göreni ise yasal borç teorisidir. Yasal borç teorisi, tasarrufun iptali davasının hakkaniyete dayanan yasal bir borçtan kaynaklandığını ileri sürmekte ve savunmaktadır. Teori iptal hakkını, borçlu ile işlem yapan üçüncü kişinin, iptal davası riskini kabullendiği karinesiyle açıklamaktadır. İvazsız tasarruflar, bağışlar, aile bireyleri ile yapılan tasarruflar için kabul edilen karine ise; bu tasarrufların her zaman için geri dönülebilir olarak sayılmasıdır. Akrabası ile bir tasarruf gerçekleştiren bir kişi, onun borçlarını ödeyebilir nitelikte olup olmadığını araştırmalıdır. Bu nedenle, üçüncü kişiler borçlunun alacaklarını ne derece tehlikeye soktuğunu göz önünde tutarak ve ortaya çıkabilecek iptal tehlikesini kabullenerek sözleşme yapmalıdır. Bu riskleri göz önünde bulundurmadığı ve kabul etmediği takdirde sözleşmeye taraf olmamalıdır[8].
İptal davası açma hakkı hukuken kişilere tanınan şahsi bir hak olmakla birlikte; hak sahibi alacaklının özel olarak korunması gerekçesiyle ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda iptal davasının amacı; kamu alacaklarını ödemeyen, malı bulunmayan veya malı borcunu ödemede yetersiz kalan borçlunun, alacağının tahsiline olanak vermemek için gerçekleştirdiği tasarrufları hükümsüz sayarak kamu alacağını tahsil etmektir. Özetle, tasarrufun iptali davasının amacı borçlunun borcunu ödememek için yaptığı tasarrufları iptal ederek, kamu alacağının tahsilini güvence altına almaktır. Yargıtay'ın pek çok kararında tasarrufun iptali davalarında alacaklıyı tatmin amacı ön plana çıkmaktadır. Alacaklıya kişisel bir hak tanıyan iptal davası kabul edildiğinde, davaya konu edilen işlem sadece alacaklı açısından hükümsüz sayılacak ve alacağın cebri icra yolları ile tahsili gerçekleştirilecektir[9].
2.4. Davanın Açılma Koşulları
            Tasarrufun iptali davası, üçüncü kişiler açısından ağır sonuçlar doğuran bir dava şeklidir. Bu sebeple, belirli koşulların ortaya çıkması durumunda bu yola başvurulabilir[10]. İptal davası açılabilmesi için öncelikle kamu alacağının kesinleşmiş olması gerekmektedir. Bununla birlikte, asıl borçlu nezdinde yapılan takipten sonuç alınamamış olması gerekir. Yapılan takip sonucunda, eğer borçlunun iptal davasına konu edilebilecek tasarruflarının dışında kalmış mal varlığından alacağı tahsil etme imkanı varsa veya borçludan teminat alınabiliyorsa; iptal davasının açılmasına gerek yoktur. Bunların yanı sıra; iptal davası açma hakkı kamu alacağı ile sınırlı tutulmakta olup davaya konu olan ivazsız tasarrufun ödeme gününden geriye doğru iki yıl içerisinde yapılmış olması şartı aranmaktadır. İptal davası açılabilmesi için öncelikle, ifade edilen bu unsurların gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılmalıdır. Aksi takdirde, bu koşullar sağlanmadıkça; iptal davası açma hakkından yararlanılması mümkün değildir[11]. Burada bahsi geçen koşullar dava açma koşulları olmamakla birlikte, iptal davasının açılması için gerekli olan özel koşullardır. Bu koşullar aşağıda kısaca açıklanmıştır.
            Tasarrufun iptali davasının açılabilmesi için ön koşul, kamu alacağının kesinleşmiş olmasıdır. Kamu alacağının kesinleşmesinden anlaşılan alacağın tahsil yani ödeme aşamasına gelmiş olmasıdır. Bununla birlikte; alacaklı kamu idaresinin borçlu nezdinde yapılan takipten herhangi bir sonuç alınamamış olması gerekir[12].
            İptal davası açılabilmesi için ortada tahsili olanaklı bir kamu alacağının olması ilgili madde hükümlerinde bahsi geçen “amme alacağını ödememiş borçlulardan”, “amme alacağını ödemeyen borçlulardan” ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bir kamu alacağının ödenmemiş sayılabilmesi için, söz konusu kamu alacağı ilk olarak tahakkuk edip tahsil aşamasına gelmiş olmalı ve aynı zamanda vadesi geçmiş olmalıdır. Bu nedenle kamu alacağını güvence altına almak için oluşturulan ihtiyati tahakkuk ve ihtiyati haciz hallerinde henüz tahsil aşamasında olan bir kamu alacağı bulunmadığından; ihtiyati tahakkuk ve ihtiyati haciz muhatabının gerçekleştirdiği tasarrufların iptali için dava açılamamaktadır[13].
            Yargıtay 15'inci Hukuk Dairesi’nin kararına göre de tasarrufun iptali davası dinlenebilmesi için alacağın, iptali istenen tasarruftan önce doğması gerekmektedir[14].
"...Dava, 6183 sayılı Yasaya dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Tasarrufun iptali davalarının dinlenebilme koşullarından biri de; borcun doğumunun, iptali istenen satıştan önce olmasıdır. Somut olayda, takibe konu alacak 1992 yılında başlayan ve ileriki yıllara kadar devam eden vergi borcundan kaynaklanmaktadır. Satış ise, 23.12.1994 tarihlidir. Başka bir anlatımla; borcun doğumu, satış tarihinden öncedir. Bu durumda, davanın esası hakkında hüküm kurulması gerekirken, takip tarihinin satış tarihinden sonra olduğundan bahisle - dava koşulu yönünden - davalı reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir." 
2.4.2.    Alacağın Tahsil İmkanının Bulunmaması
            Tasarrufun iptali davası açılabilmesi için ikinci koşul, alacaklı idarenin tüm kanuni yolları denemesine rağmen kamu alacağını elde edememiş olmasıdır. Borçluya yönelik yapılan tatbikat aşamasında borçlunun mal varlığının olmadığı ve/veya mevcut mal varlığının borcunu ödemeye yeterli olmadığı anlaşıldığı durumda iptal davası açılabilmektedir[15]. Diğer bir ifadeyle; yasal tatbikat sonucunda alacağın, borçlunun mal varlığından tahsil imkanı varsa ya da teminat alınabiliyorsa iptal davasının açılması gereksizdir[16].
            İptal davasının sonuçları yalnızca kamu borçlusunu etkilememekte aynı zamanda borçlu ile ilişkide bulunan üçüncü kişileri de etkilemektedir. Bu nedenle alacağın yükümlü ve vergi sorumlusu tarafından ödenmesi veya cebren tahsil edilmesinin mevcut olduğu durumlarda iptal davası açılmasına gerek yoktur[17]. Tasarrufun iptali davası, yalnızca kamu alacağının, borçlunun mal varlığı ile karşılanamayan kısmına yetecek miktardaki tasarruflar için açılabilmektedir[18].
            Kamu borçlusunun tüm ivazsız tasarrufları iptal davasına konu edilememektedir. Bu nedenle, ivazsız tasarrufların iptali için belirli bir zaman sınırlaması yoluna gidilmektedir. İptal davasına konu teşkil eden tasarruflar, ödeme öncesi iki yıl içerisinde ve ödeme süresinin başladığı tarihten sonraki ivazsız tasarrufları kapsamaktadır. Burada sürenin başlangıç noktası,  kamu alacağının ödeneceği gün olarak belirlenmektedir[19].
            İptal davasının son şartı, iptal davasına konu edilen işlemin ilgili Kanun tarafından hüküm altına alınan bağış ve ivazsız tasarruf hallerinden olmasıdır. Kanun’da sayılan haller dışında gerçekleşen tasarrufların bir bağış veya ivazsız tasarruf olduğunu ispatlama yükü ise bunu ileri süren tarafa düşmektedir. Kanun’da açıkça ifade edilen bağış ve ivazsız tasarruflarda ise ispat etme yükümlülüğü bulunmamaktadır[20].
            Aşağıda yer verilen Yargıtay 15'inci Hukuk Dairesi'nin kararına göre de tasarrufun iptal davasında, davanın kabul edilebilmesi için; borçlu ve kendisine tasarruf yapılan kişinin 6183 sayılı Kanun'un 28'inci maddesinde yazılan derecede akraba olması veya tasarrufun 29 ve 30'uncu maddelerinde sayılı iptal şartlarını taşıması gerekmektedir[21].
"...6183 sayılı Yasanın 24 ve müteakip maddeleri uyarınca tasarrufun iptali istemiyle açılmıştır. Bu tür davalarda davanın kabul edilebilmesi için borçlu ile kendisine tasarruf yapılan kişinin 28. maddede yazılan derecede akraba bulunmaları ya da ivazlar arasında açık farklılık bulunması veya tasarrufun 29. ve 30. maddelerdeki iptal şartlarını taşıması gerekir."
Tasarrufların iptali davasına konu olan tasarruflar 6183 sayılı Kanun’un 27, 28, 29 ve 30’uncu maddelerinde hüküm altına alınmıştır. İlgili madde hükümleri uyarınca iptale konu olan tasarrufları üç grup halinde sınıflandırmak mümkündür. İlgili Kanun’un 27 ve 28’inci maddelerinde ivazsız ve bağışlama sayılan tasarrufların, 29’uncu maddesinde borçlunun aciz halde yaptığı diğer bir ifadeyle hükümsüz sayılan tasarrufların, 30’uncu maddesinde ise kamu alacağının tahsiline imkan vermemek için yapılan tasarrufların iptali düzenlenmiştir.
            6183 sayılı Kanun'un 27'nci maddesi ile, kamu alacağını ödeyemeyecek durumda bulunan kişinin yani borçlunun yaptığı ivazsız tasarruflar ve bağışlara engel olunarak kamu alacağının tahsili güvence altına alınmıştır[22]. Bu anlamda, kamu alacağının tahsiline ilişkin idarenin kamu borçlusuna göndermiş olduğu ödeme emrine karşılık borçlu, malının olmadığını bildirir ya da hiçbir bildirimde bulunmazsa ve bu sebeple kamu alacağı tahsil edilemezse; kamu alacağının ödeme tarihinden geriye doğru iki yıl içerisinde ve ödeme tarihinden sonra süreye bağlı kalmaksızın borçlunun karşılıksız ya da tek taraflı hukuki işlemleri olarak bilinen ivazsız tasarruflarının hükümsüzlüğünü istenebilir[23].
            Kamu borçlusunun yasalardan kaynaklanan borcuna rağmen hiç bir bedel almadan malını başkasına temliki ve/veya devri ile ilgili yapılan tasarruflar, iptal davasına konu edilerek kamu alacağı güvence altına alınmakta ve tahsil edilmektedir[24].
            6183 sayılı Kanun'un 28'nci maddesinde hangi tasarrufların bağış sayılacağı hüküm altına alınmıştır. İlgili madde hükmüne göre bağış sayılan tasarruflar aşağıdaki gibi ifade edilmektedir:
v  Üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan hısımlarıyla, eşler ve ikinci dereceye kadar (bu derece dahil) sıhri hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarruflar,
v  Kendi verdiği malın, aktin yapıldığı sıradaki kendi değerinden borçlunun ivaz olarak pek aşağıya bir fiyat kabul ettiği akitler,
v  Borçlunun kendisine veya üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı hayat şartı ile  irat ve intifa tesis ettiği akitler.
            Kamu borçlusu, kamu alacağını doğuran olayın ortaya çıkmasından sonra ödeme güçsüzlüğüne düşmesi durumunda özellikle akrabaları ile yaptığı işlemlerin hukuka uygun yapılmış gibi, karşılıklı/ivazlı, olduğunu gösterebilmektedir. Bu ve bu gibi durumlarda kamu alacağını güvence altına almak amacıyla borçlunun akrabalarıyla yaptığı tasarruflar bağış hükmünde sayılmaktadır. 6183 sayılı Kanun'un 28'inci maddesindeki şartların gerçekleşmesi durumunda muvazaa varlığının ispatına gerek duyulmadan derhal iptal davası açılmalıdır[25]. Böylelikle, borçlunun akrabaları ile yaptığı görünüşte ivazlı olmakla birlikte taraflar arasında karşılıksız olarak yapılan tasarruflar iptal edilerek kamu alacağı tahsil edilmektedir.

            6183 sayılı Kanun’un 29’uncu maddesinde hükümsüz sayılan tasarruflar üç başlık halinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu her ne kadar bu işlemler için hükümsüz kavramını kullanmış da olsa bu ifade yokluk anlamında düşünülmemelidir[26]. Burada sayılan tasarruflar borçlunun kamu borcu mevcut iken diğer borçlarına öncelik vererek onları ödemesine ilişkindir. Burada bir nevi rüçhan hakkına benzer bir durum söz konusudur[27]. Dolayısıyla kamu yararı düşünüldüğünde kamu alacağının tahsili borçlunun diğer alacaklarına göre daha öncelikli ve önemlidir. Bu düşünceden hareketle borçlunun kendi iradesi ile yaptığı tasarrufların hükümsüzlüğü istenebilmektedir[28].
            Kanun’un 29’uncu maddesinde hükümsüz kabul edilen tasarruflar şu şekilde sıralanmıştır:
v  Borçlunun başka bir borcuna teminat göstermek amacıyla bir malını rehin altına alması. Burada önemli olan nokta, borçlunun teminat olarak gösterdiği malın teminat olarak gösterileceğinin önceden taahhüt edilmemiş olmasıdır. Çünkü madde hükmünde borçlunun teminat göstermeyi önceden taahhüt ettiği haller müstesna tutulmuştur. Bu durum hariç, borçlunun kamu borcu dışındaki borcuna teminat göstermek için bir malın rehin altına alınması hükümsüz sayılmaktadır.
v  Borca karşılık para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler hükümsüz sayılmaktadır. Para ve olağan ödeme vasıtalarıyla yapılan ödemeler hükümsüz sayılmamıştır. Burada hükümsüz sayılan ödeme; para ve mutat ödeme vasıtası dışında kalan örneğin, gayrimenkul, otomobil vs. ile yapılan ödemelerdir[29].
v  Son olarak da vadesi gelmemiş bir borç için yapılan ödemeler hükümsüz sayılmaktadır. Ödenmesi gereken bir kamu alacağı bulunurken vadesi gelmemiş başka bir borca yapılan ödemeler hükümsüz sayılmaktadır.
            Alacaklı kamu idaresinin bu maddeye dayanarak iptal davası açabilmesi için sayılan bu üç şarttan birinin ve/veya bir kaçının gerçekleşmiş olması gerekmektedir.

            Kamu alacağının tamamen veya kısmen tahsiline imkan vermemek amacıyla borçlu ile yapılan tek taraflı işlemler ve borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kimseler ile yapılan işlemlerin iptali 6183 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesinde düzenlenmiştir[30]. Bu düzenlemenin amacı, borçlunun bundan önceki madde hükümlerinde yer almayan, kamu alacağının tahsilini engelleyen tüm borçlandırıcı işlemlerinin hükümsüz sayılması ve alacağın tahsilinin sağlanmasıdır[31].
İlgili madde hükmünde önemli olan nokta borçlunun borcunu ödeyebilecek malının olmaması veya malı olduğu takdirde borcuna karşı yetersiz kalmasıdır. Borçlunun borcunu ödeyecek malı mevcut olduğu takdirde, tasarrufun iptaline gerek yoktur. Diğer bir ifadeyle Kanun’un 30’uncu maddesine dayanılarak tasarrufun iptal davası açılmasında iki koşul aranmaktadır. Bunlardan ilki borçlunun malının kamu alacağını karşılayamaması veya hiç malının bulunmamasıdır. Alacaklı idare, borçlu nezdinde gerekli araştırmaları yaparak borçluya ait herhangi bir mala ulaşamayabilir veya ulaştığı malların değeri borca karşılık yetersiz kalabilir. Bu durum, idare tarafından yapılan araştırma sonucu tutanak ile tespit edilmelidir. Açılan iptal davalarında alacağın borçludan tahsilinin imkansız olduğunu ispat etme yükümlülüğü tahsil idaresine aittir. Bu madde hükmüne dayanarak iptal davası açılabilmesi için ikinci koşul, kamu borçlusu iptale konu edilecek tasarrufu kamu alacağının tahsilini olanaksız kılmak amacıyla kasten yani bilerek ve isteyerek yapmış olmasıdır. Yani kamu borçlusunun bu tasarrufları gerçekleştirirken kötü niyet ile hareket etmiş olması gerekmektedir.  Borçlunun tek taraflı yapmış olduğu işlemlerde bu iki koşul aranmakla birlikte; borçlunun iki veya daha fazla tarafla yaptığı işlemlerin iptale konu olabilmesi için bu işlemlere taraf olan üçüncü tarafda kötü niyetle hareket ettiğini ispat etmek gerekmektedir. Burada ispat etme yükümlülüğü alacaklı kamu idaresine düşmektedir. Bu maddede hüküm altına alınan şartların gerçekleşmesi halinde; 6183 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesine dayanılarak borçlunun yaptığı tasarruflar, yapılış tarihine bakılmaksızın hükümsüz sayılmaktadır[32]. Aşağıda yer alan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 19.07.2007 tarihli kararın özünde de bu hükümler ifade edilmiştir[33].
“Borçlunun malı bulunmadığı veya borca yetmediği takdirde kamu, alacağının bir kısmının veya tamamının tahsiline imkan bırakmamak amacıyla, borçlu tarafından yapılan bir taraflı muamelelerle borçlunun maksadını bilen veya bilmesi lazım gelen kimselerle yapılan bütün muameleler hükümsüzdür. Davacı hazine, davalı 3. Kişinin kötü niyetli olduğunu kanıtlamalıdır.”
2.6.1.    Peçeleme İşlemleri
            Mükelleflerin özel hukuk sözleşmelerini hukuka uygun haller dışında kullanıp vergi ziyaına neden olarak, vergi kaçırma yoluna gitmeleri uygulamada sıkça karşılaşılan bir sorundur. Buradan hareketle mükelleflerin özel hukuk sözleşmelerini hukuka aykırı biçimde kullanmalarına peçeleme, bu eylemi esas alan işlemlere de peçeleme işlemi denilmektedir[34]. Peçeleme işlemi ile vergiyi doğuran olay vergi dışında tutulabilmek için gerçekte olduğundan farklı gösterilmektedir[35]. Peçeleme, yasaya karşı yapılan hilenin özel bir türüdür. Kanunun geçerli saydığı hukuki işlemleri kanuna aykırı sonuçlara varmak amacıyla yaptıkları takdirde kanuna karşı hileden bahsedilir. Bu bağlamda peçeleme işlemi vergi hukukuna aykırı olarak yapılan davranış olarak ortaya çıkmaktadır[36].
            Peçeleme işlemleri hakkında tasarrufun iptali davası açılmasına dair doktrinde bir tartışma bulunmamaktadır. Bununla birlikte, peçeleme olarak nitelendirilen işlemler ayrı ayrı ele alındığında, bu işlemler hakkında iptal davası açıldığı görülmektedir. Peçele işlemlerinin en belirgin örneği “ölünceye kadar bakma sözleşmesi” dir. Aralarında akrabalık bağı olan bu nedenle hukuken birbirine yardım ödevi bulunan kişilerin, veraset ve intikal vergisi yükümlülüğünden kurtulmak amacıyla yaptığı ölünceye kadar bakma sözleşmesinde peçelemeden söz edilebilir. Burada aile hukuku açısından zaten üstlenmekle yükümlü olunan sorumlukların sözleşme tarafından gerçekleştirilmesi söz konusudur. Burada peçeleme arkasına gizlenen bir bağış sözleşmesi vardır ve bu işlem iptal davasına konu teşkil etmektedir. Ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin tasarrufun iptali davasına konu olabileceği 2004 sayılı İİK’nın 278’inci maddesinde düzenlenmiş olmakla birlikte, 6183 sayılı Kanun’da bu sözleşmelere ilişkin açık bir hüküm yer almamaktadır[37].
            Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan bir işlem yapmaları ancak, görünüşte bu işlemin birbirleri arasında hiçbir geçerliği olmayacağı konusunda anlaşmalarıdır. Diğer bir ifadeyle, muvazaa tarafların gerçek iradelerini saklayarak gerçekte rızası olmayan bir işlemin varlığını üçüncü kişilere karşı göstermek için aralarında anlaşmalarıdır[38]. Buradan hareketle muvazaanın üç unsuru bulunmaktadır. Bunlar[39];
  •   Tarafların gerçek iradeleri ve beyanları arasında kasti bir uygunsuzluk olması,
  •   Üçüncü şahısları aldatma niyetinin varlığı,
  •   Tarafların üçüncü kişilere karşı gerçek dışı bir görüntü yaratma hususunda anlaşmış olmasıdır.
Muvazaa, gerçekte olmayan bir işlemin üçüncü kişilere karşı varmış gibi gösterilerek kamu alacağının azaltılmasına ya da ortadan kaldırılmasına neden olabilmektedir. Muvazaalı işlemlerde taraflar arasında bir kötü niyet mevcuttur. Taraflar bilerek isteyerek üçüncü kişileri aldatmak amacıyla muvazaalı işlemler gerçekleştirebilmektedir. Bu gibi durumlarda muvazaanın olduğu tespit edildiği takdirde işlem iptal ettirilerek işlemin tüm sonuçları ortadan kaldırılmaktadır[40]. Bu anlamda peçeleme işlemine benzeyen muvazaa işleminde tarafların gerçek iradeleri ve açıkladıkları iradeleri arasında kasıtlı bir uygunsuzluk söz konusudur[41].
            Mahkeme içtihatları ve doktrine göre muvazaalı sözleşmenin yaptırımı, sözleşmenin butlanla batıl  yani geçersiz olmasıdır.[42]. Bu anlamda muvazaalı işlemlerin iptal davasına konu edilip edilmeyeceği noktasında doktrinde tartışma söz konusudur. Bu konuda iptal davası açılması gerektiğini ileri sürenlerin yanı sıra, iptal davasının açılmasına gerek olmadığını kabul edenlerde vardır[43]. Muvazaalı işlemler için iptal davası açılmasına gerek olmadığını düşünenler bu işlemlerin zaten geçersiz olması ve hukuki bir sonuç doğurmaması nedeniyle bu işlemler için tekrar bir iptal davası açılmasına gerek olmadığını ileri sürmektedirler. Bununla birlikte, bu işlemlerin iptal davasından ziyade istihkak davasına konu edilebileceği ileri sürülmüştür.  Bunun aksine muvazaalı işlemlerin iptal davasına konu olacağını savunan görüşler ise, alacaklının muvazaa ya da iptal davası açmakta seçimlik hakkı olduğunu ifade etmektedirler[44].
Müstear ad kavram olarak bir kişinin belli bir çevrede gerçek kimliğini açıklamamak amacıyla kullandığı ad diğer bir ifadeyle takma addır. Sosyal hayatta bazen kişiler sözleşmelerde taraf olmak istemeyebilir ve gerçek ismi dışında başka bir isimle sözleşmede yer almayı tercih edebilir. Bu gibi durumlarda, sözleşmeye taraf olmak istemeyen kişinin ismi gizlenerek bu kişi hesabına ancak kendi adına işlem yapan kişi nam-ı müsteardır. Nam-ı müstear işlemlerinde araya giren bir kişi vardır ve bu işlemler çeşitli amaçlara hizmet etmektedir. Bu amaçların başında, yapılan işlemin veya tasarrufun üçüncü kişiler ve alacaklar tarafından öğrenilmesini engellemek gelmektedir[45].
Uygulamada, borçlunun gerçekte kendi adına satın aldığı ve bedelini ödediği taşınmazı üçüncü kişiler veya alacaklardan saklamak amacıyla yakınları adına tescil ettirmesi durumunda; tasarruf dışarıdan üçüncü kişiler arasında yapılmış olmasına rağmen, gerçekte taşınmazın bedeli borçludan çıkmış, malın mülkiyeti ise borçlunun arkasında gizlediği kişinin mal varlığına geçmiştir. Bu bağlamda nam-ı müstear ile yapılan işlemler alacağın tahsilini tehlikeye sokabilmektedir[46].
Alacağın tahsilini imkansız kılmak amacıyla nam-ı müstear ile yapılan işlemlere karşı tasarrufun iptali davası açılabilmektedir. Borçlunun malları haczedilmeden veya iflasına karar verilmeden alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla nam-ı müstearla yaptığı işlemler, tasarrufun iptali davasına konu teşkil etmektedir[47]. Nam-ı müstear ile yapılan işlemler genel olarak 2004 sayılı İİK’nın iptal davasına ilişkin hükümleri çerçevesinde tasarrufun iptali davasına konu edilmiştir. Yargıtay’ın görüşü de bunu destekler niteliktedir. Yargıtay görüşü her ne kadar 2004 sayılı Kanun hükümlerine göre olsa da bu görüş 6183 sayılı Kanun’a göre açılan davalara da örnek oluşturabilir. Sonuçta her iki kanunun iptal davasına ilişkin hükümleri birbirine benzer niteliktedir[48].

            Kamu borçlusunun 6183 sayılı Kanunu'nun 27, 28, 29 ve 30'uncu maddelerinde yazılı tasarrufları ve işlemleri iptal ettirmek için umumi mahkemelere dava açılabileceği ilgili Kanunun 24'üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bununla birlikte Yargıtay içtihatları da iptal davalarının adli yargı yerlerinde incelenmesi yönündedir[49].
            6183 sayılı Kanun’a göre tasarrufun iptali davaları, ilgili kanunun 27, 28, 29 ve 30'uncu maddelerinde sayılan tasarrufları geçersiz sayarak, işlemin iptali ve alacaklı idarenin dava konusu mal üzerindeki cebri icra hakkını sağlamaktadır. Bu tür davalar kişisel hakka ilişkin davalar olup, alacaklıya ayni bir hak sağlamamaktadırlar. Dava sabit olduğu takdirde, davacı, diğer bir ifadeyle alacaklı, dava konusu mal üzerinde yapılacak cebri icra işlemi sonucu alacağını tahsil eder. Dava konusu taşınmaz üçüncü kişi üzerinde kalmaya devam eder ve alacaklı taraf taşınmazın haczini veya satışını isteyebilir. Bu nedenle tapu kaydının iptaline gerek bulunmamaktadır[50]. Yargıtay 15'inci Hukuk Dairesi’nin almış olduğu karar da aynı yöndedir. Buna göre, iptal davaları, alacaklıya alacağını sağlayan, yasadan doğan bir dava olup tasarrufa konu olan malların ayni ile ilgili değildir[51].
            6183 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde iptal davası açılabileceğinden değil açılmasından söz edilmektedir. Diğer bir ifadeyle; Kanun iptal davasının açılıp açılmaması konusunda alacaklı idareye takdir yetkisi vermemektedir. Kanun maddelerinde yazılan hükümsüzlük hallerinin bulunduğu durumunda alacaklı idare iptal davası açmak zorundadır[52].
            İptal davasının açılabilmesi kamu borçlusu tarafından yapılan tasarrufların hükümsüz sayılabilmesi için ilgili maddelerde yer alan ön koşulların varlığına bağlıdır. Bu koşulların mevcudiyetini kayıtlama yükümlülüğü iptal davasını açan tahsil idaresine düşmektedir. Bununla birlikte, yukarıda da ifade edildiği üzere iptal davası sadece kamu alacağının borçlunun malları ile karşılanmayan kısmına yetecek miktardaki tasarrufları için açılmaktadır[53].


3.2.Davanın Tarafları
            Tasarrufun iptali davalarında davacı taraf alacaklı kamu idaresi ya da alacağın tahsilini üstlenen tahsil idaresidir[54]. 6183 sayılı Kanun’un 25’inci maddesinde tasarrufun iptali davasının kimlerin aleyhine açılacağı düzenlenmektedir. İlgili madde hükmüne göre;
Ø  Asıl borçlu ile iptal konusu işlemi yapan kimseler,
Ø  Asıl borçlu tarafından kendisine ödeme yapılan kimseler,
Ø  Asıl borçlu ile iptal konusu işlemi yapan kimsenin mirasçıları,
Ø  Asıl borçlu ve kötü niyetli üçüncü kişiler,
kamu alacağından dolayı iptal davasının muhatabı olabilmektedirler.
Tahsil idaresi açmış olduğu iptal davası ile tasarruf ve işlemlerden faydalanan üçüncü kişiler ve bunların mirasçılarından yapılan işlemi iptal ettirerek alacağını tahsil etmektedir. Bundan sonraki süreçte adı geçen kimselerin yüklendikleri kamu alacaklarını genel hükümler çerçevesinden asıl borçludan talep edebilir[55].
Kanun, iptal davası açılabilmesi için borçlu ile hukuki işlemde bulunan veya kamu borçlusu tarafından kendine ödeme yapılan kişilerle, bunların mirasçılarının kötü niyetli olması koşulunu aramamaktadır. Ancak üçüncü kişiler aleyhine iptal davası açılabilmesi için kötü niyetinin olması şarttır. Üçüncü kişinin kötü niyetli olduğunu ispatlama yükümlülüğü de iptal davasını açan tahsil idaresine düşmektedir. Tahsil idaresinin üçüncü kişilerin kötü niyetli olduğunu ispatlaması ise kolay değildir. Şayet ki niyet kişinin iç dünyası ile ilgili bir kavramdır. Bunu kanıtlamak için dış görüntülere ve olayın oluş şekline bakılması gereklidir[56].
6183 sayılı Kanun'un 24'üncü maddesinde, bu kanuna göre açılan davaların genel mahkemelerde görüleceği hüküm altına alınmıştır. İptal davasına konu olan bağış veya ivazsız tasarruflar, taraflar arasında gerçekleştirilen özel hukuk sözleşmelerine dayanmaktadır. Bu nedenle; bu davaların görüleceği mercii kanunda da açıkça belirtildiği üzere genel (umumi) mahkemelerdir.
Davanın açılacağı genel mahkeme tahsil aşamasına gelen; ancak, ödenmemiş olan kamu alacağının miktarı ile iptali konusu tasarruf değerinden hangisi az ise ona göre değişen Sulh Hukuk veya Asliye Hukuk Mahkemesi’dir[57]. Burada belirtilen genel mahkemenin hangisi olacağı; dava konusu miktar, takip konusu alacakla iptali istenen tasarruf konusu işlemin değerine göre belirlenmektedir[58]. İlgili Kanun'da iptal davasının nerede açılacağına ilişkin özel bir belirleme olmadığı için yetkili mahkeme Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre belirlenmektedir[59]. Danıştay 11’inci Dairesi’nin konuya ilişkin görüşü de aynı yöndedir[60].
“Amme borçlarının iptale tabi tasarruflarda bulunduğunun saptanması halinde başvurulacak yolun 6183 sayılı yasanın 24.maddesi uyarınca genel mahkemelerde tasarrufun iptali için dava açmaktır.”
3.4.Dava Açma Süresi
            6183 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinde; 27, 28, 29 ve 30’uncu maddelerde sözü edilen tasarrufların gerçekleştiği tarihinden itibaren 5 yıl geçmesinden sonra, bu maddelere dayanılarak dava açılamayacağı düzenlenmiştir. Bu maddede bahsi geçen 5 yıllık süre hak düşürücü bir süredir. Diğer taraftan, Kanunun 27 ve 29’uncu maddesinde öngörülen 2 yıllık süreler alacağının ödeme zamanından itibaren geriye doğru kaç yıllık süre içerisinde yapılmış tasarrufların iptalinin istenebileceğine ilişkindir. Bu maddelerde de hak düşürücü süre[61] ilgi madde hükmünde yer alan 5 yıllık süredir [62]. Borçlu tarafından gerçekleştirilen tasarrufların üzerinden 5 yıllık sürenin geçmesiyle birlikte, tahsil idaresinin ilgili tasarrufa ilişkin iptal davası açma hakkı ortadan kalkmaktadır.
“6183 sayılı yasanın 27. Maddesinde ivazsız tasarrufların hükümsüzlüğü hükme bağlanmış olup, buna göre kamu alacağını ödemeyen borçlulardan süresinde veya hapsen tazyikine rağmen mal bildiriminde bulunmayanlarla, malının bulunmadığını bildiren veya beyan ettiği malların borcuna yetersizliği anlaşılanların ödeme müddetinin başladığı tarihten geriye doğru iki yıl içinde veya ödeme müddetinin başlamasından sonra yaptıkları bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar hükümsüzdür. Her ne kadar 6183 sayılı yasanın 26. Maddesinin madde başlığı zamanaşımı da olsa, burada sözü edilen beş yıllık süre zamanaşımı olmayıp hak düşürücü süredir. Bu itibarla da mahkemece resen gözetilmesi icap eder[63].”
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin kararının özüne göre, 6183 sayılı Kanun’da 5 yıllık bu süre zamanaşımı başlığı altında ifade edilmişse de yukarıda da ifade edildiği üzere bu süre hak düşürücü bir süredir. Bu nedenle bu sürenin mahkeme tarafından re’sen gözetilmesi gerekmektedir.
            İptal davasının sonucu, bağış hükmünde olan veya geçersiz sayılan ve kamu alacağının tahsiline imkan vermemek amacıyla yapılan tasarrufların iptal edilmesidir. Dava sonucunda iptal edilen tasarruflar üzerinde haciz uygulaması yapılmaktadır[64]. İptal davasının sonucunda hem iptal edilen tasarrufu gerçekleştiren borçlu hem de bu tasarruftan yararlanmış olan üçüncü kişiler açısından bir yaptırım ortaya çıkmaktadır.
6183 sayılı Kanun’un 31’inci maddesine göre iptal davasının kabul edilmesi halinde alacaklı tahsil idaresi açısından ne gibi sonuçların ortaya çıkacağı hüküm altına alınmıştır. Bu madde hükmüne göre iptal davasının kazanılması halinde alacaklı idare, davaya konu mal üzerinde cebri icra yollarını kullanarak tahsili yetkisini elde etmektedir.  Alacaklı idare ilgili mal konusunda haciz yollarına başvurarak malı satmakta ve satıştan elde ettiği bedelden alacağının tahsilini gerçekleştirmektedir[65].
            Tasarrufun iptali davası sonucunda kamu borçlusunun söz konusu tasarruf ve işlemlerinin yargı tarafından iptal edilmesi halinde, bu işlem ve tasarruflardan yararlanmış olanlar; bu tasarruf ve işlemlerden elde ettiklerini, elde ettiklerini elden çıkaranlar ise bunların belirlenecek değerlerini 6183 sayılı Kanun’unun ilgili madde hükmüne göre alacaklı kamu idaresine vermek zorundadırlar. Bu tasarruflardan veya işlemlerden yararlanmış olanlar verdiklerine karşılık olarak alacaklı tahsil idaresinden herhangi bir talepte bulunamazlar[66].
            Borçlu ve üçüncü kişi arasında iptal davasına konu teşkil eden tasarruflar hukuken geçerliliği bulunan sözleşmelerdir. Bu nedenle iptal davaları kazanıldığı takdirde üçüncü kişinin elinde bulunan ve davaya konu olan mal kamu borçlusunun mülkiyetine geri dönmez. Malın mülkiyeti üçüncü şahısta kalmaya devam eder. Kamu alacağı tahsil edildikten sonra artan bir tutar mevcut ise bu tutar borçluya değil üçüncü şahsa verilir[67].
            Yargıtay 15'inci Hukuk Dairesi'nin kararına göre tasarrufun iptali davası ile elde edilip satışa çıkarılan malların sadece alacağa karşılık olan kısmının satılması mümkündür. Alacağı karşılamaya yettiği takdirde artan kısmın satılması mümkün değildir[68].
"...Tasarrufa konu taşınmazların tamamı dört adet olup, birbirinden ayrı bağımsız bölümlerden bir kısmının bedeli kamu alacağını karşılamaya yettiği takdirde artan kısmın satılması mümkün değildir. Bu bakımdan davanın kabulü ile tüm tasarrufların iptaline karar verilmesi gerekirken kısmen kabul yönünde hüküm kurulması doğru olmamış kararın davacı yararına bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir."
4. 2004 SAYILI İCRA VE İFLAS KANUNU’NDA TASARRUFUN İPTALİ DAVASI VE 6183 SAYILI KANUN İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Alacağını tahsil etmek amacıyla borçluya karşı dava açan veya alacağını cebren ya da iflas yolluyla takip etmek isteyen alacaklının, borçlunun mallarının haczettirilmesi ya da borçlu hakkında iflas kararı verilmesi için belli bir süre geçmektedir. Bu süre zarfında borçlunun tasarruf yetkisi haciz kararı verilinceye ya da iflas açıklanana kadar kısıtlanmamaktadır. Uygulamada mallarının haciz edileceğini veya iflas edeceğini düşünen borçlular, alacaklılarından kaçırmaya yönelik bir takım faaliyet ve işlemlerde bulunabilmektedir[69]. Bu nedenle borçlunun haciz ya da iflastan önce alacaklıdan mal kaçırmak için yaptığı şüpheli tasarrufların iptal edilmesi için alacaklılara tasarrufların iptali davası açma hakkı tanınmıştır[70].
Özel alacakların tahsiline yönelik iptal davası 2004 sayılı İİK’nın 277’nci ve devamındaki maddelerinde düzenlenmiştir. 2004 sayılı Kanun'a göre tasarrufun iptali davasının amacı, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve hukuken geçerli olan tasarrufların hükümsüz veya iyi niyet kuralına aykırı olması nedeniyle, alacaklıya karşı sonuçsuz kalması ve dolayısıyla ilgili mal üzerinden cebri icra takibi ile alacağın tahsilinin sağlanmasıdır[71]. Buna göre ilgili madde hükümlerinde yer alan iptal davasında amaç, alacağının tahsilini güvence altına almak olduğu için borcun ortaya çıktığı tarihten sonra yapılan tasarrufların iptali istenebilir. Davanın ön koşulu ise kesin veya geçici aciz belgesinin bulunmasıdır. Ön koşul bulunduğu takdirde ise İİK'nun 278, 279 ve 280'inci maddelerinde yazılan iptal şartlarının varlığı araştırılmalıdır[72].
İptal davasında önkoşul olarak aciz belgesinin istenme sebebi iptal davası ile alacaklının borçludan alacaklı olduğunu ve alacağını kısmen veya tamamen ödenmediğini ileri sürmesidir. Aciz belgesi ile alacaklı bu davayı açma hakkını elde ettiğini göstermektedir[73].
“...Somut olayda davalılar arasındaki tasarruf 27.02.2006 tarihinde yapılmış olmasına rağmen, davacının alacağının dayanağı olan bono 23.07.2007 tarihinde tanzim edilmiş olduğundan iptali istenen tasarruf borcun doğumundan daha önce gerçekleştirilmiştir. Kaldı ki davacının da alacağının tasarruftan önce doğduğuna ilişkin bir bildirimi de bulunmamaktadır. Hal böyle olunca mahkemece yakın akrabalık gerekçe gösterilerek davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.”
Yargıtay 17’inci Hukuk Dairesi’nin yukarıdaki kararına göre de tasarrufların iptali davasının dinlenebilmesi için, tasarrufun borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Davacı iptal davası sabit olduğu noktada tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkı alma yetkisi elde etmektedir. Üçüncü kişi üzerinde bulun mal taşınmaz mal olduğu durumda, malın tapu kaydının düzeltilmesine gerek duymadan taşınmazın satışı ile haczini isteyebilir. Buradan hareketle; 6183 sayılı Kanun’da düzenlenen iptal davasında da belirtiğimiz üzere, iptal davası alacaklıya alacağın tahsiline imkan sağlayan nisbi nitelikte bir dava olup tasarrufa konu olan malın aynına ilişkin bir dava değildir[74].
            İcra İflas Kanunu’nun 278, 279 ve 280’inci maddelerinde yazılı tasarrufların geçersizliği düzenlenmiştir. Bunlar ivazsız tasarruflar nedeniyle butlan, acizden dolayı butlan, zarar verme kastından dolayı iptal şeklinde ifade edilmiştir[75]. Kanun’un 278’inci maddesinde ivazsız tasarrufların butlanı düzenlenmiş olup, madde hükmüne göre; “mutat hediyeler müs­tesna olmak üzere, hacizden veya haczedilecek mal bu­lunmaması sebebiyle acizden yahut iflasın açılmasından haczin veya aciz vesikası verilmesinin sebebi olan yahut masaya kabul olunan alacaklar­dan en eskisinin tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan müddet içinde yapılan bütün bağışla­malar ve ivazsız tasar­ruflar batıldır”.
            Madde hükmünde bahsi geçen müddet kanunda 2 yıl ile sınırlandırılmıştır. Buna göre; haciz veya iflas tarihinden önceki 2 yıl içerisinde gerçekleştirilen tasarrufların iptali istenilebilir. Bu süreç öncesinde yapılan tasarruflar ise, iptal davasına konu edilemez. Kanun’da bağış niteliğinde sayılan tasarruflar üç başlık altında ele alınmıştır.
v  Karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) hısımlar, evlat edi­nenle evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarruflar. 6183 sayılı Kanun’dan farklı olarak bu Kanun’da evlatlık ile yapılan tasarrufların bağış sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
v  Akdin yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler.
v  Borçlunun kendisine yahut üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı hayat şartıyla irat ve intifa hakkı tesis ettiği akitler ve ölünceye kadar bakma akitleri. Bu madde hükmünde yer alan ölünceye kadar bakma sözleşmesine yönelik 6183 sayılı Kanun’da herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
            İlgili Kanun’un 279’uncu maddesinde acizden dolayı geçersiz sayılan tasarruflara yer verilmiştir. Madde hükmüne göre aşağıdaki tasarruflar borcunu ödemeyen bir borçlu tarafından haczinden veya mal bulunmaması sebebiyle haczinden yahut iflasın açıklanmasından önceki 1 yıl içerisinde gerçekleştirilmiş ise hükümsüz yani geçersiz sayılmaktadır.
Ø  Borçlunun teminat göstermeyi önceden taahhüt etmiş olduğu haller hariç olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler.
Ø  Para veya mutat ödeme vasıtalarından dışındaki araçlarla yapılan ödemeler.
Ø  Vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler.
Ø  Kişisel hakların kuvvetlendi­rilmesi için tapuya verilen şerhler.
            Bu madde hükmü 6183 sayılı Kanun’un ilgili maddesiyle karşılaştırıldığında süre ve son madde dışında bir farklılık söz konusu değildir. 6183 sayılı Kanun’da ödeme tarihinden itibaren 2 yıl öncesi yapılan tasarruflar ve ödeme tarihi sonrasında yapılan tasarruflar iptal davasına konu edilebilecek iken, İcra İflas Kanunu’nda bu süre 1 yıl olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte, 6183 sayılı Kanun’dan farklı olarak borçlunun kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verdiği şerhler de geçersiz sayılmaktadır. İlgili maddenin son bendine göre ise; bu tasarruflardan yararlanan kişiler borçlunun hal ve vaziyetini bil­mediğini ispat ettiği takdirde iptal davası dinlenmez.
            İcra İflas Kanunu’nun 280’inci maddesinde ise, zarar verme kastıyla yapılan tasarrufların iptali düzenlenmiştir. Buna göre;  malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacağın tahsiline zarar verme kastıyla yap­tığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinme­sini gerektiren açık ibarelerin bulunduğu hallerde iptal davasına konu teşkil edebilir. İlgili kanun hükmünün uygulanabilmesi için ön şart, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmasıdır. İcra İflas Kanunu’nda düzenlenen iptal davasında da hak düşürücü süre 6183 sayılı Kanun'da olduğu gibi tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren 5 yıldır.
2004 sayılı Kanun’da düzenlenen tasarrufun iptali davası, 6183 sayılı Kanun’a göre daha geniş ele alınmıştır. Oysa ki kamu alacaklarının güvence altına alınması, özel alacaklara oranla daha büyük en arz etmektedir. Kamu alacaklarının imtiyazlı alacak olması, bu alacakların özel alacaklardan farklı nitelik taşıması ve kamu yararı; bu alacakların daha ayrıcalıklı usullerle korunmasını gerekli kılmaktadır[76]. Bu konu tasarruflun iptali davası açısından ele alındığında ve iki kanunun iptal davası ile ilgili hükümleri karşılaştırıldığında; tasarrufun iptali davasının 2004 sayılı Kanun’da daha kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş olduğu görülmektedir. Özellikle davanın kazanılması ile ortaya çıkan dava sonuçlarına ilişkin 6183 Sayılı Kanun yetersiz kalmaktadır. Bu noktada 2004 sayılı Kanun’un 283’üncü maddesinin kamu alacaklarına yönelik iptal davalarında da uygulanabileceği Yargıtay kararları ile uygun görülmüştür[77].
Yargıtay 15’inci Hukuku Dairesi’nin kararına göre; taraflar arası uyuşmazlık borçlunun yaptığı tasarrufun iptaline ilişkindir. 6183 sayılı Kanun’da hüküm bulunmayan hallerde 2004 sayılı Kanun’un tasarrufun iptaline ilişkin 277’nci ve devamındaki madde hükümleri bu davalarda kıyasen uygulanır[78]. Yargıtay’ın bu kararından da anlaşılacağı üzere; tasarrufların iptali açısından 6183 sayılı Kanun’un eksik kaldığı yerler 2004 sayılı Kanun ile doldurulmaya çalışılmaktadır.
Tasarrufun iptali davası 6183 sayılı Kanun’da kamu alacaklarını korumak için, 2004 Sayılı Kanun’da ise özel alacakları korumak için oluşturulmuş bir müessesedir. Çalışmada 6183 sayılı Kanun hükümleri ve Yargıtay kararları ışığında kamu alacaklarının tahsilini sağlamak için düzenlenmiş tasarrufun iptali davası üzerinde durulmuş olup 2004 sayılı Kanun’daki iptal davası hükümleri ile bu Kanun’daki hükümler arasındaki farklar ortaya konulmuştur.
Kamu alacaklarına yönelik ilgili Kanun’da düzenlenen iptal davası özel alacaklar için 2004 sayılı İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 6183 sayılı AATUHK’nın tasarrufların iptaline ilişkin hükümlerin bu davalarda yetersiz kaldığı noktalarda 2004 sayılı İİK’nın kıyasen uygulanabileceği Yargıtay tarafından öngörülmüştür. Ancak burada önemli olan nokta, kamu alacağının özel alacaktan daha büyük önem arz etmesidir. İki kanun karşılaştırıldığında özel alacaklara yönelik yapılan düzenlemenin daha kapsamlı olduğu görülmektedir. Oysa ki devletin etkin bir şekilde kamu hizmeti sunabilmesi alacağının kısa sürede ve eksiksiz tahsili ile alakalıdır. Devlet, üzerine tanımlanan fonksiyonları yerine getirebilmesi için kamu alacağını bir an önce tahsil etmelidir. Kamu alacağının tahsilini zorlaştıracak her türlü işlemi de göz önünde bulundurarak engel olmalıdır. Bu nedenle 2004 sayılı Kanun hükümlerinin kıyasen uygulanmasından ziyade; 6183 sayılı Kanun’da tasarrufun iptaline ilişkin hükümleri içeren maddelerin tekrar gözden geçirilerek özellikle İİK’nda yer alan ekstra hükümleri içerecek şekilde ve bu Kanun’a oranla daha geniş kapsamda ele alınması gerekmektedir. Sonuç itibariyle; 6183 sayılı Kanun ile takip ve tahsil edilen kamu alacakları imtiyazlı alacaklardır ve bu alacakların tahsilini güvence altına almak için oluşturulan tasarrufun iptali davası özel alacaklara oranla daha kapsamlı hükümler içermelidir.
KAYNAKÇA
Akil, Cenk, “Yargıtay Kararları Işığında Tasarrufun İptali Davası Bağlamında Aciz Belgesi”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 3, 2014, ss.161-201.
Arslaner, Hakan, 6183 sayılı Kanun Kapsamında Kamu Alacaklarının Haciz Yolu İle Tahsili, Ankara, Yetkin Yayınları, 2010.
Bayraklı, H. Hüseyin, Vergi İcra Hukuku, Afyonkarahisar, Celepler Matbaacılık, 2014.
Bozdoğan, Burçin, “6183 Sayılı Kanun Gereğince İptal Davasına Konu Tasarruf ve İşlemlerin Tüzel Kişiler Açısından Uygulanması”, ÇSGB Çalışma Dünyası Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Ekim-Aralık 2013, ss.111-120.
Börü, Levent, “İcra ve İflas Hukukunda Zarar Verme Kastından Dolayı İptal Davası”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 58, Sayı: 3, ss.481-537.
Budak, Tamer, Benk, Serkan, “Kamu Alacağı: Hukuki Bir Değerlendirme”, Business and Economics Research Journal, Vol:2, No:2, 2011, ss.61-76.
Candan, Turgut, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, Ankara, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2011.
Demirkol, Selami, “İptal Davasında İdari İşlemin Beş Unsuru”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 29, Nisan-Haziran 1998, ss.65-89.
Erdönmez, Güray, “Nam-ı Müstear ve Tasarrufun İptali Davaları”, Bankacılar Dergisi, Sayı: 59, 2006, ss.84-105.
Gerçek, Adnan, Kamu Alacaklarının Takip ve Tahsil Hukuku, Bursa, Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2011.
Güzel, Ahmet, “Amme Alacaklarının Korunmasında Rüçhan Hakkı”, http://www.alomali
            ye.com/2007/ahmet_guzel_amme_alacak.htm, (28.04.2014).
Gözübüyük, Şeref, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, Ankara, Turhan Kitabevi, 2004.
 (29.04.2014).
Hukuku Türk Hukuk Veri Tabanı, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
http://www.kararevi.com/karars/481284_yargitay-15-hukuk-dairesi-e-1986-00754-k-1986-03975#.U0vDy1V_umw, (29.04.2014).
İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı, 6183 Sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun, İstanbul, Arıkan Basım Yayım Dağıtım, 2006.
Öncel, Mualla, Kumrulu, Ahmet, Çağan, Nami, Vergi Hukuku, Ankara, Turhan Kitabevi, 2011.
Özbalcı, Yılmaz, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun Yorum ve Açıklamaları, Ankara, Oluş Yayıncılık, 2012.
Saban, Nihal, Vergi Hukuku, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım, 2009.
Sarıgöllü, Ersin, “Muvazaa”, Ankara Barosu Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 4, 1989, ss.665-678.
Savaş, H. Hüseyin, “Kamu Alacaklarında İptal Davası”, Mevzuat Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 48, 2001, http://www.mevzuatdergisi.com/2001/12a/01.htm#_ftn3, (12.04.2014).
Seri A 1 Sıra No'lu Tahsilat Genel Tebliği, http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?Mevzuat
            Kod=9.5.11409&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=tahsilatgenel, (29.04.2014).
Tombalıoğlu, Mustafa L., Amme Alacaklarının Takip ve Tahsil Usulü, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2011.
Toktaş, Mine, Kamu Alacağının Korunmasında Tasarrufun İptali Davaları Peçeleme ve Muvazaalı İşlemler, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2009.
Uyar, Talih, “Tasarrufun İptali Davalarının Konusu (İİK m.278, 279, 230)”, TBB Dergisi, Sayı: 78, 2008, ss.287-314.
Uyar, Talih, “İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davasının Konusu”, Ankara Barosu Dergisi, 2011/1, ss.211-231.
Yıldırım, M. Kamil, “Tasarrufun İptal Davasında Ticari İşletme Devri Karinesi”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt: 19, Özel Sayı (Prof.Dr. Nur Centel'e Armağan), 2013, ss.471-482.
Yılmaz, Elif, “Kanuna Karşı Hilenin Vergi Hukukundaki Görünümü Olarak Peçeleme Kavramı ve Muvazaa ile Mukayesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1-2, 2013, ss.1757-1781.
Yılmaz, Ejder, “Hukuk Muhakemeleri Kanununda Süreler”, Yaşar Üniversitesi Elektronik Dergisi, Cilt: 8, Özel Sayı: Prof. Dr. Aydın Zevkliler’e Armağan, 2013, ss.3167-3190.

T.C. D A N I Ş T A Y
Dördüncü Daire
Esas No: 2003/1733
Karar No: 2003/2369
Özeti: Vergi mükellefi olan davacının vergi borcundan dolayı eşinin adına kayıtlı gayrimenkul üzerine haciz uygulanmayacağı hakkında.
(Vergi Dünyası Mayıs 2015)

Bir Devletin Vergi Alacağının Diğer Devlette Takip ve Tahsili: “Tahsilatta Yardımlaşma”
Son dönemde ikili ve çok taraflı uluslararası anlaşma metinlerinde bir idari yardımlaşma yöntemi olarak yer verilen vergilerin tahsilatında yardımlaşma maddesi ile birlikte kişilerin bir ülkeye olan vergi borçlarının diğer ülkeler tarafından da idari yardımlaşma çerçevesinde takip ve tahsiline imkân tanınmaktadır. Bu kapsamda, küreselleşen dünyada kişi ve sermaye hareketlerindeki gelişime uygun olarak ülkeler kendi egemenlik sınırlarındaki takip ve tahsil sürecini diğer ülkelerin yardımıyla genişleterek vergilendirmedeki nihai amaç olan tahsilatı gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler.
Bu durum, ülkemiz açısından da önemli bir konuya dikkat çekmeyi gerektirmektedir. Hem ülkemizin vergi alacaklarının diğer ülkelerde takibi, hem de diğer ülkelerin vergi alacaklarının ülkemizde takip ve tahsili için ikili ve çok taraflı uluslararası anlaşmalarda hukuki dayanak teşkil eden hükümler iç hukukumuza yansımaktadır. Bu anlamda, halihazırda 15 ülke ile aramızdaki ÇVÖA’da “tahsilatta yardımlaşma” hükmü yer almaktadır. Daha da önemlisi, ülkemiz tarafından 2011 yılında imzalanmış olup onay kanunu TBMM genel kurulunda bulunan Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Anlaşmasının yürürlük kazanmasıyla birlikte tahsilatta yardımlaşma uygulaması çok daha geniş bir uygulama alanına kavuşacaktır.
(Tahir ERDEM Yaklaşım / Ekim 2014)

Özet: Amme borçlusunun üçüncü şahıslardaki alacakları üzerine haciz uygulanabilmesi için amme borçlusunun üçüncü şahıs nezdinde alacağının bulunduğunu bildirmiş olması veya idarece borçlunun bu şahıslardan alacağı olduğunun tespit edilmesi ve tespit edilen tutar için haciz konulması gerektiği; vergi borcu bulunan mükellefin davacıya yaptığı satışı (Bs) formuyla beyan etmesinin, ödemeye ilişkin bir tespitte bulunulmaksızın, davacıdan alacağının bulunduğu yolunda bir bildirim olarak kabul edilemeyeceği, kaldı ki, idarece kanuna uygun bir tespit yapılmış olması halinde dahi haciz uygulanabilecek ve sonrasında ödeme emriyle istenebilecek tutarın alacaklının tüm vergi borcu kadar değil, tespit edilen hak ve alacak tutarı kadar olması gerektiği Hk.
DANIŞTAY DÖRDÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2010/8630
Karar No : 2013/4481
(MDERGI Eylül 2014)

Özet: Zamanaşımı süresinin dolmasından önce yapılan cüz'i tutardaki ödemelerin mükellefler tarafından yapıldığının kabulünün ticari icaplara uygun düşmediği, söz konusu ödeme nedeniyle tahsil zamanaşımı süresinin kesildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı Hk.
DANIŞTAY ÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2010/4340
Karar No : 2012/3047
 (MDERGI Eylül 2014)

ÖDEME EMİRLERİNE KARŞI İDARİ İTİRAZ ve İDARİ DÜZELTME YOLU AÇILMALIDIR
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca amme borçlularına tebliğ edilen ödeme emirlerine karşı idari itiraz ve idari düzeltme yollarının izlenmesi mümkün olmayıp, itirazın görevli yargı merciileri nezdinde yapılması gerekmektedir. Tebellüğ edilen ödeme emirlerine karşı yapılacak itirazlarda itiraz mercii ve hak düşürücü süre bakımından yapılacak hataların yıkıcı sonuçları olabileceği daima dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte vergi yargısı üzerinde gereksiz iş yükü oluşmasına engellemek için, 6183 sayılı Kanunu’nun 58’inci maddesinde değişiklik yapılarak yargı yoluna başvurmadan önce, amme borçlusuna idari itiraz yolunun açılması son derece isabetli olacaktır.
(Görkem PEHLİVAN Vergi Dünyası Eylül 2014)

Danıştay 3. Dairesi
Tarih    : 25.09.2012
Esas No         : 2010/4340
Karar No  : 2012/3047
6183 s. AATUHK Md. 102, 103
ZAMANAŞIMI SÜRESİNİ KESMEK İÇİN YAPILAN CÜZ’İ ÖDEMELER
Zamanaşımı süresinin dolmasından önce yapılan cüz’i tutardaki ödemelerin mükellef tarafından yapıldığının kabulünün ticari icaplara uygun düşmediği, söz konusu ödeme nedeniyle tahsil zamanaşımı süresinin kesildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı hk.


Anayasa Mahkemesinin kararı ve kararın gerekçesi dikkate alındığında 2577 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının son cümlesinin iptalinden sonra, mahkemeler tarafından haciz ve ihtiyati haciz işlemlerinin yürütülmesinin durdurulmasına veya iptallerine karar verilmesi üzerine kararın tebliğ edilmesinden itibaren en geç 30 gün içerisinde karara konu işlemin vergi dairesince geri alınması gerekecektir.
MALİYE BAKANLIĞI Gelir İdaresi Başkanlığı Tahsilat İç Genelgesi (Seri No: 2013/1)

Vergi borcunun tahsil zamanaşımına uğramasının koşulları nelerdir?
Vergi alacağının tahsil zamanaşımına uğraması için;
-Öncelikli olarak tarh zamanaşımı içinde verginin tarh ve tebliğ edilerek kesinleşmesi tahakkuk etmesi ve tahsil edilebilir aşamaya gelmesi,
-Tahakkuk eden vergi alacağının tahsil zamanaşımı süresi içinde (vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden 5 yıl içinde) tahsil edilememiş olması gerekir.

Tahsil zamanaşımını kesen haller nelerdir?
Tahsil zamanaşımını kesen haller, AATUHK’nın 103. maddesinde sayılmıştır. Bu hükme göre, tahsil zamanaşımının kesen haller şunlardır:
1- Ödeme,
2- Haciz uygulanması,
3- Cebren tahsil ve kovuşturma işlemleri sıra­sında yapılan her çeşit tahsilat,
4- Ödeme emri tebliği,
5- Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmaları­nın bildirilmesi,
6- Yukarıda belirtilen bu işlemden herhangi bi­rinin kefile veya yabancı kişi ve kurumların temsilcilerine uygulanması ya da bunlar tara­fından yapılması,
7- İhtilaflı amme alacaklarında yargı mercile­rince bozma kararı verilmesi,
8- Amme alacağının teminata bağlanması,
9-  Yargı mercilerince icrasının tehirine karar verilmesi,
10- İki amme idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı kamu idaresine borcun ödenmesi için yazı ile başvurulması,
11- Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması.

Zamanaşımını kesmek için vergi dairesi tarafından borçlunun adına ödeme yapılması geçerlimidir?
Borçlunun kendi istek ve iradesi ile olmayan ödemeler, ödeme sayılmaz.
Konu hakkında benzer bir olayda Danıştay 7. Dairesi tarafından verilen bir Karar’da özetle;
“İlgili tarafından mahsup isteminde bulunulmamış olunmasına karşın, salt zamanaşımını kesmek amacıyla alacaklı tahsil dairesince re’sen yapılan mahsup işleminin, işlemekte olan zamanaşımını kesmeyeceğine hükmedilmiştir.”

DANIŞTAY KARARI
Kaçakçılık sucu sayılan fiiller nedeniyle hesaplanan vergi ve ceza üzerinden teminatın, ancak vergi inceleme elemanınca yapılan ilk hesaplara göre belirtilen miktar üzerinden istenebileceği; vergi inceleme elemanı tarafından teminat istenmesi yolunda herhangi bir talep olmadığı halde idare tarafından kendiliğinden tesis edilen teminat isteme işleminin hukuka aykırı olduğu hk.
(Danıştay 9. Dairesi Tarih: 28.01.2009-Esas No: 2008/761-Karar No  : 2009/236)

DANIŞTAY KARARI
Kaçakçılık suçu sayılan fiiller nedeniyle hesaplanan vergi ve ceza üzerinden teminat, ancak vergi incelemesi yapan denetim elemanı tarafından yapılan ilk hesaplamalara göre belirtilen miktar üzerinden istenebilir. İnceleme elemanınca, teminat istenmesi yönünde herhangi bir talep olmadığı takdirde, teminat istenilmesi, hukuka aykırı olur.
(Dn. 9. D.’nin, 28.01.2009 tarih ve E.2008/761, K.2009/236 sayılı Kararı)

DANIŞTAY KARARI
İhtiyati haciz işleminin, teminat istenilmesini gerektiren durumların mevcut olması nedeniyle tesis edildiği durumlarda, teminat istenilmesi işleminin yasal dayanağı yoksa, ihtiyati haciz işlemi de iptal edilir.
(Dn. 9. D.’nin, 28.01.2009 tarih ve E.2008/2299, K.2009/237 sayılı Kararı)

DANIŞTAY KARARI
Verginin tarhı aşamasında, teminat isteme, ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk işlemlerinin, kanuni temsilciler hakkında uygulanmasına olanak bulunmadığına, VUK md. 10.  uyarınca kesinleşen ve şirketten tahsili olanaksız hale gelen borçlar nedeniyle kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabileceğine karar verilmiştir.
(Dn. 4. D.’nin, 28.04.2008 tarih ve E. 2007/4821, K. 2008/1577 sayılı Kararı)

TEMİNAT İSTEME
Kaçakçılık sucu sayılan fiiller nedeniyle hesaplanan vergi ve ceza üzerinden teminatın, ancak vergi inceleme elemanınca yapılan ilk hesaplara göre belirtilen miktar üzerinden istenebileceği; vergi inceleme elemanı tarafından teminat istenmesi yolunda herhangi bir talep olmadığı halde idare tarafından kendiliğinden tesis edilen teminat isteme işleminin hukuka aykırı olduğu hk.
Danıştay 9. Dairesi Esas No   : 200




[1]  Hasan Hüseyin Bayraklı, Vergi İcra Hukuku, Afyonkarahisar, Celepler Matbaacılık, 2014, s.73.
[2] Selami Demirkol, “İptal Davasında İdari İşlemin Beş Unsuru”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 29, Nisan-Haziran 1998, s.66.
[3] Adnan Gerçek, Kamu Alacaklarının Takip ve Tahsil Hukuku, Bursa, Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2011, s.176.
[4] Yargıtay 4. HD. 23.12.1982 T., E.1982/10311, K.1982/11654, (Gerçek, s.176).
[5] H. Hüseyin Savaş, “Kamu Alacaklarında İptal Davası”, Mevzuat Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 48, 2001, http://www.mevzuatdergisi.com/2001/12a/01.htm#_ftn3, (12.04.2014).
[6] Gerçek, s.176.
[7] M. Kamil Yıldırım, “Tasarrufun İptal Davasında Ticari İşletme Devri Karinesi”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt: 19, Özel Sayı (Prof.Dr. Nur Centel'e Armağan), 2013, s.472.
[8] Mine Toktaş, Kamu Alacağının Korunmasında Tasarrufun İptali Davaları Peçeleme ve Muvazaalı İşlemler, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2009, s.56.
[9] Toktaş, s.56-58.
[10] Toktaş, s.58.
[11]  Gerçek, s.177-178.
[12] Yılmaz Özbalcı, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun Yorum ve Açıklamaları, Ankara, Oluş Yayıncılık, 2012, s. 311.
[13] Turgut Candan, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, Ankara, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2011, s. 159.
[14] Yargıtay 15. HD. 02.04.2002T., E.2002/1363, K.2002/1549, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[15] Gerçek, s.178.
[16] Burçin Bozdoğan, “6183 Sayılı Kanun Gereğince İptal Davasına Konu Tasarruf ve İşlemlerin Tüzel Kişiler Açısından Uygulanması”, ÇSGB Çalışma Dünyası Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Ekim-Aralık 2013, s.113.
[17] İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı, 6183 Sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun, Arıkan Basım Yayım Dağıtım, 2006, s.129.
[18] Candan, s.160.
[19] Bayraklı, s.74.
[20] Bayraklı, s.75.
[21] Yargıtay 15. HD. 22.02.2005 T., E.2004/6584, K.2005/944, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[22] Mustafa L. Tombalıoğlu, Amme Alacaklarının Takip ve Tahsil Usulü, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2011, s. 317.
[23] Hakan Arslaner, 6183 sayılı Kanun Kapsamında Kamu Alacaklarının Haciz Yolu İle Tahsili, Ankara, Yetkin Yayınları, 2010, s.169.
[24] Tombalıoğlu, s.317.
[25] Tombalıoğlu, s.323- 324.
[26] Bayraklı, s.77.
[27] Rüçhan hakkı, üçüncü şahıslara ait alacakların söz konusu olması halinde amme alacağını üstün kılan bir koruma müessesesidir. (Ahmet Güzel, “Amme Alacaklarının Korunmasında Rüçhan Hakkı”, http://www.alo maliye.com/2007/ahmet_guzel_amme_alacak.htm), (28.04.2014).
[28] Arslaner, s.176.
[29] Candan, s.155.
[30] Özbalcı, s.310.
[31] Arslaner, s.180.
[32] Arslaner, s.182.
[33] Yargıtay 17. HD. 19.07.2007T., E.2007/1733, K.2007/2554, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[34] Mualla Öncel, Ahmet Kumrulu ve Nami Çağan, Vergi Hukuku, Ankara, Turhan Kitabevi, 2011, s.26.
[35] Elif Yılmaz, “Kanuna Karşı Hilenin Vergi Hukukundaki Görünümü Olarak Peçeleme Kavramı ve Muvazaa ile Mukayesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1-2, 2013, s.1762.
[36] Nihal Saban, Vergi Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2009, s.72.
[37] Toktaş, s.80-81.
[38] Yılmaz, s.1769-1770.
[39] Ersin Sarıgöllü, “Muvazaa”, Ankara Barosu Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 4, 1989, s.666.
[40] Yılmaz, s.1771.              
[41] Öncel, Kumrulu ve Çağan, s.28.
[42] Sarıgöllü, a.g.e., s.669.
[43] Talih Uyar, “Tasarrufun İptali Davalarının Konusu” (İİK m.278, 279, 230), TBB Dergisi, Sayı: 78, 2008, s.290.
[44] Toktaş, s.73-74.
[45] Güray Erdönmez, “Nam-ı Müstear ve Tasarrufun İptali Davaları”, Bankacılar Dergisi, Sayı: 59, 2006, s.84.
[46] Talih Uyar, “İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davasının Konusu”, Ankara Barosu Dergisi, 2011, s.225.
[47] Erdönmez, s.88.
[48] Toktaş, s.78.
[49] Yargıtay 15. HD. 26.11.1986T., E.1986/754, K.1986/3975, http://www.kararevi.com/karars/481284_yargitay-15-hukuk-dairesi-e-1986-00754-k-1986-03975#.U0vDy1V_umw, (14.04.2014).
[50] Tombaloğlu, s.299.
[51] Yargıtay 15. HD. 18.03.2002 T. E.2002/000531, K.2002/1173, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[52] Candan, s.159.
[53] Candan, s.160.
[54] Bayraklı, s.80.
[55] Gerçek, s.177.
[56] Candan, s.160
[57] H. Hüseyin Savaş, “Kamu Alacaklarında İptal Davası”, Mevzuat Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 48, 2001, http://www. mevzuatdergisi.com/2001/12a/01.htm#_ftn3, (12.04.2014).
[58] Özbalcı, s.313.
[59] Seri A 1 Sıra No'lu Tahsilat Genel Tebliği, http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=9.5.11409 &MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=tahsilatgenel, s.18, (29.04.2014).
[60] Danıştay 11. D. 11.11.1998T., E.1997/1649, K.1998/3891, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[61] Hak düşürücü veya zaman aşımı süreleri duruma göre bazı kişiler için hak kaybettiren bazı kişiler için ise hak kazandıran süreler olarak ifade edilebilir (Ejder Yılmaz, “Hukuk Muhakemeleri Kanununda Süreler”, Yaşar Üniversitesi Elektronik Dergisi, Cilt: 8, Özel Sayı (Prof. Dr. Aydın Zevkliler’e Armağan), 2013, s.3168). Ancak zaman aşımı ile hak düşürücü süre arasında bir takım farklılıklar vardır. Buna göre zaman aşımı süresinin dolması, hakkı ortadan kaldırmaz, korunması için kullanılan dava açma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Böylece hak hukuken korunabilir olma niteliğini yitirir. Bunun aksine hak düşürücü sürenin dolması hem dava hakkını hem de hakkın kendisini ortadan kaldırmaktadır. Mahkemeler zaman aşımı sürelerini kendiliğinden dikkate almaz iken, hak düşürücü süreyi kendiliğinden dikkate alırlar (Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, Ankara, Turhan Kitabevi, 2004, s.178).
[62] Seri A 1 Sıra No'lu Tahsilat Genel Tebliği, http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=9.5.11409 &MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=tahsilatgenel, s.18, (29.04.2014).
[63] Yargıtay 15. HD. 16.01.1995T., E.1994/6377, K.1995/76, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[64] Bayraklı, s.81.
[65] Gerçek, s.183.
[66] Candan, s.161.
[67] Gerçek, s.183.
[68] Yargıtay 15. HD. 07.10.2004T. E.2004/001376, K.2004/4957, http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[69] Cenk Akil, “Yargıtay Kararları Işığında Tasarrufun İptali Davası Bağlamında Aciz Belgesi”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 3, 2014, s.162.
[70] Levent Börü, “İcra ve İflas Hukukunda Zarar Verme Kastından Dolayı İptal Davası”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 58, Sayı: 3, s.483.
[71] Tombaloğlu, s.299.
[72] Yargıtay 17. HD. 21.02.2013T. E.2012/5111, K.2013/2027. http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[73] Akil, s.162-163.
[74] Yargıtay 17. HD. 14.09.2009 T., E.2009/3386, K.2009/5316,  http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[75] Yargıtay 17. HD. 14.09.2009 T., E.2009/3386, K.2009/5316. http://www.hukukturk.com/, (29.04.2014).
[76] Tamer Budak, Serkan Benk, “Kamu Alacağı: Hukuki Bir Değerlendirme”, Business and Economics Research Journal, Vol:2, No:2, 2011, p.62.
[77] Toktaş, s.143-144.
[78] Yargıtay 15. HD. 01.07.2002T., E.2002/3149, K.2002/3582, (Toktaş, s.144).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder